bab'aziz
islam'ın batı tarafından sunulan yüzünü değil, bilinmeyen, es geçilen ve unutturulan yüzünü göstermeye çalışan, masal tadında bir film.
filmin açılışında "dünyadaki insan sayısı kadar tanrıya doğru giden yol vardır." diye bir sözle başlıyor ve daha ilk dakikasında sizi sadece kendinizi düşünmeye itiyor.
filmde farklı yerlerden insanların bir derviş toplantısına gelmek için uzun yollar katettiği ve en önemlisi bu toplantıya herkesin içinde allah sevgisi olarak gelmediği anlatılıyor; kimi sevgilisini bulmak için, kimisi abisinin katilini bulmak için bu toplantıya geliyor. gidilen bu yer çöller arasında saklı olan bir yer yani herkesin kolay kolay bulabileceği bir yol değil, bunu da filmde yeteri kadar vurgulamışlar. burada benim anladığım şeylerden birisi, bir şeye inandığın müddetçe onu yapamaman çok zor, yeter ki inan diyor sana. bir diğeri ise kişinin içinde %100 allah sevgisi yoktur, birçok farklı dünyevi sebeplerden dolayı o'na yöneliriz gibisinden bir şey.
filmin en can alıcı repliği ise, filmin bir hikayesinde yer alan prensin kardeşi olan hassan ile filmin başkarakteri bab'aziz arasında geçen konuşmadır.
bab'aziz: gel hasan, ölümüme şahit olacaksın, sonra da kumla mezarımı örteceksin.
hasan: neden ben? ben her zaman korkmuşumdur ölümden.
bab'aziz: ölümden neden korkuyorsun? ölüm korkunç değildir. ölüm bir son olabilir mi hiç? başlangıcı ölüm olmayan bir hayatın, sonu ölüm olur mu hiç? anasının rahmindeki bir çocuğu düşün. ona deseler ki, "dışarıda mavi bir gökyüzü, dağlar tepeler, sımsıcak bir güneş, ovalar, ağaçlar, yüce denizler, başka başka insanlra, şehirler var, senin içinde olduğun bir karanlıktır", doğmamış çocuk bunlara inanır mı? inanmaz tabii ki, kendi karanlığında kalmak ister. aynı bunu gibi bilmeyen, inanmayan insan korkar ölümden. benim düğün günümde üzülme.
özellikle şu söz "ölüm bir son olabilir mi hiç? başlangıcı ölüm olmayan bir hayatın, sonu ölüm olur mu hiç?"
filmin açılışında "dünyadaki insan sayısı kadar tanrıya doğru giden yol vardır." diye bir sözle başlıyor ve daha ilk dakikasında sizi sadece kendinizi düşünmeye itiyor.
filmde farklı yerlerden insanların bir derviş toplantısına gelmek için uzun yollar katettiği ve en önemlisi bu toplantıya herkesin içinde allah sevgisi olarak gelmediği anlatılıyor; kimi sevgilisini bulmak için, kimisi abisinin katilini bulmak için bu toplantıya geliyor. gidilen bu yer çöller arasında saklı olan bir yer yani herkesin kolay kolay bulabileceği bir yol değil, bunu da filmde yeteri kadar vurgulamışlar. burada benim anladığım şeylerden birisi, bir şeye inandığın müddetçe onu yapamaman çok zor, yeter ki inan diyor sana. bir diğeri ise kişinin içinde %100 allah sevgisi yoktur, birçok farklı dünyevi sebeplerden dolayı o'na yöneliriz gibisinden bir şey.
filmin en can alıcı repliği ise, filmin bir hikayesinde yer alan prensin kardeşi olan hassan ile filmin başkarakteri bab'aziz arasında geçen konuşmadır.
bab'aziz: gel hasan, ölümüme şahit olacaksın, sonra da kumla mezarımı örteceksin.
hasan: neden ben? ben her zaman korkmuşumdur ölümden.
bab'aziz: ölümden neden korkuyorsun? ölüm korkunç değildir. ölüm bir son olabilir mi hiç? başlangıcı ölüm olmayan bir hayatın, sonu ölüm olur mu hiç? anasının rahmindeki bir çocuğu düşün. ona deseler ki, "dışarıda mavi bir gökyüzü, dağlar tepeler, sımsıcak bir güneş, ovalar, ağaçlar, yüce denizler, başka başka insanlra, şehirler var, senin içinde olduğun bir karanlıktır", doğmamış çocuk bunlara inanır mı? inanmaz tabii ki, kendi karanlığında kalmak ister. aynı bunu gibi bilmeyen, inanmayan insan korkar ölümden. benim düğün günümde üzülme.
özellikle şu söz "ölüm bir son olabilir mi hiç? başlangıcı ölüm olmayan bir hayatın, sonu ölüm olur mu hiç?"