ölmek kolay değil

dirsegi iskemleye dayali
Öss –o zaman ki adı ile- açıklanma zamanları, içerden çıkmış babam. Boktan bir yerin, boktan bir bölümüne kayıt yaptıracağımı öğrendiğim ilk gün, mahallenin internet kafesinde gözlerim dolu dolu açtım sonuç sayfasını. Öğrendiğimde ilk reaksiyonum, 'kurtuldum' olmuştu. Yanımda bir arkadaşım var, o da kendi sonuçlarına bakmaya çalışıyor. Öğrendik ikimiz de bir yerlere yerleştiğimizi. Onun sevinci, istemediği ilde, istediği bölümü okuyacak olmasıydı. Ben istemediğim bir bölümü, istemediğim bir okulu, can atarak kucaklıyordum. Babam abimin okuluna kayıt yaptırırken onunla gitmişti, yerleşmesine yardımcı olmak için falan. Usulen benimle de gelmek zorunda kaldı. Cebinde nerden olduğunu bilmediğim bir miktar para ile, düştük yollara. Gittiğim yerde yaşamam mümkün değildi, ben küpe takıyordum bir kere, beni kabul etmezlerdi ki. Kavga ederdim herkesle kesin. Evler ucuzdu ama insanlar bana o ucuz evlerini vermezlerdi ki. Babam küpelerimi çıkarttırdı ve çok fazla konuşmamam gerektiğini söyledi. Belli ki 'dereyi geçene kadar ayıya dayı diyecektik'. Bana pek konuşma fırsatı kalmadan, bir mezarlığın hemen dibinde, babamın tanıdıklarının yönlendirdiği bir adamın evini tuttuk. Adam ile hep babam muhatap oldu. Ben kiradan kiraya görecektim adamı. Tuttuk evi ve içeride sadece yatacak iki koltuk, bir buzdolabı, bir televizyon, bir ocak, bir de ocağı yakacak tüp vardı. Babam makarna yaptı, peynirli. Yağ içinde yüzen makarnalar ve peynirler dünyanın en lezzetli yemeği gibiydi. Nasıl uyudum o gün hatırlamıyorum? Babam ertesi sabah erkenden gitti. Ben ve artık sahibi olduğum saçma sapan bir evim vardı. Cebimde borç harç biraz para vardı. Koşa koşa en yakın büfeye koştum, okula falan gitmek gibi bir gayem yoktu. Epey bira aldım kendime, evimde ayaklarımı uzatıp, çekmeyen televizyona bağladığım saçma sapan kablo ile trt falan izleyecektim. O salak alet çalışmayınca, radyoyu hoparlöre alıp, ne çıkarsa dinlemeye başladım. O zamanlar ki telefonların en iyi özelliğiydi bu bence. Öğleden sonra olduğunda sızıp kalmışım. Kalktığımda salak gibiydim. Buz gibi su ile duş falan alıp, yaşayacağım yeri tanımaya çıktım. Küpelerimi taktım önce, sokakta bana ters ters bakanları fişleyecek, oradakiler ile sohbet etmeyecektim. Bana samimi davrananlar ile alışveriş yapacak, onlar ile ilişki kuracaktım. Öyle de yaptım. Ne kadar absürt reaksiyonlar aldım, anlatsam aklınız durur. Birkaç gün böyle geçtikten sonra okula gitmeye karar verdim. Kimdi arkadaşlarım merak ettim. Birçoğu ile sohbet dahi etmedim. Kendimce birilerini arıyordum, neden bilmiyorum? konuşmaya, anlatmaya ihtiyaç duyuyordum. Bir anarşist ile tanıştım o filtre sonrasında veya denk geldi bilmiyorum. Bir şekilde kendi evimdeki tüpü çalıp, onun evine yerleştim biraz zaman sonra. Ev arkadaşım ve yeni evim oldu. Hem de daha ucuzdu. Babama bir sürü şikayet telefonu gelmiş benimle ilgili, ama o ne bana söyledi bunu o zamanlar da, ne de zararı karşılayabildi maddi olarak. Sanırım adam da, bir tüp ve yarım kira için bu kadar dert etmedi kendine durumu. Konu kapandı gitti. Ev arkadaşım ile çok iyi anlaştık önceleri, sonra parasızlık geldi çattı. Babamlar bir lira gönderemiyorlar bana ve bende talep edemiyorum. Kredim yatana kadar ne yapıp edip sevdirdim kendimi ve her borcumu ocak ayında yatacak olan devlet kredisine erteledim. Kendimi sevdirmeyi hiç istemezdim mesela, ama beni sevmeseydi anarşist de kabul etmezdi ona kira veremeyişimi. Paran yoksa eğer, çektiğim otostopta dahi, paran yerine sohbetin vardır. Bindiğin araçta uyumak lükstür ve bu lüksü kimse karşılamaz. Arabasına alan insan o gibi ve onun istediği kadarını bekler senden. Paran yoksa, onun istediği kadarsındır yani. Bu düzende böyle olmak zorunluluğu devlet garantisindedir. Neyse uzatmayayım, anarşist ile kitaplar okuyor, okuduğumuz kitaplarda teorik tartışmalar yapmaya başlıyoruz. Teorik dediysem, öyle Bakunin, Proudhon falan tartıştığımızdan değil. Orwell tartışıyoruz, Sovyetler eleştirisi üzerine falan konuşuyoruz. Yani anti-sosyalizm propagandası üzerinde dönüp duruyoruz. Zaten bizim anarşistinde istediği bu. Bir yere varmadı tartışmalarımız, ne ben anarşist oldum, ne o komünist. Yani bende komünist değildim ama olsun işte değiştiremedik birbirimizi. Sonunda üçüncüyü aldık eve. Ortalık kızıştı o günden sonra iyice. Ben kirayı veremeyince uzunca, olaylar oldu. Bulaşığı yıkadım evde, temizlik kitlendi bana hep falan. İş buldum kendime, haftalık yetmiş liraya. Asgari ücretin 1%4'ü ne tekabül ediyor o zamanlar. Ama kira falan çıkacak işte. Ev arkadaşlarım ile problemler büyüyünce, evde hep bir kriz yaşandı ve beni gönderemeyince evden, eşyalara sahip olmalarına rağmen çıkıp gittiler. Bana bir yorganım, bir halım, bir de elbiselerim kaldı. Kış günü fotoğrafçı olarak çalıştığım dükkandan aldığım, küçücük soba ile kaldım, bok çuvalı gibi. Yoktu param ve hiç olmayacaktı ihtiyacım olduğu kadarı. Onlar evden eşyaları alırken, ben işteydim ve akşam manzara ile karşılaştığımda çöküp kaldım evin ortasında. Ama güçlü kalmam gerekiyordu. Kalan birkaç eşyayı almaya geldiklerinde eve, onları, borca aldığım ufak rakım ve pet bardağım ile karşıladım. Birkaç söz dalaşı dışında olay çıkmadı. Gittiğinde tüm eşya ve insanlar ağladım hüngür hüngür. O güçlü durmaya çalışmalar çok yormuştu bedenimi. Parasızdım çalışmama rağmen ve daha zor bir süreç vardı önümde artık.
bu başlıktaki tüm entryleri gör