çöl ve inanç deyince aklıma çağrı filminden bir sahne gelir, bu filmi izlerken de aklıma bu geldi : müslümanlar islam'ı açıktan yaymak için dışarı çıktıktan sonra kabe önünde olan kargaşada bir anda hamza çıkagelir. orada hz. muhammet e " Çölde geceler boyu dolaşırken, Ya Rasûlallah Allah'ın dört duvar arasına sığmayacağını anlamıştım" der. çölde doğan inanç biraz da bu sebepten tüm maddeyi kolaylıkla aşar. esasen her şey, kumdan ibarettir ve üstünü örten tek çatı gökyüzüdür.
film yokluğun ortasında, sanrıların, zevklerin ve günahların peşindeki insanların kesişen ayrışan yollarını anlattı bana. çöl yokluktur. kumun ortasında iskeleti kalmış atlar, yer değiştiren kum tepeleri, silinen ayak izleri. izbe ve harabe şehirlerde şarkı söyleyip rakseden insanlar. en güzel şey, bir kuyuya düşen osman'ın gördüğü saraydır. ceylan'ın bana anlattığı şey merak ve dünya güzelliği oldu. onun peşinden gidenler de hep bir şekilde günahı olanlardı. osman'ın, zeyd'in ve hatta küçük kızın bile günahı ve merakı vardı.
filmde anlatılan ve herkesin çok beğendiği kelebek ve anne karnındaki bebek hikayesi aşağı yukarı duyulduk şeyler bu yüzden şaşırtıcı geldi diyemem.
benim için en etkileyici sahne ölülerin mezardan kalkışı oldu sanırım. çok garip çok farklı. eski kitaplardaki menkıbeleri izlemek gibi bir şeydi.
etkileyici, düşündürücü, insanı tasvirleri, sembolleri anlama isteği ile dolduran, sorgulatan bir film.