confessions

ontolojik sancilarimin merhemi

1. nesil Yazar - Minnet duyulası

  1. toplam entry 1315
  2. takipçi 54
  3. puan 40778

cesaret

ontolojik sancilarimin merhemi
cesareti güdü olmaktan çıkaran neydi? insanlar doğuştan gelen pek az güdüye ( emme, yakalama) sahiptir ve elbette cesaret bunlardan biri değildir. beceriyi kapsamaz. cesaret, korkuYla ( cesaret korkuyu içine soktuğu için) var olur. korku, cesareti harekete geçirmeye ya da geçirmemeye, kimi zaman ondan zevk almaya olanak verendir. bir yetiden ziyade bir işlev, bir içgüdüden ziyade bir itkidir. bir kez cesaret edersen, devam ettirmek bir haz almaya ya da vermeye dönüşür. cesaret erotikTir, seks yapmadan ( fantezilerimizin çoğunun birleşmeyle ilgisi yoktur) çocuk yapabilmektir. cesaret, derin bağı olan korkudan kurtulabilmek için didinir; korku mağlup olduğunda cesaret; tanrı'ya en çok benzeyendir.

alışkanlık

ontolojik sancilarimin merhemi
insanlar alışkanlık yüzünden bile ölebilir -yani hayata tamamen alışırlar ve gerek tinsel gerek fiziksel açıdan körleşirlerse.

Hegel


doğumdan bir kaç saniye sonra bebeği sallayarak ve böylece ona nefes alması gerektiğini hatırlatmak gibi. nefes almayı unutursa ölür. farkında olmadan yaptığımız tüm eylemler üzerine düşünülmeden alışkanlıklara dönüşmüştür. alışkanlık tamamen mekanikleşmiş bir duygu; yürümeye başladığımız anda onu bilinçli bir şekilde istemeden isteyeceğimizdir. çünkü istenç alışkanlıkla somutlanmıştır. ezcümle: özne alışkanlıklar sayesinde bedenini kendine mâl eder.

bana kalırsa alışkanlıklar adım adım bilinci arka plana iten yahut devre dışı bırakan sürecin birer parçasılar. hegel'in tinsel ve fiziksel anlamda körleşmeden kastını bilincin devre dışı kalmasıyla girilen uyku hâli olarak görüyorum. idrâkın tamamen kaybolması insanı ölüme götürebilir. ölümün gerçekleşmesinin nedeni basit bir alışkanlık olarak görülse de bu tümelin neticesi olabilir.

şimdi

ontolojik sancilarimin merhemi
zamanın dışlanmış üvey evladı; zamanın bağrından uç veren, geçmiş ve gelecek arasındaki tereddüt. geçmiş-gelecek arasındaki girift ilişki. Varlaşım ve varlaşmanın temsil edildiği senkroni. anın kendisi, geçmişe yakılan ağıt. geleceğe uzanan ip.



şimdide yaşananlar, görünürün alanındaki bir boşluğa, bakışımızın boyutuna girmeyen bir menzile işaret eder. gelecekle arasındaki ilişki geçmişle dolayımlanır. şimdinin sesi, geleceğin dilsizliği, boğazda takılıdır. anın içindeki özneyi yakalar, yaşanır ve ölür. başka bir deyişle, şimdiyi (yaşananı) geleceğin hükümsüzlüğünün karşısına koymak mümkündür. bu, namevt bir canavarın tekinsiz yaşamıdır. şimdi, her türlü dirençten azade fakat geçmişle boğulmaya hazırmış gibi yaşanır. tatlıdır aynı zamanda üzgündür. Gerçekliğin üzerine devrildiğinde; devrilmemek için çizdiği gayretleri, düşerken çizdiği parabol olacaktır. orası; şimdinin, geçmiş olduğu ilk olay yeridir!

susmak

ontolojik sancilarimin merhemi
“ insan susmakta usta olmalı” yani İnsan susması gerektiğini önceden bilmelidir. Ya bu insan, aşılması gereken bir şey. Anima tarafı esas olan duygusuz, farklılaşmamış, seçilmemiş, duygu ile nitelendirilmemiş bir gerçekliğe sahip olabiliriz aslında. Gerçi bizden oraya az yol kaldı.

ahlak

ontolojik sancilarimin merhemi
“Komşu komşuyu hiçbir zaman anlamadı, ruhu hep komşusunun vesvesesine ve kötülüğüne hayret etti.
Her halkın üstünde bir erdemler levhası asılıdır. Bak bu, o halkın zaferinin levhasıdır; işte! Bu, o ulusun güç isteminin sesidir.”

Nietzsche.


Ahlâk yoktur. Sihirli bir performansa katıldınız ve ilaçtan bir doz aldınız gibi saçmalıklardan söz etmeyeceğim size. Nietzsche, ahlâkı, burada güç içgüdüsüne bağlamış. Doğru da yapmış. Ulusların ve bireylerin ahlâkının esas olarak adaptasyon yönünden yoksun olduğunu dile getirmiş. Bir halkın önde gelen fikirleri, başlıca değerleri, psikolojik niteliği de temsil eder. Bir ulus belli bir düşünceye sahipse ( ahlâki olarak ) tezahürü olarak istediği şekilde yönetilmesini ister. Nietzsche, türkiye'nin ahlâki yönünü iki cümle ile yüzyıl önce özetlemiş. Ahlâkı ve değerleri olmadan toplumlar, varlıklarını sürdüremezler. Ve bu da komşu ulusların değerlerinden farklı olmalıdır, yoksa farklılaşamazlar. Bir diğerinden ayırt edilemez toplumlar birbirine karışır. Önder bir fikri olmayan toplumda ortaya karışık türkiye-suriye tablosu çıkar.

sildiğim entry'leri geri yayına al

ontolojik sancilarimin merhemi
Gün geçtikçe okuyup-araştıran insanın düşünceleri değişebilir. Dün düşündüğüm gibi bugün düşünmüyorum diyebilir. Malumunuz bilgi ve düşünceler zaman geçtikçe olgunlaşır; Entryleri gözüne küçülmüş, büyümemiş gelebilir. Yani bunu “sevgiliden ayrılınca fotoğrafları kaldırmak” gibi düşünmek biraz olmadı sanki. (: hem neden anlamsız olsun ki? ilişkide olmanın dezavantajı, avantaja çevrilir ki yeni bir hayat inşa etmek mümkün olsun. Kaldır resimleri!

geç kalmak

ontolojik sancilarimin merhemi
"insan bir kere birine geç kalır ve
bir daha hiç kimse için acele etmez."
yaşar kemal

Tipik umutsuzluk. Aynısı sabahattin ali'de de var. Ahmed arif'i severim bu konularda ben. Leyla'sına olan deli dolu duygularını. Beklemek, geç kalmak, erken gitmek demeksizin. Hayatı bir tek tecrübeyle ipotek olarak vermek mümkün mü sizce? O “biri” her zaman beklenen ve gidilen biri olmayabilir. Sanılabilir sadece. Bir aşkı tek başına yaşamak; ötekini buna dâhil etmeden yaşamak daha kolaydır. Kolaydan ziyade insanidir. Küllenip gider acılar. Bazen kader yolundan şaşabilir bilinci ve kalbi prangası altına alabilir. Ve insan, kendi marazili takıntılarını tipik bir şekilde yukarıdaki dizelerle mazur gösterebilir.

bir insanın kendini sevmesi

ontolojik sancilarimin merhemi
Zihnimizin, soyut, analitik ve yalıtıcı düşünce tarafından baskın bir farkındalığına karşı, ego, ihmal edilmiş narsisistik duygusuna yön veren, insani krizimizin, açlığımızın, okşanmaya dair duygularımıza yol açan ana arteri oluşturur. İnandırıcı bir duygu normalliği ile karşı karşıya kalan benlik, çelişkileri kolayca gözardı ederek duygunun mükemmelliğine kaptırır kendini; doğru tavrı, istenen görüntüyü sunmaktan dolayı insan sever kendini.

evde zaman geçirmek

ontolojik sancilarimin merhemi
Zaman algınızı yitirmenizle sonuçlanabilir. Zaman hızla akar, sabahlar, geceye karışır. Bugün aslında dündü, dün aslında bugündü karmaşası içinde geçip gidebilir her şey. Bu, zihninizi neye-nasıl entegre ettiğiniz ile de ilgili bir durum aslında. Kendinizi beslemek önemli. Bazen herhangi bir şey olup hayatımıza öyle devam etmek fikri çekici gelmeyebilir. hiçbir şey olmak var; bu aynı zamanda en az her şey olma olasılığı da demektir. keşfi sevmek gerek. sıkılmayı değerli bir meziyet olarak görmek, kişinin kendisine has meditasyonlarının olması gerek.

hayal kırıklığı

ontolojik sancilarimin merhemi
Bence hayal kırıklığının içinde hayal göçmesi saklı. Hayallerimiz, biz onları “ kırıldı “ bildiğimiz andan çok önce ilk hasarı alıyor ve bir daha asla eskisi gibi olamıyor. Bir içeri göçme, araba kaputu gibi bir hasar. Hayal kırıklığı demeye başladığımız anda ise aslında kendimiz direği olduğumuz yapının altından çekiliyoruz ve her şey yerle bir oluyor. Kolu bacağı parçalanmış hâlde bir yeryüzüne iniş; Çokların başına ansızın gelen ani bir felaket.

indolentexistence

ontolojik sancilarimin merhemi
Msj fasilitesi sıkıntı çıkarıyor. Buradan yazalım o hâlde.





“insanlar her türlü sebepten dolayı bilime ilgi duyabilirler. tercihsel sebebi belki de en yaygın ve belirgin olarak, bazı indirgeyici ya da ontolojik naturalizm biçimlerinin felsefi sonuçlarından derin bir memnuniyetsizlik olarak tanımladığım durum üzerine odaklanmış gibi görünmektedir." 

bu cümlede belirtilen tercih aslında aristo zamanından kalmadır. o zamanlarda bilim ile felsefe beraber hareket ediyordu. zaten bilim thales ile başlar ve mısır'a olan ziyaretinde nil'in taşma zamanının hesaplanabilmesi, tarım için kullanılan geometrik yöntemler falan filan tanrı'nın varlığına gerk duymama fikrini doğurur. akabinde öğrencisi anaksimandros ile tartışmaları da hipotez kavramını doğurmuştu. bunlar temel bilgiler. adamların tanrı ile olan derdi o zamanlarda bitiyor ki belirttiğin memnuniyetsizlik o zamanlarda da var, yeni bir şey değil. öğrenip de gel.


"gerçeklikle olan tek kavgamız nedensel açıklamalar ise, o zaman ajan olma duygumuzu, norm ve değerlere olan bağlılığımızı, hakikatin normatif kuvvetine olan inancımızı ve kendimizi olma şeklimizi nasıl hesaba katacağız? kavramları uygularken ve inançları gerekçelendirirken rasyonel davranmak? bilim açıkça dünyayı açıklamak için inanılmaz güçlü bir araçtır. ancak hiçbir insan girişimi, en azından dolaylı olarak, bir insan hayatını bundan daha etkili bir şekilde yönlendirmenin ne olduğu konusundaki algımızı sorgulamak için görünmemektedir."

başta şunu belirteyim gerçeğe giden yol 3 boyutludur, ki bunun üzerine konuşmak söz konusu olacaksa nereden yola çıktığın önemli. pozitivist düzlem mi, inanç çizgisi mi, neresi? belirttiğin nedensel açıklamaların yeri pozitivist düzlemde bulunmuyor maalesef. bilimin en temel sorusu "nasıl?"dır. süreci anlamaya çalışır, nedenlerle ilgilenmez. determinizmin bilimde yeri heisenberg ile sona erdi. istersen burada kuatum da konuşabiliriz, hatta basit düzeyde kuantum mekaniği problemleri de çözmeye çalışabiliriz ( bir mühendis olarak nadiren hobi olarak basit soruları çözmeye çalışıyordum. cidden zevkli tavsiye ederim ) ama sorunumuz bu değil. bilimsel yöntemde hegel'in determinizmi zaten yok, açıkça karl popper'ın yanlışlanabilirlik ilkesi ve yalanlar üzerinden giden bilim çok daha açıklayıcı. bunları uzun uzun da yazabilirim sıkıntı değil. bu arada hegel'in determizmi tez, antitez ve sentez üçlüsü ile anlatılmaz, ki yazımda bunu anlatmaya gerek de duymadım. hegel amiyane tabirle ortada ne varsa onu anlatma derdindedir. iki tarafta da şunlar şunlar var, durum bundan ibaret der ve sonuca gitmez. şimdi hegel'i anlamak için de spinoza'ya girmemiz gerek. hegel'in ardından gelenler onu arka plana atmaya çalıştılar, her neyse konu dağılacak ve sen yine anlamayacaksın.

şimdi felsefe tam anlamıyla determinizm ile ilerlemez, bunu elbette biliyorum. az önce bahsettiğim hegel'in ortaya bir sonuç çıkarmayan anlayışı buna çok güzel bir örnek. zıtlıkların çarpışması yol almak için yine de güzel bir araçtır. zihinde çarpışan karşıt düşüncelerin insanı götürdüğü yerlerin hatırına bunu görmezden gelemem. felsefe gerçeği bulmayı da vaad etmez, gerçeği açıklamayı bırak, söylemek bile imkânsız. olsa olsa ancak gerçek üzerinde konuşmak mümkün gibi bu da felsefenin oyun alanı. bunu yaparken bilim kadar soğuk değil tabii. işin içinde bahsettiğin nedensellik kavgası var. mana arayan birinin içini ısıtmak konusunda felsefe yardımcı olabilir, aynı şekilde bunu inanç da yapabilir. yalnız burada sorun felsefenin insan aklındaki sorulara cevap veremeyecek olması. arayış var lâkin kesinlik yok. şimdi burada pragmatizme girmek gerecek ve sen yine yeniden anlamayacaksın. peirce, ontolojik metafiziğin neredeyse tüm önermelerinin anlamsız ya da saçma olduğundan bahseder ki sonu gelmek bilmeyen ontolojik tartışmalar insanı bir yer götürmez. bunun hakkında uzun uzun yazarım da görüyorum ki şu an lüzumsuz. kısaca felsefe ile insan olmanın tabiatını idrâk etmek umut verse de gidilen yol itibariyle insanın aklını daha fazla yoracağı için huzur verici olmaz. benim bahsettiğim bu idi. yine de tercih meselesidir. isteyen, böyle bir yolu izleyebilir.
İsteyen, kendisine ait olmayan felsefi metinleri oradan şuradan çalıp, paylaşabilir. İsteyen, çaldığı girileri silip, kendisini, okuyanların yazdıklarına artık şüphe ile yaklaşmayacağını sanabilir. İsteyen, kendini bir halt sanarak ona buna anlamadığı konular hakkında ”çomar, yobaz” gibi yaftalarda bulunabilir. Madem yarın öleceğim, arsızlığın dibine vurayım bari diye de düşünebilir. Ben de tüm bunların ötesinde duygusal ve kompleksli olarak devam edebilirim yazmaya. (:


Ha bu arada! neden ille de ağdalı bir üslup kullanmak için kendini kasar ki insan. böyle bir tutumla ancak entel olunur, ki entelektüel hassasiyet karmaşık olan mefhumları basite indirgemeyi gerektirir. Hoşça kal, güle güle. (:

bilimsel bakış açısıyla içini deşarj eden insan

ontolojik sancilarimin merhemi
inanç deyince aklına caner taslaman ve serhat ahmet tan gelen ve kendince konuyu sodomize etmeyen çalışan türlü ergen esprilerini (: bir kenara bırakırsak; akılla gidilen bir yolun ardından ulaşılan sonuçlardan ziyade kabullerin ardından inanışların olması elzemdir, canım arkadaşlarım. örneğin skolastikler akılları ile bir sonuca ulaştıklarını düşünmüşler ve inançlarına akıllarını uydurmaya çalışmaktan başka bir şey yapamamışlar. bir inançtan bahsediyorsak akıl inancın ortaya çıkışına kadar serbesttir, inancın varlığından sonra akıl ona tabi olur. inanç istemlerinin ortak yönü budur. şimdi aklın serbest olduğu inanç öncesi evreyi ele alalım. bunun için de aklın inancı kabul etmeyi istemesi gerek. dikkat ederseniz inancın varlığını ispatlaması demedim. inancı kabul etmek istemeyen akıl kabul edebileceği ispatlar olsa dahi inanmak istemez inanmaz ve de aksi için sayısız nedeni olsa bile inanmamak için bir zerre bulsa ona tutunur. aynı şekilde inanmak isteyen akıl ise iman için bir zerre bulsa ona sımsıkı yapışır. İşin özeti bu aslında. İnancın sahası yok. anlamayanlar için tekrar edelim: kavramların hakkını verin.

neyse bilimsel bakış açısı demiştik, başlıkta bir garip. ille de deşarj olacağım diyorsanız uyuyun. rüyalarınız sizi terk etmez. (:

bilimsel bakış açısıyla içini deşarj eden insan

ontolojik sancilarimin merhemi
bilimsel bakış açısının getirdiği çözümleyici tutum insanın ne zihnini ne de ruhunu deşarj edebilir ki, analitik düşüncenin potasında parçalanmış düşünceler, veriler, senteze ulaşıncaya kadar insanın içinde birikir ve bu birikim kendine has mutsuzluğu getirir. bilimsel bakış açısı hakikatini "nasıl?" sorusunda araken sürekli bir yanlışlanabilirliğe ( hataya ) ( Bilmin kendi altını oyan bir aşırılık doğurması anlamında, semptomları da ele almak gerekir. Her bakış açısı başka bir şeyi dışarda bırakır ve diyalektik çaba tam da bu aşırılığı içerme ve izah etme çabasıdır. bilmin yanıt veremediği yahut kanıtlayamadığı konular hakkında; büyük ihtimalle zamanın sonuna kadar da gerçekliği ortaya çıkmayacağı konular hakkında hatalar yapılacak ve bu hataların çoğalıp yayılması doğasında olacaktır. ) ihtiyaç duyar ve bu süreci basamakları bilmeye yönelik bir tutumdan ötesi değildir. ontolojik anlamda bilimsel bakış açısı "neden?" sorusu ile ya da nedensellikle ilgilenmeyi çok uzun zaman önce bıraktı. bilimin gözünü dikkitiği hakikat, "how stuff works" sorusundan ötede değil. buradan bile bilimin aydınlatıcı özelliği yanında ruhsuz ve soğuk yanını görebilmek mümkün. bilimsel bakış açısınında insan kendi kendini yeni sorularla meşgul ederken ancak merakını doyurma tatmini sonsuza giderken limitini görmeyi umabilir. bu bir derşarj değildir, aksine şarjdır ve insana attığ her adımda ağırlığını arttırak hissettirir.


söz konusu deşarj ise bunu felsefede bulmak olası değil. felsefe sorgular ve her sorgulamanın neticesi parçalanmadır ki, bu parçlar zihin odalarında kaos getirir. insan bu düzensizliği toplamak için çaba sarfeder ki bu çok yorucudur. varlığın "neden" sorusu altında incelenmesi bile sonuca götürmeyeceği için rahatlama getirmez. deşarj olmak isteyenleri inancın dünyasına almak en doğrusudur çünkü anlam üzerine sorulabilecek her sorunun cevabı bir şekilde verilir ve alınan her cevap da bir tatmin yaşatır. zihinde her şey yerli yerine oturmuş, ve içindeki kaosu toplamış insan deşarj olabilir. dini bir toplantıda akıldaki her ayrık düşünce bir değer vasıtası ile toplanır. dinlenmiş ve biraz tatile çıkarılmış bir akıl, toplanmış bir zihin rahatlamak için yeterlidir. o yüzden bilimle deşarj olmaya çalışmak yerine tüm nedenselliğe verilen cevapların cümbüşünde bir deşarj olma durumu sanki daha mantıklı.

zengin itiraf

ontolojik sancilarimin merhemi
Bekliyorum. Ne kadar süredir beklediğinin farkında olmayan amneziyak biri gibi. Tabii bu zamanın izafiliği hakkında konuşacakları yok anlamına gelmez. Yosun tutmak deyimi buradan çıkmış olabilir. Kıl payı bir farkındalık kazanmış; kibirsiz, maymun iştahsız, sadık ama şaşırgan bir ruh hâli. Zamana ucundan kıyısından yenilmeyişime karşılık; Kaya yosun tutar ama yerini bırakmaz. Nirvana'ya giden yol hareketsizlikten geçer felsefesini benimsemiş. Arizona'nın kavruk ıssızlığını gidip görenler bazen çölün metruk ve gayri insani olmak şöyle dursun, tıpkı cennet gibi olduğunu söylerler. Bağımsız mı kalması gerekiyor insanın acaba bu hâli yaşayabilmesi için? Evet, Suyun içinde dik dur, sürüklenen şeyler arkandan akıp gitsin.
0 /