yazmak

ihtiras limani
kağıda dökülen iletişim, kendinle veya başkasıyla. bu tanıma anılarımız da girer, not aldığımız tarih de.

yazma isteğini en fazla çok okuduğum zamanlarda buluyorum. okuduğum yazılarda gördüğüm o berrak akıl, güçlü ifade, etkileyici ve aşinalık hissi uyandıran his kafamın içinde dönüp duran şeylerin bir kısmını kağıda aktarmam için itici güç haline geliyor. normalde yazdıklarımdan daha mutlu daha anlamlı şeyler yazdığımı düşünüyorum bu zamanlarda.
ontolojik sancilarimin merhemi
artık iyice ağırlığını hissettirmeye başlayan. iç sesim hakim zihnimin köşelerinde. yaz, yaz, yaz ma!

amadeus'ta mozart'ın evine, requiem'i sipariş etmek için gelen ve bir kontun gönderdiği ulak olduğu rivayet edilen pelerinli korku abidesinin bir alegorisi gibi yazmak, şu günlerde. aynı filmden commendatore'nin tehditkarlığını taşıyor aynı zamanda. bazı felaketler, havada vurulup irtifa kaybetmeye başlayan kuşun yalpalamasıyla, olasılık atmosferinden gerçek zeminine düşmesin diye yazmak.. bir borcun ödenmesi mahiyetinde değil de, alacaklı olduğundan..
monster degree
Ara ara insanın canının hiç istemediğidir.

İstememek bir yana kendi yazdıklarını ergen mektubuna benzetme ve yazı yazan parmaklarından tiksinme şeklinde de vuku bulur.

Kalemime tüküreyim!
monster degree
Anlatım biçiminden bağımsız olarak duyguları ve düşünceleri net bir şekilde ifade edebilmemize yarayan eylem. Dize dize ya da cümle cümle, hiç fark etmez. Bunu hangi platformda ve hangi dilde yapıyor olursak olalım o dilin yazım kurallarını eksiksiz uygulamaya özen göstermemiz de vazgeçilemez bir şart tabii.

Bazen konuşmaktan daha etkilidir zira söz uçar yazı kalır.
kozmos
gelişigüzel veya, bir düzen içinde yapılandır. tarafımca geliştirilen alternatif tıbbın geldiği son noktadır, terapidir.
rakunzhell
okyanusa tüpsüz dalış yaptıktan sonra nefesimin yettiği kadar derine yüzüyorum. derinlikleri aştıkça varlığından habersiz olduğum güzellikte canlılara rastlıyorum. daha da derine doğru süperman'in havada uçuşu gibi gidiyorum. gittikçe en temel ihtiyacın 'su' olduğuna inandırılmışlara gülüyorum. dipsiz derinliklere daha da daldıkça nefesimin yavaş yavaş tükendiğini hissediyorum. tükendikçe beynimde oluşan cam kırıklıklarının sesini duyuyorum. geri dönmeye karar versem bile artık çok geç, en dipteyim. oksijenin insan hayatındaki önemini iliklerime, en ince damarlarıma kadar hissediyorum. ex olan hastaya bağlı cihazın çıkardığı o beyni kemiren sesi duymaya başlarken, bir elin o en derinliklerden elimi tuttuğunu hissediyorum. tutup çıkarmıştı o mucizevi el. artık kana kana su değil, nefes içiyordum. işte yazma eylemi, o görünmeyen el gibi geliyor bazen.
kozmos
çok sevdiğim bir arkadaşımın bu konuda şöyle bir sorusu mevcut;
''Yazmak, bir hazin başlangıç mıdır yoksa bir hazin başlangıcın sonu mu?''
bu soruya tek bir cevap verebilecek kadar -amiyane tabirle- yürek yemiş biri değilim. sanırım akıl sahibi kimseler de benim gibi düşünür. çünkü yazmak ne bir şeyin sonu, ne bir şeylerin başlangıcı. iki sorunun da iki farklı cevabı var. salt doğru olmadığı gibi salt yanlış da değil. çünkü bunun bilgisine henüz kimse vakıf değil. fakat yine de, bir miktar netlik kazandırılabilir.

yazmak hem, hazin bir başlangıçtır, hem, hazin bir başlangıcın sonudur.
yazmak aynı zamanda hazin bir başlangıç değildir, ancak bu hazin bir sonun gelmeyeceğini de garanti edemez.

tüm bunlardan çok da bağımsız olmayacak şekilde yazmak, fikrime göre hastalıktır. gerçek manada 'yazabilen' ya da 'yazan' insan, mutlu değildir. bir şeyleri biliyordur çünkü ve bilgi yüktür, zuldür.

bilgi zenginlik olabilir, ancak zenginliğin iyi olduğunu kim söyleyebilir? mesela, herkes parasızlık, fakirlik ile sınanmaz hayatta.
para ile de sınanır insan. hatta en çok para ile sınanır. özellikle günümüz toplumlarında.

tüm bunlardan... diye başlayan paragrafa dönecek olursam, 'yazmak', güzel bir hayata denk düşmez. anlatabilen, yazabilen insan, anlatabilse kendini etrafına, aktarabilse benliğini, içini, niye yazsın? yazabilen, yazan birinin kendinden başka, en çok tükettiği şey kalemidir. ancak anlaşıldığı gün de, o kişinin sümerler dahil olmak üzere yazıya ve yazmaya dair her şeyi unuttuğu gündür.
monster degree
Günde en az bir miktar yapmadığımda ağzına kadar dolmuş, taşması ufak bir dürtüklemeye bakan bardak gibi hissettiğim eylem.

Bir gün yetilerimi kaybedersem ne yaparım bilemiyorum.
keskin nisanci
bazıları için terapi gibi olan eylem. benim için öyle en azından, birincisi yürümek ikincisi de yazmak. bu iki eylem rahatlamama vesile oluyorlar.

ben her gün sayfalarca yazı yazardım eskiden, hiç günlük tutmadım ama her gün mutlaka yazardım ama yazmayı bitirdikten sonra yazdıklarımı okumadan, kağıtları buruşturup atardım. ne yazdığımdan çok yazma eylemini seviyorum ben. sözlükte de yazıyoruz ama hiçbir şey eline kağıdı, kalemi alıp yazmanın yerini tutamaz.
siz hepiniz ben tek
Bazı insanlar için anlama şekli.
Yazdıklarımı, okuduklarımdan daha iyi anladığımı keşfetmem, lise yıllarımda, küçük kağıtlara yazdığım kopyalar sayesinde olmuştur. Bütün gece yoğun uğraşlarla hazırladığım kopya kağıtlarına bakmadan cevaplardım soruları.
kozmos
çok sevdiğim bir arkadaşımın da dediği gibi;
''yazmak, dil denen bok çukurunda kadehi dökmeden şarap içmeye çalışmak gibi''
leonidass
beynin farkli bolgelerinde depolanmis kelimeleri duyguları ve durumları aktarmak için belirli bir düzende bir araya getirip unutulmamasını sağlamak için kullanılan bir yöntem.