aylaklık

mirkut
şu hayatta en çok eksikliğini hissettiğim şey bu olsa gerek. hiçbir şey yapmadan bütün gün ağzımı salladığım zamanları özlüyorum. çalışmaktan nefret ediyorum. düzene uyuyorum. düzenden de nefret ederim. ev düzeni değil. ev dediğin düzenli olmalı. hele mutfak en düzenli olması gereken yer. birinci çekmecede çatal, bıçak ve kaşıklar güzelce ayrılmalı. ikinci çekmecede kepçe, çırpma teli, daha büyük bıçaklar. yoo tahta kaşıklar tezgahtaki biblonun içinde olması lazım. hemen ele gelsin diye. musluğun hemen üstündeki dolapta bardaklar, sağında tabaklar olmalı. ocağın üstüne bakliyat konulmaz. buzdolabında sebzeler en altta kahvaltılıklar en üstte. ortaya ve raflara komple alkollü içecekler dolmalı. yo hayır hiçbir içkiyi ılık içemem. hepsini soğuk seviyorum ben. evet viskiyi de, şarabı da.

kumandalar yan yana durmalı, hemen salonun ortasındaki sehpa masa karışımı şeyin üstünde. aldığım gün saksılarından çıkarıp bezelye konservesi kutularına koyduğum fesleğenlerin yanında.

kaloriferin önüne attığım minderler. kışın sırtımı dayarım diye düşünüp. neredeyse hiç oturmadığım. kanepeler karşılıklı zaten. sağ tarafta çok nadir otururum. biri gelip soldaki yerimi alınca. ev benim sol benim olması lazım. neyse misafir işte.

mikrodalganın salonda duruyor olması benim de gözüme battığı için küçük mutfağımda yer açıp kaldırdım. tamam kısmen amerikan mutfak. salon ve mutfak aynı. ama yine de salonda ne işi var mikrodalganın? estetik değil bir kere. duvardaki tablolar mı? arkadaşımın ablasının yaptığı sürrealist resimler. evet onlar da düzen içinde. gerçi ben bozdum bazılarını, yeşilçam kartpostallarının olduğu çerçeveye döndü birisi. birisinin içine de darth vader'ın posterini asmış olmam tam bir düzen oluşturdu. kapının hemen orada duran predator maskesinin üstünde fiyonklar olması da enteresan. ama en enteresanı aldığım beri çalışmayan ama duvardan indiremediğim saatim.

yaz kış perdeyi açmam. mantıklı değil. geceleri belki. sadece tül yeter geceleri. ışıkları görmek mantıklı.

o uzun koridorum yerlere kilimler serdiğim, duvarlarına film posterleri asmak istediğim ama bir türlü asamadığım. bu biraz özentilikten sanırım. filmlerde falan hep görüyorum.

ilk sol kapı alaturka tuvalet. kiler yaptım ben orayı. orada düzen oluşturamıyorum. defalarca düzenledim ama hep bir kaos hakim oluyor.

ikinci kapı banyo. hah işte buranın düzeni çok önemli. çamaşır makinesinin üstünde durması gerekenler, lavabonun önündekiler kalabalık yapıyor diye hepsini cam kavanoza doldurmuştum. o cam kavanozu da "do it yourself" videolarında gördüğüm gibi boyamak istemiştim ama üşendim. hem ortaya iyi bir şey çıkaramayacağım da aşikar. duşakabin allah belasını versin bütün duşakabinlerin. dönersin götün sağa sola değer. hazır ol pozisyonunda yıkanmak lazım. en olmazsa olmaz yedek tuvalet kağıdıdır.

alalı aylar olmasına rağmen bitiremediğim duş jeli. "ben almıştım, çok güzel bu. sen de al bence." ondan almıştım zaten. bir duş jeli daha var. nereden ve kimden kalma olduğuna dair kafamda net şeyler yok ama orada duruyor uzun zamandır. düzenin bir parçası olmuş. dokunmadım hiç.

koridora döndük geri. sol oda benim. nevresimlerime bayılıyor olmam çok normal değil herhalde. mantar panoda asılı duran vesikalıklar, yazılmış, yazdığım ama gitmemiş yarım yamalak notlar. hemen yanında hiç oturup çalışmadığım çalışma masam ve kitaplığım. kitaplıkta kitaplardan çok ıvır zıvır şeylerin yer alması benim böyle istememden kaynaklı. kitaplar zaten masanın üstünde duruyor işte. o da bir düzen. yatağın baş ucunda bir küçük çekmeceli bir şey. çekmecesine hiçbir şey koymadım. koymam gereken bir şey yok ki.

hemen yanında duran samuray kılıcım işte odanın en güzel parçası. uyanınca, yatmadan önce gün içinde 50 kere falan çıkarıp savuruyorum havaya. hımm evet biraz olsun manyaklık var. ne birazı be? aleni deliyim.

ya şu ablamdan aldığım 1000 parçalık yap bozu tablo yapmama ne demeli. hem de yap bozu tamamlamadan karman çorman bir şekilde oluşturduğum tablo. altında dergilerden gelmiş olan ve yazarların sözlerinin yazılı olduğu takvim var. takvimin üstünde bazı tarihler var. benim bildiğim tarihler. hepsi karmaşık şekilde yapıştırılmadı o yap bozların. evet bir başka deliliğim.

sağdaki oda misafir odası. çamaşır odası da denilebilir tabii. tavana asılı kum torbası. zaman zaman bağıra bağıra ellerim acıyana kadar torbayla sevişmem.

salona geri dönüp soldaki kırmızı kanepeme uzanışlarım. televizyonu açıp hiçbir şey bulamayışlarım. saate bakınca evlilik programlarının hala başlamadığını fark ederek bilgisayara geçişim ve işte günün sevdiğim aylaklıklarından bir parça daha.

max payne açıp şifreleri yazarak god mode ile hazır bölümleri oynamak. sürekli doğan ve benim sürekli değişik silahlarla vurduğum kötü adamlar. bir kahramanım. ama hileci bir kahraman.

biraz kitap okumak. götümü kırmızı mükemmel kanepemden hiç ayırmamak için her şey elimi uzatıp alabileceğim yerde. oha saat kaç olmuş. aç aç zuhal topal başladı.

evde bir kaç tur daha. sonra mutfağa girip yemek yapmaya girişmek. fırınımı da çok seviyorum.

dur mum yakalım, yemeğin yanına biraz şarap alır mısınız mirkut bey? tabii neden olmasın. aylaklık bunu gerektiriyor zaten.

huzurluyum ve mutluyum.


evimi çok özlüyorum. kırmızı kanepemi ve samuray kılıcımı çok özlüyorum. düzene dair her şeyden nefret ediyorum. evimin düzeni hariç tabii.

hayatın getirdikleri insanların şu şöyle bu böyle olmalı demeleri.

özlüyorum aylaklıklarımı. hiçbir şey yapmadan mutlu olduğum zaman aralıkları.


şimdi biraz ağlayacağım galiba.
ontolojik sancilarimin merhemi
belki de bunun sayesinde kendimi ender rastlanacak bir kendi-kendini-yetiştirme ortamının içinde buldum. tabii söz konusu ettiğim ortam öyle pedagojik testlerden geçmiş, ütopik bir kamp değildi; bolca çaresizlik de içeriyordu. hayatın komple bir minyatürüydü belki de. insanın kendinden kaçan bir varlık olduğunu bilmeden evvel, kendi peşime düşmüştüm. yorgunlukların en güzelini bu kovalamacada yaşadım. Saklı bir elmas gibi. takdir edersiniz ki, elmasın oluşabilmesi için büyük miktarda malzemenin, yüksek sıcaklık ve basınç altında ezilip yok olması ve yeniden doğması gerekir. böyle bir içebakış durumuyla kendime bir şeyler katabildiğimi düşünüyorum. Diyeceğim şu ki; aylaklık kişinin kendisini tanıyarak yol almasıdır.