indolentexistence

ontolojik sancilarimin merhemi
Msj fasilitesi sıkıntı çıkarıyor. Buradan yazalım o hâlde.





“insanlar her türlü sebepten dolayı bilime ilgi duyabilirler. tercihsel sebebi belki de en yaygın ve belirgin olarak, bazı indirgeyici ya da ontolojik naturalizm biçimlerinin felsefi sonuçlarından derin bir memnuniyetsizlik olarak tanımladığım durum üzerine odaklanmış gibi görünmektedir." 

bu cümlede belirtilen tercih aslında aristo zamanından kalmadır. o zamanlarda bilim ile felsefe beraber hareket ediyordu. zaten bilim thales ile başlar ve mısır'a olan ziyaretinde nil'in taşma zamanının hesaplanabilmesi, tarım için kullanılan geometrik yöntemler falan filan tanrı'nın varlığına gerk duymama fikrini doğurur. akabinde öğrencisi anaksimandros ile tartışmaları da hipotez kavramını doğurmuştu. bunlar temel bilgiler. adamların tanrı ile olan derdi o zamanlarda bitiyor ki belirttiğin memnuniyetsizlik o zamanlarda da var, yeni bir şey değil. öğrenip de gel.


"gerçeklikle olan tek kavgamız nedensel açıklamalar ise, o zaman ajan olma duygumuzu, norm ve değerlere olan bağlılığımızı, hakikatin normatif kuvvetine olan inancımızı ve kendimizi olma şeklimizi nasıl hesaba katacağız? kavramları uygularken ve inançları gerekçelendirirken rasyonel davranmak? bilim açıkça dünyayı açıklamak için inanılmaz güçlü bir araçtır. ancak hiçbir insan girişimi, en azından dolaylı olarak, bir insan hayatını bundan daha etkili bir şekilde yönlendirmenin ne olduğu konusundaki algımızı sorgulamak için görünmemektedir."

başta şunu belirteyim gerçeğe giden yol 3 boyutludur, ki bunun üzerine konuşmak söz konusu olacaksa nereden yola çıktığın önemli. pozitivist düzlem mi, inanç çizgisi mi, neresi? belirttiğin nedensel açıklamaların yeri pozitivist düzlemde bulunmuyor maalesef. bilimin en temel sorusu "nasıl?"dır. süreci anlamaya çalışır, nedenlerle ilgilenmez. determinizmin bilimde yeri heisenberg ile sona erdi. istersen burada kuatum da konuşabiliriz, hatta basit düzeyde kuantum mekaniği problemleri de çözmeye çalışabiliriz ( bir mühendis olarak nadiren hobi olarak basit soruları çözmeye çalışıyordum. cidden zevkli tavsiye ederim ) ama sorunumuz bu değil. bilimsel yöntemde hegel'in determinizmi zaten yok, açıkça karl popper'ın yanlışlanabilirlik ilkesi ve yalanlar üzerinden giden bilim çok daha açıklayıcı. bunları uzun uzun da yazabilirim sıkıntı değil. bu arada hegel'in determizmi tez, antitez ve sentez üçlüsü ile anlatılmaz, ki yazımda bunu anlatmaya gerek de duymadım. hegel amiyane tabirle ortada ne varsa onu anlatma derdindedir. iki tarafta da şunlar şunlar var, durum bundan ibaret der ve sonuca gitmez. şimdi hegel'i anlamak için de spinoza'ya girmemiz gerek. hegel'in ardından gelenler onu arka plana atmaya çalıştılar, her neyse konu dağılacak ve sen yine anlamayacaksın.

şimdi felsefe tam anlamıyla determinizm ile ilerlemez, bunu elbette biliyorum. az önce bahsettiğim hegel'in ortaya bir sonuç çıkarmayan anlayışı buna çok güzel bir örnek. zıtlıkların çarpışması yol almak için yine de güzel bir araçtır. zihinde çarpışan karşıt düşüncelerin insanı götürdüğü yerlerin hatırına bunu görmezden gelemem. felsefe gerçeği bulmayı da vaad etmez, gerçeği açıklamayı bırak, söylemek bile imkânsız. olsa olsa ancak gerçek üzerinde konuşmak mümkün gibi bu da felsefenin oyun alanı. bunu yaparken bilim kadar soğuk değil tabii. işin içinde bahsettiğin nedensellik kavgası var. mana arayan birinin içini ısıtmak konusunda felsefe yardımcı olabilir, aynı şekilde bunu inanç da yapabilir. yalnız burada sorun felsefenin insan aklındaki sorulara cevap veremeyecek olması. arayış var lâkin kesinlik yok. şimdi burada pragmatizme girmek gerecek ve sen yine yeniden anlamayacaksın. peirce, ontolojik metafiziğin neredeyse tüm önermelerinin anlamsız ya da saçma olduğundan bahseder ki sonu gelmek bilmeyen ontolojik tartışmalar insanı bir yer götürmez. bunun hakkında uzun uzun yazarım da görüyorum ki şu an lüzumsuz. kısaca felsefe ile insan olmanın tabiatını idrâk etmek umut verse de gidilen yol itibariyle insanın aklını daha fazla yoracağı için huzur verici olmaz. benim bahsettiğim bu idi. yine de tercih meselesidir. isteyen, böyle bir yolu izleyebilir.
İsteyen, kendisine ait olmayan felsefi metinleri oradan şuradan çalıp, paylaşabilir. İsteyen, çaldığı girileri silip, kendisini, okuyanların yazdıklarına artık şüphe ile yaklaşmayacağını sanabilir. İsteyen, kendini bir halt sanarak ona buna anlamadığı konular hakkında ”çomar, yobaz” gibi yaftalarda bulunabilir. Madem yarın öleceğim, arsızlığın dibine vurayım bari diye de düşünebilir. Ben de tüm bunların ötesinde duygusal ve kompleksli olarak devam edebilirim yazmaya. (:


Ha bu arada! neden ille de ağdalı bir üslup kullanmak için kendini kasar ki insan. böyle bir tutumla ancak entel olunur, ki entelektüel hassasiyet karmaşık olan mefhumları basite indirgemeyi gerektirir. Hoşça kal, güle güle. (:
bu başlıktaki tüm entryleri gör