zengin sözlük yazarlarından şiirler

ontolojik sancilarimin merhemi
rüyalarındaki mor gölgeler,
denedi göz kapaklarıma dokunmayı..
olmadı bir perde,
tavanı delip yıldızları sayan gözlerimde..
dört duvar bir kelepçe,
geçmişten şimdiye uzanan hislerimde..
unutmak ne mümkün!
kucaklamaya alıştım ıstırabı..
kaderin üzerine örtülen bir yorganın altında,
umutlarını yakan kız çocuğuyum..
kırık kalbim ki çok yorgun,
sınırların dikenleri tellerine çarpıp kanar..
hayallerim o kadar kısa ki,
parmak uçlarımda çizerim resimleri..
beyaz bir tuval içinde,
ne varlık ne de yokluk söz sahibi iken,
beyaz giysiler içinde,
bakışlarımızla anlatalım göklerin kuşağını..
rengarenk boyanmış bedenlerimizde,
tek kelime etmeden saflığı kovalayalım..
gerçekliğin katı halinde,
izin ver, olmayana beraber uzanalım..
sultanahmet
-Bulmalısın beni kayboldum okyanuslarda
,
-bakışların kadar derin değil hem buralar
..,
-sadece birkac damla gözyaşı balıkların,

-ve senden güzel olmayan deniz kızları var.


-
-
-ve gözlerine yosundan sürmeler çekilmiş,

-mercan resifleri de adını söylüyorlar
.
-yüreğim bir kez daha bu sebeple ezilmiş,

-ben söylemedim. Adını nereden biliyorlar?
(tum haklari saklidir ilerde zengin olcam yayinlayip)
kaptonur
Sen...
Evet sen...
Neden her nefesimde içime doluyorsun?
Neden sürekli elimdesin?
Kalbimin üstünde bir cep var hani bilirsin.
Neden sürekli o ceptesin?
Neden en yakın arkadaşınla yanıyorsun?
Yandığın yetmez gibi benide yakıyorsun...
Neden beni yakıyorsun?
Bitiyorsun...
Ama yeniden geliyorsun.
Neden?
Bitiyorsun...
Yine geliyorsun...

Kaptonur'un şiir arşivi 2017 "son sigaram"

Slm/kpt
ontolojik sancilarimin merhemi
Gri ve siyahtır içimde perdelenen
sonra sen süzülüp gelince,
gök mavi gece sıcak bir siyah
ve kan kırmızı olur
içimde dünyalara hayat bağışlanır..
bu yüzden ne zaman dizeler açmak istesem
yönümü çeviririm sana..
kaldır bakışlarını,
üstüme vurursa bu mehtapta,
sarhoş olmak var..
ontolojik sancilarimin merhemi
dur bekle! tut geçen duygularımı,
parmaklarının rüzgarıyla çevir onları,
kalbine gidenleri döndür ihtişamınla,
yer yüzünde gezen tüm gri noktalara..
yürüyelim olur mu?
kırık kaldırımların uzanabildiğince,
tabanlarım yalın ıslaklık üşütüyor..
kalbine giden yolda donmuş ruhum,
ellerini sürtünce ısınıyor..
hatıralara sarılmak basit de,
her nefeste onların var oluşuna tanıksan,
bakışlar görür görünmeyenin dokusunu,
parmaklar ışıkla parlar sadece varlığınla..
skordan sorumlu devlet bakani
Her şey zoruma gidiyor,
Kaldırımlar, ay ışığı ve yıldızlar,
Umutlarım,
Eriyip giden kar taneleri gibi
Bir bir yok olurken,
Sen, duygularımın prensesi,
Sen de zoruma gidiyorsun.
Hayallerim, gözyaşlarım, gözlerin,
İnan bana içimde büyüyorlar.
Yalnızlığımı anlamadan,
Umursamadan anlamsızlığımı
İşte, yine gidiyorsun.
Ben kapılar kapadıkça yalnızlığın üzerine,
Sen, gözlerinin mührünü çekip alıyorsun içimden.
Öyleyse kurtulmalı mı senden,
Yoksa göze mi almalı çaresiz
Yanmayı ateşinden.
Bir tek ben miyim yenebildiğin?
Ya da
Aşkına göğüs gerebileceğini bildiğin.
Bir farkım var demek ki,
Sevinmeliyim öyleyse.
Çekilmeye değer tek acı aşksa,
Durmalıyım karşında,
Aşkına göğüs germeliyim.
ihtiras limani

Dünyasını sırtında taşır insan
karanlıkta alır nefeslerini
insan aydınlığıdır gündüzleri
saklasa da yabani gerçeğini
ne zaman ki boynunda
kalabalıkların nemli rüzgarı dolaşır
çekilir dünyanın çıplak saklısına
bütün yargılardan uzak
kurar çadırını benliğin çölünde
yıldızlı göğü bekler
ve koynundan çıkarır sevdasını
utanç şehirde kalmıştır
toz bağlar insan tuzakları
sızılarla sevilen de dahil
bütün sıcaklıklar yıldızca uzaklaşmıştır
bir yılkıya sahip olma tutkusu gibi
yılları, anıları dolaşır
karmaşık bir çaresizlik hali
şehir içinde şehir
insan içinde insan
utanarak sever sevmişliğini
sevilmemişliğiyle savaşır.

Leyla, çölde unutulur ancak
geceyi bekleyen kum akrepleri
yoldaşım ve sırdaşım olur
akar zehirlenmiş kanım
yıldızlı gök altında gülümser kainat
geçilmez uzaklıklar sığar avucuma
düşürür peçesini gerçek
deniz rüzgarlarının nemi kaybolur
yüzümdeki izleri dolaşır
gözlerimi kısarım mızraklamak için serapları
kutup ışıkları geçer üzerimden
kristal hikayeler ufalanıp düşer kuma
ayak izlerinin o tek silicisi zaman
çölün yıldızlı göğünde çizer imgesini
ölümün cennetindeki hakikat çiçekleri
söyler : kum saatinde deveran etmektir yaşam
çöl uyandırır içimdeki akrebi
anlarım, kendi zehrimdedir devam.
ontolojik sancilarimin merhemi
çehrelere kazınmış yılları,
gözlerden yavaşça kaybolan ışığı,
dürüstçe haykıran aynalar!
elbette aşık olduğum gerçeği,
benden saklayamazlar.
küçük girdaptan ufkun sonsuzluğuna,
akarsın bakışlarımdan sevdiğim.
dudaklarımda eğrilik,
belki en yalın doğrulara denk.
iç dünyama bir ok süzülür,
meçhul yolculuğunda yanar tutuşur,
saplanır en mahrem yerime,
bütün olur yanarım seninle..
ontolojik sancilarimin merhemi
sahilin yalnızlığı kaplamıştı etrafı
gün batımına dokunan başka gözler yoktu,
ufuklara demir atmış seninkilerden başka
temiz bir çarşaf deniz, havada tuz kokusu
küçük kıpırtılar bozuyordu bu durgunluğu,
güneşin ışığına tutunmuş kıpırtılar..
kim bilir, belki anlatmak istiyordu hüznünü
derinlere süzülen hasretini anlatacak,
kimse yoktu çaresizce dokunduğu kıyılarda
göğün içi acıdı, dolu gözleri
sahneyi terk ediyordu, güneş,
ardından tatlı sıcaklığı bırakarak..
rüzgar aniden geldi, karakterine uygun şekilde
dalgalar hırçınlaştı, kıyıda sitemkar dokunuşlar
sınırları yarmış gözlerinde manzara,
bütünüyle kendini ele vermişti oysa..
kabaran dalgaların dağınık dansında;
etrafa saçılan köpük köpük,
bembeyaz umut incilerini toplamaya başlamıştı, bakışların..
tekliğin içinde parçalara ayrılmış kalbinin,
aslında hiç de yalnız olmadığını biliyordun
üzerindeki metal yığınlarını görmezden gelen,
kaprisli denize bunu anlatmak elbette zordu..
ihtiras limani
biliyorum dinlenmemeli bazı şarkılar
beklenmedik bir büyü dokunur suya
o unutulmamış beşinci mevsimden kalan
bir rüzgar üşütür beni
sözlerim de gözlerim de prangalıdır
şu fırtınadan bir meltem dahi ulaşmaz sana
aynalarda tek bir yüz olduğumuz
günlerden kalan bir yansıma
vurur gönderilmemiş mektupların satırlarına
harabeler karşılar beni
çünkü yakılmış bir limandır uzanmak sana
gururuma yasak günahsızlığıma günahtır
yazıktır sevdayı susturup alışmaya çalışmak
bir şiir daha çiziyorum
zindanımın duvarına
seni çiziyorum dizelerin gözlerindeki ışığa
susuyorum ki sen konuş yine karanlıklarda
aklımı ve hatıramı takıp bir kuşun kanadına
sarılmaların düşünden düşüyorum yokluğuna.
ropte
yürek salıncağın boş kaldı çocuk
şimdi ayrıldı sevda limanından son gemi
bir daha tutmamak üzere bıraktı ellerini
sana sığınak yok hiçbir yerde
savunmasızsın
medet de umma başka tenlerden
avunamazsın
hiçbir gözde bulamayacaksın aradığını
duymak istediklerini söylemeyecek hiçbir söz
bulutların üzerini de düşleme artık
yürek salıncağın boş kaldı çocuk
ontolojik sancilarimin merhemi
tutsak edelim anı,
bu sayfaların içinde
kırılsın tüm düşünceler,
toplarız hayallerinde
kirpiklerin süpürür
geride kalanları
biraz kahkaha,
birazcık da hüzün
kalbin içinde tüm gizemi
kapılar açılır da
nasıl geçildiği bilinmez
her solukta katlanır boyut,
minicik olur da
sığar mı dersin, avuçlara ?
pestenkerani
Resmi dilde konuşuyor,
yürek dilimle hayal kuruyor,
ana dilimde rüyalar görüyorum.

Üç dilim var benim,
üç ayrı dünya, ayrı harf bükülmeleri
çekimleri, heceleri
üç ayrı dilim var,
dilimin din bellediği.

Birinde mazbut anlamlarım,
birinde karışıklığım, susuşlarım
birinde annemi özlemişliğim,
babamla aramızdaki gri defterlerim.

Üç dilde severim ben,
sevdiğim zaman lafazan olurum.
Ağzımın iyi laf yaptığını söyler durur,
Sedef Hanım, kapı komşum.

Şiirlerim resmi dilde,
herkes anlasın diye.
Dizelerimde uyuttuğum açmazlar var,
yürek dilimde.

Öptüğüm zaman
üç ben olurum dudağımda,
öpüştüğüm zaman dörtlenirim,
gözümü yumar,
sevişmenin aydınlığını yaşarım.

Eşref saatimde biraz kafirim,
oturur böğrüme imânsız bir ses.
Nüzûl olan ayetler bildirir,
yerim cehennem, yemişim zakkum.

"Zakkum nedir bilir misin?"

Merkep saatimde insan olurum,
yeni baştan isim konulur,
Havva'ya Âdem diye yazılırım.
Bir günah işler,
bin tövbe ederim.
Kurulurum hikmetin divanına,
suâl meleklerine sorular sorarım.

Üç dilim var benim,
bir dinim,
nar taneleri gibidir kalbim
her hâbbesiyle severim.
Üç dilim var benim,
bir rabbim,
tanrılar mezbelesine çiçekler ekerim.
Üç dilim var benim,
hayalden mamûr birkaç sevgilim
şiire imân etmişliğim.
Üç dilim var benim,
sonsuz sayıda hüznüm, kederim,
Allah'a giden yolları severim.

Gel dinim ol demiyorum,
gel benim dördüncü dilim ol
Bir Fizan'a sürgün gidelim.
sultanahmet
-Kalemim de sana aşık galiba.
-bugün sana bir şiir daha yazdı.
-çok söyledim dur diye, durmadı ama...
-ne olmuş anlamadım. Böyle yapmazdı..

--

-Gözyaşları da aktı mürekkep olup,
-ismini de çizdi defterden bulup,
-resmini karaladı elimden alıp,
-sana karşı boş olsa böyle yapmazdı...

Not: bu şiirler tarafımca bir zalımın kızına yazılmış olup telif hakları çok çok saklıdır. O kadar saklıdır ki, zalımın kızının bundan haberi bile yoktur.
ihtiras limani
her yer yatak seninle
yaşamanın yorgunluğundan soyunup
varlığının sıcaklığıyla uzanılacak
her mekan bir defter
notlarla ve anılarla dolacak nefeslerden
sen,
zirvelerde bulunmuş
saklı bir vadi gibi
yaşam dolu ve sıcakken
korkmuyorum çürüyen hiçbir şeyden
etimden, zamandan ve bilincimden
sen,
hiç kapanmaz bir gökyüzüyken
kanatlarım kalbini hissetmekle varolacak..
ontolojik sancilarimin merhemi
aslında bir sevda atımı kadar uzağındayım,
yeryüzündeki sahte cennetin, cehennemin
sağ yanımda umutla sarhoş olanlar,
sol yanımda korkudan boğulanlar..
susun, dünyamı işgal etmiş insanlar !
arafın hazzında başlar, kayboluşum;
duymak istiyorum, ruhumun titreyişini
ilahi rüzgar eser belki, kim bilir?
selamlar beni arayan ölü benliğim,
anın içinde geçmişi ve geleceği;
zamanın çizgiyi taklit eden boyutunda
sevdamda görür müyüm, lütfu;
o çaresizlik anında açılan kapıyı,
her zorlukla gelen iki kolaylığı?
düşsem, terke edilsem; belirir mi ıstırap
gazabın tek damlasında kalbi yakan?
bilinmezliğin içinde dokunuyorum,
kendimden doğmuş hiçliğe, ölen varlığa
sahtenin içinde bir an'ım, araftayım
dipten çıkarım, eririm gökte..
düşerim yine sır olan sevdanın merkezine..
pestenkerani
Kuşlar üzerimize,
ötüşler döküyordu
dallar üzerimize eğilmiş
yapraklar bedenlerini eğmiş
senin gamzelerin,
gömülmelik bir şeydi
sonracığıma cancağızım,
omuzlarına kelebekler durmuş
yanaklarına bahar dolmuş
göğüs çatalında batımlık şehvet
şehvetime batmıştı.
mudaran
Nedir bu içimdeki hissiyat
Enteresan belki ölüm
Tuhaf belki aşk
Sıkıntı belkide korku

Nasıl bir ağırlık üzerimdeki
Elbet çıkar yakında kokusu
ihtiras limani
keşfedilmiş bir sırrın
koyu sıcak denizindeyim
umutlu suskunluğunda
güneşine aşık bir gezegen gibi
ışığından kendimi sakınmadan
saklarım seni
dağılan ve aşınan dünyadan

tahtaları çürümüş sandallarla
açılmak gibiyken yaşam
sen bana geceler boyu
okyanuslara yelkenler dikmenin
sabrını bahşettin

sakın boynunu soğuk rüzgarlardan
nefesim ısıtır bedeninin saklısını
ellerim ellerine uzanınca
her yanın öpücük tomurcukları
bütün bedenin baharlar giyinir
ince ve yumuşak sarılmalarda birikir
heyecan kıvrılmalarıyla açılır
ruhumuzun yakaları

kucaklamak bir deliliktir
ateş için barutu ama
küllerinden yeniden doğuluyorsa
hüküm sürendir aşk
ve yanmak gerekliliktir.
ihtiras limani
kendine uzak kalmışsın
bedenin ruhuna daralan parmaklık
yorgunsun güz yaprakları kadar
dudakların rüzgar soluğu
gözlerinin kainat karanlığında
ruhun titriyor mumlar gibi


öldürüp tüm sancılarını
soysam parmak uçlarından bu bıkkın hissizliği
yaşayamamanın verdiği
mor ve sıcak "sen"inle dokunsan bahara
sular akıp gitse gözlerinden yüzünden
saçlarını savursa rüzgar
uykusuz yastık izleri dökülse gecelerinden
hiç kimse ne olduğunu bilmeden
bir masal tılsımını mırıldanıp
tac etsem saçlarına
erguvanlarla dolu deniz yamaçlarına
uçursam ruhunu ansızın
gözlerin aralanır da okursan
kalbinde çiçek kokuları anımsarsan
şiir şükür olur o zaman
kelimeler ruhunun rengiyle bulur kendini
bir özlem bakışıyla sana
kırpıştırma uğraşıyla yorgun gözlerini
düşler korusun karanlıklardan seni.
ontolojik sancilarimin merhemi
sokaklarda yürüyorum,
önümde yurtsuz fareler..
adımları çok aceleci,
sokaklarda akan insanlar,
peynir kapanında kurban..
ıslaklık örtüyor her şeyi,
götürüyor yerin altına,
varlığın tüm kirlerini..
hırsların boyalı yüzü,
aktı ayakların altına..
olamadı ey gafil insan,
gemiyi terk eden bir sıçan..
ontolojik sancilarimin merhemi
buzun yakıcı sıcaklığını tutmaya çalışan çıplak ellerim,
kendilerine tutunan bir rüyanın ağırlığını kaldırmak ister
yükün ağırlığı maddesel dünyada bir katre su gibi,
lakin buz gibi görünen hislerin buharı dolar ciğerlere
güneşin ışığı altındaki kırılmaları seyretmek var ki,
bir gök kuşağının gözlere bağlanmasına eşdeğer
renkleri ayırt etmek için yalın bir his fazlasıyla yeter
sadece siyah ve beyaz üzerine kurulu dünyaların,
gri kalelerinin üzerini kaplayan ufuğa süzülen renkler
devleşmiş bir ruhun kalemini dolduracak mürekkep,
işte ortada, sadece destanını yazmayı bekler
donmuş ruhların hislerini bir cam gibi dökecek,
kalplerin sırça köşklerini yeniden inşa edecek,
bir şarkının dizeleri, sessizce ve sabırla bekleyecek..
0 /