zahir'in peşinden gittik bir vakit, zan'ımız kadar adımda öğrendik sonra yolda değilsek yürümek boşa, efsane bildik yanıldık, hayy'dan gelip hu'ya dönemedik tükendik. kimse bilmedi ahvalimizi, biz de bilmedik şerait'i yanıldık. bir adam, bin adım, tek nefes, katre-i ateş, zülfün teli, bad-ı saba dolandı ele sustuk.
vazgeçmekten vazgeçtik, ateşe koştuk, yandık da daha küle dönemedik..
eyvallah.
#günlük yaşam
bu kadar yıl sonra bile hala yürüdüğüm o yolların hastasıyım, bir anı için bile pişman değilim, sokağın her haresi dizili elimde tek tek tek geçiyor defalarca, yaşıyorum dibine kadar hem de, hala sokaktayım, elimin tersiyle ittiklerime hastayım, sen bedel say onları, ben yok ettiklerim, kim ne sayarsa saysın yaşamadın sen! bir anını bile, zahir aynalarda oyalandın durdun, yalan oldun gülümse. sen kafanı gömecek bir kum ara hala, saklan, sutre varmış gibi saklan, kandır kendini oyala, hiç kimsenin en sevdiği olamayacaksın bir daha, unutulduğun da unutulduğunda un ufak kaldığında anladığın o cehennemde kal, çıkış yok sana, ben baban değildim sen ise annen olmayacaktın, bunca sene sonra doğrula, hatırla, hiçliğe adımla sonra. ne yakmışım dediğin kül yığınının kaç defa daha köz kaldığını göreceğini artık önemsemediğin o ana kadar yaşa, belki tek değil ama bir başına. her hesap bir gün görülür elbet, ben kaç kez infazımı yaktım senin konuşmaya hakkın yok, ben kaç kalem kırdım kendime cellat, senin acıya hakkın yok, o en sevdiğin hüzne hakkın yok.
yürüdüğüm o yollara hastayım, bir başına adımladığım her toprağa, rüzgarında salındığım o yükseğe.. ben bedelini ödedim her harenin, sen de kendi payına düşeni yaşa.
gitmek istemediğin şehirlerden geliyorum geceleri, benim onlar, sokağı, taşı, kedisi, köpeği, insanı benim onlar, sahi senin neyin var?
yolculuklara dönüyorum ben, yüksek kayaların uçlarına, zifir karanlık gecelere, her adımda bir ben bıraktığım o toprak parçasına, dibine kadar yaşıyorum ben, unutulduğun da unutuldu, artık serbestsin, hangi rüzgarda salınırsan salın bir başına. eyvallah...
yürüdüğüm o yollara hastayım, bir başına adımladığım her toprağa, rüzgarında salındığım o yükseğe.. ben bedelini ödedim her harenin, sen de kendi payına düşeni yaşa.
gitmek istemediğin şehirlerden geliyorum geceleri, benim onlar, sokağı, taşı, kedisi, köpeği, insanı benim onlar, sahi senin neyin var?
yolculuklara dönüyorum ben, yüksek kayaların uçlarına, zifir karanlık gecelere, her adımda bir ben bıraktığım o toprak parçasına, dibine kadar yaşıyorum ben, unutulduğun da unutuldu, artık serbestsin, hangi rüzgarda salınırsan salın bir başına. eyvallah...
yanlışı anlamak, ne yazık, iltifat değil.
herhangi bir başlangıcı sonundan başlatmak gibi kötü bir huyum vardır, sabırsız olmam değil mesele zaten sabırsız da değilim sadece oyalanmak hoşuma gitmiyor. hoşuma gitmeyen şeyleri yapmaya başladığımda var olanı değiştirmenin huzursuzluğu sarıyor her yanımı, boynumdan yukarıya ince bir acı dalgası ve huzursuz atan damarın titreşimi yükseliyor, yükseliyorum, ateşim çıkıyor, alnımı buzdan hücrelere hapsetmenin hesaplarına düşüyorum, aklımdan yol alıyor ve hatta ruhumdan, ne nasıl olacaksa ve ne olacaksa olsun eşiğini aşıyorum. tehlikeli bir hal alıyorum, aynada gördüğüm gözlerimden çekinip, o gözlerin bir yere değmemesi için çaba harcıyorum, yoruluyorum.
biletin yok: işte budur gerçek yolculuk.
herhangi bir toprak parçası üzerinde, herhangi bir zaman diliminde, ayağım ne kadar basmıyorsa toprağa o kadar süzülüp bir kapı önünde buluyorum kendimi. kapı açık, giriyorum, zemin dağılıyor, tavan çöküyor, bir çift göz bakıyor.. yolculuk ne zaman başladıysa o zaman bitirmiş oluyorum, yolda yürümekten değil, yola çıkmaktan imtina ediyorum. ihlallerden hoşlanmıyorum, ihlal ediyorum, herhangi bir sınır ne kadar aşılırsa ondan katre katre kehribar taneleri dökülüyor merkez noktasına, sınır nöbetçilerini vurup, işgal ediyorum. işgalciyim ben. kendinden azade bir işgalci, uslanmaz, korkmaz..
başımı çevirip size baktım.
ben zahmet etmedim, sen baktığım yerde oldun, dağıttık sonra, dağıldık ve parçalandık. herhangi bir sutre arkası bulabilsem, onu da dağıtır parçalardım, her şey görünür olduktan sonra tehlikenin önemi yok, hayatın, nefes almanın bir önemi yok hem zaten soluksuz ne kadar kalabileceğini bilmiyorsun, tedirginliğin önemi yok.
yaradana giderken anayoldan ayrılan, karanlık bir patika kadar güzeldiniz.
korkunç ince bir boyundan çektiğim koku ruhumu teslim aldı, teslim ol çağrılarına ateşle karşılık verdim, vücudumdan yüzlerce çekirdek çıkardılar, kimisi paslı kimisi geceden parlak, kanım akmadı, ölmedim ben zaten ölmeden çok önce ölmüştüm.
sen olacağı beklenen depremsin; çünkü içindeki fay hattı kırık.
canını yaktım, canın yandığında çıplaksın, sapkın düşlerimden daha çıplak, tenin bile yok, koca bir çatlaktan sızan, şaraptan daha koyu, mağrur, başına buyruk iki damla kanın emaneti üzerimde. ha iki damla yaş ha iki damla kan ikisinin de geldiği yer aynı. düzensiz ritimlerin var, hangi heyecan patlatır damarlarını, korkudan daha büyük, deliyle el ele, tutunduğun her yer sallanıyor, düzensiz ritimlerin var, önce elimde sonra yüzümde hissettiğim. bir çift düzensiz ruhuz o kadar.
keskin bir bedenin var, daha dokunmadan ellerimi yaralıyor.
bir süreliğine önce ruhun, biraz bedenin, biraz da göz kapakların titriyor ve sonra alışıyorsun, zaten seviyorsan üşümeyi, zaten hastasıysan donmanın, kalıyorsun orada, adımlarınla terk edeceğin ana kadar. odada kaldım çıkamıyorum, kaç bin adım attıysam yine aynı yerdeyim, kaç bin yıl geçtiği mesele değil zaman yalan, zaman yok..
bir ayyaşın dediği gibi: "çok içmek değil, içtikten sonra ayakta kabilmek muamma"
hadi sarhoş olup ayakta kalalım.
herhangi bir başlangıcı sonundan başlatmak gibi kötü bir huyum vardır, sabırsız olmam değil mesele zaten sabırsız da değilim sadece oyalanmak hoşuma gitmiyor. hoşuma gitmeyen şeyleri yapmaya başladığımda var olanı değiştirmenin huzursuzluğu sarıyor her yanımı, boynumdan yukarıya ince bir acı dalgası ve huzursuz atan damarın titreşimi yükseliyor, yükseliyorum, ateşim çıkıyor, alnımı buzdan hücrelere hapsetmenin hesaplarına düşüyorum, aklımdan yol alıyor ve hatta ruhumdan, ne nasıl olacaksa ve ne olacaksa olsun eşiğini aşıyorum. tehlikeli bir hal alıyorum, aynada gördüğüm gözlerimden çekinip, o gözlerin bir yere değmemesi için çaba harcıyorum, yoruluyorum.
biletin yok: işte budur gerçek yolculuk.
herhangi bir toprak parçası üzerinde, herhangi bir zaman diliminde, ayağım ne kadar basmıyorsa toprağa o kadar süzülüp bir kapı önünde buluyorum kendimi. kapı açık, giriyorum, zemin dağılıyor, tavan çöküyor, bir çift göz bakıyor.. yolculuk ne zaman başladıysa o zaman bitirmiş oluyorum, yolda yürümekten değil, yola çıkmaktan imtina ediyorum. ihlallerden hoşlanmıyorum, ihlal ediyorum, herhangi bir sınır ne kadar aşılırsa ondan katre katre kehribar taneleri dökülüyor merkez noktasına, sınır nöbetçilerini vurup, işgal ediyorum. işgalciyim ben. kendinden azade bir işgalci, uslanmaz, korkmaz..
başımı çevirip size baktım.
ben zahmet etmedim, sen baktığım yerde oldun, dağıttık sonra, dağıldık ve parçalandık. herhangi bir sutre arkası bulabilsem, onu da dağıtır parçalardım, her şey görünür olduktan sonra tehlikenin önemi yok, hayatın, nefes almanın bir önemi yok hem zaten soluksuz ne kadar kalabileceğini bilmiyorsun, tedirginliğin önemi yok.
yaradana giderken anayoldan ayrılan, karanlık bir patika kadar güzeldiniz.
korkunç ince bir boyundan çektiğim koku ruhumu teslim aldı, teslim ol çağrılarına ateşle karşılık verdim, vücudumdan yüzlerce çekirdek çıkardılar, kimisi paslı kimisi geceden parlak, kanım akmadı, ölmedim ben zaten ölmeden çok önce ölmüştüm.
sen olacağı beklenen depremsin; çünkü içindeki fay hattı kırık.
canını yaktım, canın yandığında çıplaksın, sapkın düşlerimden daha çıplak, tenin bile yok, koca bir çatlaktan sızan, şaraptan daha koyu, mağrur, başına buyruk iki damla kanın emaneti üzerimde. ha iki damla yaş ha iki damla kan ikisinin de geldiği yer aynı. düzensiz ritimlerin var, hangi heyecan patlatır damarlarını, korkudan daha büyük, deliyle el ele, tutunduğun her yer sallanıyor, düzensiz ritimlerin var, önce elimde sonra yüzümde hissettiğim. bir çift düzensiz ruhuz o kadar.
keskin bir bedenin var, daha dokunmadan ellerimi yaralıyor.
bir süreliğine önce ruhun, biraz bedenin, biraz da göz kapakların titriyor ve sonra alışıyorsun, zaten seviyorsan üşümeyi, zaten hastasıysan donmanın, kalıyorsun orada, adımlarınla terk edeceğin ana kadar. odada kaldım çıkamıyorum, kaç bin adım attıysam yine aynı yerdeyim, kaç bin yıl geçtiği mesele değil zaman yalan, zaman yok..
bir ayyaşın dediği gibi: "çok içmek değil, içtikten sonra ayakta kabilmek muamma"
hadi sarhoş olup ayakta kalalım.
islama dair her şeyin korkutucu göründüğü bir cumhuriyet tarihi bir takım odakların güç kazanmasının asıl sebebi, tıpkı diğer bir takım şeylerin de öcü olarak gösterilmesi gibi. 38, kürtler, solcular vs... bu zihniyet kaç öcüyü canavar yaptı hala öğrenilmedi, hala koftiden muhaliflik.
adet değil bu, gelenek de değil, bizzat emir! nikah için müslümansan bazı şartların yerine getirilmesi gerekiyor, bunun yanı sıra da resmiyet. ikisinin tek kalemde olması bu kadar da anormal değil, yaşadığın coğrafyanın şartlarında bir şımarıklık olmadığı da kesin. isteyen istediği yerde gider kıyar nikahını, fişlenmek için müftü nikahı en son seçenek olur aldığınız nefes bile biliniyorken.
adet değil bu, gelenek de değil, bizzat emir! nikah için müslümansan bazı şartların yerine getirilmesi gerekiyor, bunun yanı sıra da resmiyet. ikisinin tek kalemde olması bu kadar da anormal değil, yaşadığın coğrafyanın şartlarında bir şımarıklık olmadığı da kesin. isteyen istediği yerde gider kıyar nikahını, fişlenmek için müftü nikahı en son seçenek olur aldığınız nefes bile biliniyorken.
Kriz anlarından biridir, başınıza gelebilecek en ani ve hızlı moral bozukluğuna neden olur.
Moral bozukluğu ile kalmaz, tüm programlarınızı alt üst eder.
Olanları hemen unutup hızlıca bir telefon ve yedek sim kartınızı almanız en iyi reçetedir.
Zaten ekranı çizikti ya iyi oldu, eskiydi zaten.
Pil bitiyordu hemen, zaten değişmem lazımdı falan.
Alternatifler üretilebilinir.
Moral bozukluğu ile kalmaz, tüm programlarınızı alt üst eder.
Olanları hemen unutup hızlıca bir telefon ve yedek sim kartınızı almanız en iyi reçetedir.
Zaten ekranı çizikti ya iyi oldu, eskiydi zaten.
Pil bitiyordu hemen, zaten değişmem lazımdı falan.
Alternatifler üretilebilinir.
Daha kötüsü vardır.
(bkz:Telefonu tuvaletin deliğine düşürmek)
(bkz:Telefonu tuvaletin deliğine düşürmek)
Eskilerin sözünü akıllara getirir.
Paran çoksa kefil, işin yoksa şahit ol.
Paran çoksa kefil, işin yoksa şahit ol.
ekin idim oldum harman, savursunlar yele beni.
içim, bir suskunsa tekin mi ola?
o malta bıçağı, kınsız, uyanık,
ve genç bir mısradır
filinta endam...
neden, neden alnındaki yıkkınlık,
bakışlarındaki öldüren buğu?
bilmiyorum ne kadar zaman geçti anlaşılır olmasının üstünden, anlaşılır olması kabullenmek bakımından önemli, sanıyorum ki bu yüzden herhangi bir zaman dilimini o nokta üzerinden tespit edebiliyorsun, herhangi bir şey gibi değerlendirdiğin onlarca şey arasından sıyrılıp başka bir şey oluyor, önemli oluyor herhalde olması gereken sözcük bu olsa gerek, anlatmaya çalıştığım şey önemli oluşu.
belirli bir önem sıralamasına göre seyrediyor hissettiklerim, yargılarım ve sonuçlar. kolaylıkla değişebilen bir yapıya sahip değil, öyle olmasını isteyen bazı insanlarla tanışmıştım bir zamanlar, daha kolay seyrediyor o zaman hayat diye düşünüyorlardı, ne düşündüklerini önemsemediğim zamanlardı muhtemelen bu sebepten kolaylıkla değişebilsin diye hiç istemedim ya da bana uymuyordu. önemsemediğimden ya da olması gerekenin o olduğu için değişmemesi de aslında tartışmaya lüzum gerektiren bir şey değil, nedenleri aramaktan sonuçları önemsediğim zamanlarda vazgeçmiştim zaten.
aslına bakacak olursak mesele tam olarak nerede başlıyor, nerede yön değiştiriyor ve neden son bulmuyor... bütün bu olanların basit ve bir o kadar anlaşılabilir cevapları bende saklı, fakat kendine yeniden yönelttiğin bazı sorular mutlağı yok ediyor, bu aslında çok acımasız bir şey, düşünsene mutlak diyorsun, tamam diyorsun yani en olması gereken şey bu tamam, tamam dediğin anda tam olmadı demene sebep oluyor ilginç değil mi. yargıların kolaylıkla değişmiyorsa işkence bile sayılabilir, kolay oturmuyor taşlar yerine bazen, sen tutup binayı yıkıyorsun. sorarlar adama sen ne ayaksın, sen neyin peşindesin diye, cevap alamayacaklarını bildiğini varsayıyorsun ama şaşkınlıkları hayal kırıklığına yol açıyor, bir şeyler ummaktan vazgeçmediysen tabii yoksa önemsiz bir an olarak kalıyor geçmiş zaman hanende, bir daha aklına bile gelmiyor, vazgeçtiğini anımsıyorsun sadece. insan sadece anımsamak istediklerini anımsayıp geriye kalan her şeyi tarihin çöplüğüne gömdüğü zaman güçlü olduğuna inanabiliyor, çöpü arada boşaltmak lazım tabii yoksa en fazla teselli ikramiyesi tadı daha ötesi değil.
sokakta turluyorum geçenlerde, önümde bir kaç kişi yürüyor, adımları yenilgi tadında ama sezebiliyorsun, suratlar beş karış, içlerinden biri intikam istiyor.. suratlarına bir defa baksaydınız o an geri kalanların, hiçliğin vücut bulmuş halini görmeniz kaçınılmaz olurdu, ben bakmadım çünkü gerek duymadım, daha önce de görmüştüm zaten, aynı şeyleri defalarca yaşamayı seven bir yapım yok.
yankın yasak, aynalara.
inemem bahçende talan,
tam, boş yanı bu, derim namussuzun,
tam, bıçağım cehennem gibi güzelken,
aklıma düşüyorsun
ellerim arık...
yankısı sağır eden şeyleri duyuyorum bu günlerde.. el bombası düşmüştü askerde sutre önüne atmıştık kendimizi yere, ağzımız burnumuz toprakla dolmuştu, göz gözü görmüyordu, o an hissettiğim tek şey ne kadar gürültülü bir patlama olduğuydu sadece o kadar, çok gürültülüydü emin olabilirsiniz, başka bir şey düşünmek için sebep de yoktu zaten, şimdiyle tek farkı ağzım burnum toprakla dolmadı, daha fazlası değil.
bir arkadaşımın yeni doğan çocuğunu görmeye gittim bugün, arkadaşın suratına baktım, bebeğe baktım, duvara da bakar oldum o ara, yeni bir hayata yol açışlarındaki haklı gururun duvardan tavana sekme anına tanık olurken, önüme baklava koydular o ara odaklanamadım ondan sonra neler oldu kaçırdım bu sebepten. önlenemez sorularınızın önüne baklava konulduğunda hayat o kadar saçma bir gerçekliğe bürünüyor ki o anın şokunu atlatabilme kabiliyetinize göre geriye kalan her şeyle başa çıkabiliyorsunuz. bebekler tuhaf canlılar, insandan olma insan biraz fazla baksan muazzam bir şey bu, biraz yana baksan başka şeyler, bu kadar kolay değişmemeli anlamlar ya da değişecekse eğer, yok boşver cidden değişmemeli.
bütün ham maddesi bir savaş anında bombalanan fabrikadan kalan kadar olan bir şeyi elimde tutuyorum, hediye olarak bundan sonraki varlığını benim ellerimde geçirecek, bu anı görebilseydi bombardıman pilotu geçmişime söver miydi emin olamıyorum, kalanlarla yetinmenin ne hissettirdiğini anlardı en azından belki.
geçmişte bir gün geliyor aklıma, çok soğuk ve aynı orantıda karanlık bir gece, bir türkü çalıyor bir yerde, donup kalmışım yanımdan geçen kalabalıklar erirken orada olma sebebimi unutuyorum, neden durduğumu, neden o türkü, ambale oluyor o an zihnim ve bilmem ne kadar süre sonra yeniden çalışıyor, yürümeye devam ediyorum ama aksine değil tam da o karmaşanın içine, çok uzun gecelerimden bir tanesi de odur, şimdi o geceyle birebir hislere sahibim ama eksik ve ben o eksiğin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum, çalışırken yazıyorum pekiştirsin diye, o kadar anlamsız bir çaba ki gülümsetiyor ama.
her neyse....
o malta bıçağı, kınsız, uyanık,
ve genç bir mısradır
filinta endam...
neden, neden alnındaki yıkkınlık,
bakışlarındaki öldüren buğu?
bilmiyorum ne kadar zaman geçti anlaşılır olmasının üstünden, anlaşılır olması kabullenmek bakımından önemli, sanıyorum ki bu yüzden herhangi bir zaman dilimini o nokta üzerinden tespit edebiliyorsun, herhangi bir şey gibi değerlendirdiğin onlarca şey arasından sıyrılıp başka bir şey oluyor, önemli oluyor herhalde olması gereken sözcük bu olsa gerek, anlatmaya çalıştığım şey önemli oluşu.
belirli bir önem sıralamasına göre seyrediyor hissettiklerim, yargılarım ve sonuçlar. kolaylıkla değişebilen bir yapıya sahip değil, öyle olmasını isteyen bazı insanlarla tanışmıştım bir zamanlar, daha kolay seyrediyor o zaman hayat diye düşünüyorlardı, ne düşündüklerini önemsemediğim zamanlardı muhtemelen bu sebepten kolaylıkla değişebilsin diye hiç istemedim ya da bana uymuyordu. önemsemediğimden ya da olması gerekenin o olduğu için değişmemesi de aslında tartışmaya lüzum gerektiren bir şey değil, nedenleri aramaktan sonuçları önemsediğim zamanlarda vazgeçmiştim zaten.
aslına bakacak olursak mesele tam olarak nerede başlıyor, nerede yön değiştiriyor ve neden son bulmuyor... bütün bu olanların basit ve bir o kadar anlaşılabilir cevapları bende saklı, fakat kendine yeniden yönelttiğin bazı sorular mutlağı yok ediyor, bu aslında çok acımasız bir şey, düşünsene mutlak diyorsun, tamam diyorsun yani en olması gereken şey bu tamam, tamam dediğin anda tam olmadı demene sebep oluyor ilginç değil mi. yargıların kolaylıkla değişmiyorsa işkence bile sayılabilir, kolay oturmuyor taşlar yerine bazen, sen tutup binayı yıkıyorsun. sorarlar adama sen ne ayaksın, sen neyin peşindesin diye, cevap alamayacaklarını bildiğini varsayıyorsun ama şaşkınlıkları hayal kırıklığına yol açıyor, bir şeyler ummaktan vazgeçmediysen tabii yoksa önemsiz bir an olarak kalıyor geçmiş zaman hanende, bir daha aklına bile gelmiyor, vazgeçtiğini anımsıyorsun sadece. insan sadece anımsamak istediklerini anımsayıp geriye kalan her şeyi tarihin çöplüğüne gömdüğü zaman güçlü olduğuna inanabiliyor, çöpü arada boşaltmak lazım tabii yoksa en fazla teselli ikramiyesi tadı daha ötesi değil.
sokakta turluyorum geçenlerde, önümde bir kaç kişi yürüyor, adımları yenilgi tadında ama sezebiliyorsun, suratlar beş karış, içlerinden biri intikam istiyor.. suratlarına bir defa baksaydınız o an geri kalanların, hiçliğin vücut bulmuş halini görmeniz kaçınılmaz olurdu, ben bakmadım çünkü gerek duymadım, daha önce de görmüştüm zaten, aynı şeyleri defalarca yaşamayı seven bir yapım yok.
yankın yasak, aynalara.
inemem bahçende talan,
tam, boş yanı bu, derim namussuzun,
tam, bıçağım cehennem gibi güzelken,
aklıma düşüyorsun
ellerim arık...
yankısı sağır eden şeyleri duyuyorum bu günlerde.. el bombası düşmüştü askerde sutre önüne atmıştık kendimizi yere, ağzımız burnumuz toprakla dolmuştu, göz gözü görmüyordu, o an hissettiğim tek şey ne kadar gürültülü bir patlama olduğuydu sadece o kadar, çok gürültülüydü emin olabilirsiniz, başka bir şey düşünmek için sebep de yoktu zaten, şimdiyle tek farkı ağzım burnum toprakla dolmadı, daha fazlası değil.
bir arkadaşımın yeni doğan çocuğunu görmeye gittim bugün, arkadaşın suratına baktım, bebeğe baktım, duvara da bakar oldum o ara, yeni bir hayata yol açışlarındaki haklı gururun duvardan tavana sekme anına tanık olurken, önüme baklava koydular o ara odaklanamadım ondan sonra neler oldu kaçırdım bu sebepten. önlenemez sorularınızın önüne baklava konulduğunda hayat o kadar saçma bir gerçekliğe bürünüyor ki o anın şokunu atlatabilme kabiliyetinize göre geriye kalan her şeyle başa çıkabiliyorsunuz. bebekler tuhaf canlılar, insandan olma insan biraz fazla baksan muazzam bir şey bu, biraz yana baksan başka şeyler, bu kadar kolay değişmemeli anlamlar ya da değişecekse eğer, yok boşver cidden değişmemeli.
bütün ham maddesi bir savaş anında bombalanan fabrikadan kalan kadar olan bir şeyi elimde tutuyorum, hediye olarak bundan sonraki varlığını benim ellerimde geçirecek, bu anı görebilseydi bombardıman pilotu geçmişime söver miydi emin olamıyorum, kalanlarla yetinmenin ne hissettirdiğini anlardı en azından belki.
geçmişte bir gün geliyor aklıma, çok soğuk ve aynı orantıda karanlık bir gece, bir türkü çalıyor bir yerde, donup kalmışım yanımdan geçen kalabalıklar erirken orada olma sebebimi unutuyorum, neden durduğumu, neden o türkü, ambale oluyor o an zihnim ve bilmem ne kadar süre sonra yeniden çalışıyor, yürümeye devam ediyorum ama aksine değil tam da o karmaşanın içine, çok uzun gecelerimden bir tanesi de odur, şimdi o geceyle birebir hislere sahibim ama eksik ve ben o eksiğin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum, çalışırken yazıyorum pekiştirsin diye, o kadar anlamsız bir çaba ki gülümsetiyor ama.
her neyse....
genelde toplu yapılan ve gayet samimiyetsiz olan bir olay.
hoş sabahtan beri mesaj yazmaktan gına geldi ama en azından insanlara isimleriyle seslenip, onlara kendilerini önemsediğimi göstermenin huzuru var. sonunda gönderenin isminin yazdığı mesajlar o kadar iğrenç geliyor ki anlatamam.
hoş sabahtan beri mesaj yazmaktan gına geldi ama en azından insanlara isimleriyle seslenip, onlara kendilerini önemsediğimi göstermenin huzuru var. sonunda gönderenin isminin yazdığı mesajlar o kadar iğrenç geliyor ki anlatamam.
doksanlarda çocuk olmayan nesildir, zira doksanlar neslinin çocukları hassas yapıda olduklarından oroyini suya katıp içmeyi tercih ederlerdi.
edit: imla
edit: imla
arkadaşlarınızın evlenme yetisine sahip, evlenebilen insanlar olduğuna delalettir. oluyor yani böyle şeyler, kendinizi kola pasta yerken ya da halay başında mendil sallarken bulabiliyorsunuz çok da şaapmamak lazım.
oportünist yapıya sahip, yaptıklarına karşılık bekleyen, iyilik yapmaktan öte faydacılık güden hımbıl insan. bu tür kişilikler karakter bakımından oldukça zayıftırlar, herhangi bir değer yargısına sahip olmadıklarından bu tür bir davranış içerisine girmekten çekinmeyip bunu doğru davranış biçimi olarak lanse ederler.
(bkz:kaypak)
(bkz:kaypak)
kaynananın son nefesi kadar tatlı, efil efil vuran bir sonbahar esintisi kadar keyif verici ve saçları rüzgara dağılan bir afet kadar baş döndüren.. hayatın yaşamaya değer yanı.
özellikle yeni doğmuş erkek çocuklarının uzak tutulması gereken insan türü. rıfat enişte var çevremde ondan biliyorum, geçen muhittin dayının çocuğunu bir verdik eline anında pipisini kopardı, hiç hoş olmadı.
her daim kaybetmeye mahkum olan insandır. ben buna bir tür kişilik gevşekliği olarak bakıyorum, bir şeyler yerine oturmamış gibi sanki. hayır veya sana ne diyemiyorsa bir insan eksik kalıyor gözümde, tam olmamış bu diyorum.
her hallerinden dayak yedikleri belli olan 3 sap önümde yürümekteler, içlerinden bir tanesinin çok zoruna gitmiş olmalı ki ha bire
+ dönelim abi, intikamımızı alalım, gerekirse katliam yapalım.
derken diğer eleman dayanamaz;
- anamızı siktiler osman dönüp napıyorsunuz diyemedik, iş misin lan başımıza yürü bıçaklarım seni yürü.
yanlarından geçerken osman hala dönelim abi ayağı çekmekteydi. aashdfsk
+ dönelim abi, intikamımızı alalım, gerekirse katliam yapalım.
derken diğer eleman dayanamaz;
- anamızı siktiler osman dönüp napıyorsunuz diyemedik, iş misin lan başımıza yürü bıçaklarım seni yürü.
yanlarından geçerken osman hala dönelim abi ayağı çekmekteydi. aashdfsk