şehir

ontolojik sancilarimin merhemi
Kent.

şehirleri şehir yapanın sınırları değilmiş. eğer gerçekten şehirlerin gerçek sınırlarını çizebilseydik, arada sınırları yutacakmış gibi duran; kuş uçmaz kervan geçmez boşluklar kalırdı. insanın yaşamaya başladığı noktadan itibaren başlıyor şehir; şehrin taşrası veya ıssız yeşillikleri, kayalıkları vs. ise daha evrensel bir ülkeye ait gibi. sokakların ve caddelerin ruhları birbirlerine hiç benzemez ama ıssız patikalar, ormanlar, göl kıyıları, bozkırlar hep birliktedirler -avustralya'da da ay'da da. sokaklar ve caddeler solodur, geriye kalanlar koro.


yalnız, neden sağır bir insan için bu denli anlaşılmaz yazıyorum? ya da benim kulaklarımı açan neydi ki, tüm bunları yazdım? şehrin bütün yollarını arşınlayan bir aşık da, serile serile yatan bir aşık da sonunda aynı şeye ulaşmaz mı? şehrin ruhu bir insanla özdeşleşebilir mi?


ne kadar derindi içinden geldiğin sular... biraz böyle dur, başımı dizine koyup nefes alacağım ve sen yaşayacaksın. üşüyeceksin, soğuğu ben alacağım. sadece hasta olmak istiyorum. samimiyetle hasta olmadığım zamanların acısını çıkarmak istiyorum. zayıf bir şekilde parlayan bir şeyden ibaret hayat; güçlü bir şekilde parladığında üzerinden atacak bizİ..
ihtiras limani
Medeniyetin olmazsa olmazı olarak görülebilir. Çünkü köy, ancak yaşamak ve hayatta kalmak için yeterli bir düzene sahiptir. Herkes kendi yiyeceğini kendisi yetiştirir. Şehir ise iş bölümü ile boş vakti yaratır. Boş vakit düşünceyi ve sanatı doğurur. Köylü faydacıdır. Tamamen işlevsel bakar. Şehirli için estetik ve kültür öne çıkar.

Kapitalizmin şehre ve kültüre attığı en büyük kazıklardan biri şehir insanını da tamamen kör faydacı, köylüden hallice bir formuna çevirmiş olması. Kültür bu şekilde eriye eriye müzelik bir hale geliyor veya dekora dönüşüyor.