confessions

ontolojik sancilarimin merhemi

1. nesil Yazar - melek gibi

  1. toplam entry 1315
  2. takipçi 54
  3. puan 41036

tablo

ontolojik sancilarimin merhemi
ressamın, sanatseverle kendi varlığı arasına inşa ettiği engel. hakikatin üzerinde bir örtü, bir engel olduğunu varsayarken, hakikatin kendisinin bir engelden ibaret olduğunu neden düşünmeyelim?

bir ressamın, zihnine bir kalıp biçiminde düşmüş olan ilhamı resimleştirmeyip lethe'ye geri göndermesi ne anlama gelir?

eşik

ontolojik sancilarimin merhemi
arada oluşun, belirsizin, sallantılının, güvenilmezin ikonlarından biri. anadolu'nun hatırlamadığım bir bölgesine ait inanışa göreyse eşikler, cinlerin yaşadığı yerler olup, belirli bir tehlike potansiyeli barındırırlar. en yaşlı tarımın (yani en yaşlı yerleşikliğin) hüküm sürdüğü bu topraklarda, konup göçmenin, insanın bir gününün diğerini tutmamasının ya da kaçaklığın eşikle özdeşleştiği söylenebilir şu halde. esasında şu cinlerin de içimizde, bizimle yaşadığını söylemeye gerek yok.

feminen

ontolojik sancilarimin merhemi
sanırım sözlüğün ciddi bir kısmı illallah etmiş durumda kendisinin pişkinliğinden. yüzü de keçe olmuş yediği ayardan siyasi göbek bağlamış hala acımadı ki acımadı ki tadında şeyler söylüyor.

PKK sevicisi değilse PKK sevicisi başlığına alınmasın, hadi alındı PKK sevicisine giydirene onun bunun çocuğu demek nedir anlamadım.

PKK sevicisi değilim..ama ypg, ama doğunun şartları, ama Kürtler, ama ötekileştirilenler, ama bikbikbik.. ya ne olduğunu bilmiyorsun ya da insanlar saf sanıyorsun, çok da ortası yok bunun. Kürtlerin sorunları başka şeydir terörist bir örgüt hakkında amalı cümleler kurmak başka şeydir. PKK ya ypg ye en ufak kötü söz etmeden sabaha kadar Kürtler hakkında yaz istersen. Boş ve samimiyetsiz.

Nasıl bir mazoşistse ayar aldıkça alası geliyor. akıl sır ermiyor..

feminen

ontolojik sancilarimin merhemi
Ypg nin isim değiştirmesi başlığındaki girisini silen yazar. Refere etmeye gerek yok. Bilen bilir. Daha öncede aynı sebepten söZlükten gitmişti. Pkk sevicisi başlığında daha salyası halıya düşmeden cevap veren de kendisi. Niye bu kadar zoruna gidiyor teröriste onun bunun çocuğu demek ?

çıplaklık

ontolojik sancilarimin merhemi
adem ile havva mitine dayanmaz; o tamamen çıplaklık karşıtı bir mittir. bu mitte ironik biçimde bir zaman sonra besin görevi görecek bitkisel lifler ilk defa "minimal kıyafetler" olarak kullanılmıştır. çıplaklığı bütün çıplaklığıyla hissedebileceğimiz bir sanat bulmak zor. yine de bunu en iyi yorumlayan, genellikle auguste rodin'dir. çıplaklık, sadakati insanlara yüzyıllar boyunca oldukları yerde kalıp aynı tene dokunarak, ancak bu süre boyunca da sayısız göz tarafından tacize uğrayarak anlatan heykellerde "gizli". bir insan istese de çıplak olamaz, öteki onu her daim istediği gibi giydirir.

kısa öykü denemeleri

ontolojik sancilarimin merhemi
akşam, geceye bırakacağı mirası tefekkür ederken, ben de güncemin o günkü parçasını yazmak üzere parmaklarıma dair beklentiler taşıyorum. bir nefes puro, karşı kıyıya bir nazar, balıkçıdaki sarhoşların söyleyemediği şarkıya bir kulak kabartma..



bir nefes puro.. ellerim beni, daha sonra ateş kanatlı bir cennet kuşundan "efsunlu" olduklarını öğreneceğim cümlelere sürüklemeye başlıyor. ancak o sırada oturduğum banka doğru ellili yaşlarda bir adam yaklaşıyor. bunu hissettiğim anda yeryüzüne düşüyor ve olası bir diyaloğa hazırlıyorum kendimi. bilgisayarın ekranını kendi içine kapanacak kadar eğip diğer yanıma koymam, adamın ilk cümlelerine rastlıyor. yanımda oturduğu süre zarfında siyasetten bile konuşuyor. sıkılıyorum, fakat sıkıntının doğasındaki keşif harekete geçiyor: adamın bacaklarının, tepelerinde farklı periyotlarla yanıp sönen ışıkların olduğu yan yana iki haberleşme direğini andırırcasına, farklı periyotlarla titrediğini fark ediyorum. sıkıntım bu keşifle birlikte bir an kesintiye uğrarken, adamı onaylamaya devam ediyorum. aynı zamanda kendimi ayıplarken yakalıyorum kendimi: içten içe, yaban hayatıma teklifsizce dahil olan bu adamdan kurtulmak istiyorum.


gece artık sadık bir evlat gibi, akşamdan aldığı mirasın üzerine tamamen oturmuşken, adam sessizleşiyor. gideceğini hissediyorum ve derin bir hüzün çörekleniyor içime. bir anne engereğin yuvasına çöreklendiği zaman etrafında oluşturduğu kasvetli çöküntüye benziyor hüznüm. adam veda cümlelerini mırıldanmaya başlıyor ve şaşırıyorum:


"kusura bakma, seni de işinden ettim ama... buralarda dolaşıyordum, sigarayı bırakmaya çalışıyorum da, hemen şurada büfe var, gidip sigara almayayım diye, o kapanana kadar yanına oturup vakit öldürmek istedim. eyvallah, sağ olasın."


o giderken annem uyanıyor içimde ve kemiklerime kadar, onun o anavari merhametini hissediyorum. gözlerim doluyor, sahil boşalıyor. yapayalnız kaldığımı hissederek, hiç yapmadığım gibi, birkaç saat daha kalmaya karar veriyorum..


özgüven kazanma yolları

ontolojik sancilarimin merhemi
özgüven kavramı etrafında yazılı ve sözlü olarak yaratılan auranın ağdalılığından sıyrılmak olabilir.

İq açsından kendinden daha aşağı tipleri etrafında toplayıp, bu yolla popüler olma ve güven tazeleme konusunu ayrı olarak değerlendirirsek; eğer bir çocuk, deniz kıyısında açıklara doğru bakarak iç geçiriyor ve bir türlü açılamıyorsa, bu, çocuğun kendisine değil, denize güvenemediğinin göstergesi olur. güvenin kişinin dışındaki şeylere yönelik olması kadar doğal bir şey olabilir mi? wittgenstein'ın korku hakkında yaptığı yorumu, güvene de uyarlayabiliriz: güvene sebep olduğunu düşündüğümüz bir nesne, esasında güvenin sebebi değil, hedefi olur. özgüven, kişinin kendi bünyesinde aslında orada olmayan bir boşlukta tanımlanır, sanaldır ve bu sebeple de alıcısı çoktur.

belki de adına özgüven dediğimiz şey bir semptomdan ibarettir?

21 temmuz 2017 izmir depremi

ontolojik sancilarimin merhemi
Hissetmediğim depremdir. Devamında Artçılar olacaktır, sıklıkla gelen artçılar iyiye delalettir, fayın kırılmasının yarattığı boşluk doluyor. Bu artçılar olmasa, uzun sayılabilecek bir süre sonra aynı şiddette veya daha büyük bir şiddette deprem olabilir. Deprem destanı yazmayı bir kenara bırakırsam, başlığın gökova depremi olarak değiştirilmesi gerekmektedir.

zengin sözlük yazarlarının karalama defteri

ontolojik sancilarimin merhemi
Leylekler göçüyorlar. göçerken aralarına davet ediyorlar. bir sanskrit metninde, gökyüzünü dört mevsimin dışındaki özel bir beşinci mevsimde aşıkların aynı yıldızı arayan yorgun bakışlarının işgal ettiği, kadim bir ülkeden söz edilir. işte bugün gökyüzünü o bakışların esaretinden kurtarıyordu leylekler.

biri bugün bana gelgitte kabaran bir gölün üzerinden göç eden leylek sürüsünün hikayesini hediye etti. gölün güneydoğu kıyılarına yakın bir noktadan başlayan irili ufaklı kayalıklar, arada bir uzun esler vererek kuzeybatı kıyısına doğru uzanıyor; kıyıya henüz uzun bir mesafe varken son buluyordu. olsun, bu da özellikle yabani leyleklerin en güvenli göç yollarını bulmalarına yardım ediyordu. ne var ki bir gün gelgit geldi, gidişine kadar gölü bir okyanusa çevirdi. hatta bir şelalenin çağlayışı vardı şimdi gölde. zeus onu ne zaman cezalandıracaktı? kayalıklar, leyleklerle birlikte gözden kaybolduğunda gölün kibri yeni bir sığınak bulmak zorunda kalacaktı. bu yüzden göl, kayalıkları boğmamak adına sularını çekecekti.

"olduğun yerde kal!" veya "olduğun gibi kal!" derken kolluk kuvvetleri bir sanıktan tam olarak ne yapmasını beklerler? olunduğu halde kalmak, sahnede mephistopheles'in pek iyi icra ettiği, ancak insanın çaresiz titremesine karşılık gelen bir sanat değil midir? kayıtsızlık da titremenin biçimlerinden biri olabilir mi?

william blake

ontolojik sancilarimin merhemi
the marriage of heaven and hell'de adeta bilinçdışının manifestolarından birini ilan eden romantique.

şeytan, bu eserde, alışılagelmiş (günahlarla yüklü) görüntüsünün aksine, bizden, arzularımızdan biridir. ağzından baklayı çıkaran her düşünürde olduğu gibi, blake'te de günah keçisi kavramına yönelik örtük bir ilgi söz konusudur; köy halkının günahlarının yüklendiği keçiyi çölün ortasına kadar götürüp bırakmak, blake'in huzurlu hissetmesini sağlamayacaktır (günah keçisi imgesinin aracılığıyla bir öteki kavramına ulaşan, richard kearney'in "strangers, gods and monsters" adlı eseri de bu noktada anılmaya değer). blake, bu sıradışı evlilik eserinde tatminden vazgeçerek, çağlar boyunca tedirginlik konusu olagelen gizli benlik, bastırılmış arzular ve boşalma gibi kavramları içeren, yarı-mistik bir bilinçdışı kavramı kurgular sanki.

bu arada babası çorap imalatçısı olan bir insan eğer şanslıysa, yani babası bu işle zengin olursa bir søren kierkegaard; şanssızsa, yani babası yoksul kalırsa da william blake oluyor galiba. evet, her ikisinin de babası çorapçıymış ve søren'ın da bilinçdışına ilişkin ilginç çağrışımları yok değil.

orgazmdan daha zevkli anlar

ontolojik sancilarimin merhemi
orgazmı kaçınılmaz bir referans olarak almış olan zamanlar.

orgazma veya kelimenin daha geniş anlamıyla cinselliğe karşı aldığımız tavrın sebebi, onu hiçbir zaman yoruma boğamıyor olmamız aslında. o hep bir şekilde bu tip yorgun yorumlara bir avans vererek onların içlerini dolduruyor (başka bir deyişle, anlam da cinsele muhtaç). hem, atmosferde yaşayan hangi canlı doğanın bahşettiği bir tek hazzı geri çevirirdi ki? insan mı? hayır. o bu hazzı geri çevirdiğini düşünse bile, bu vesileyle (yani ısrarla onu -orgazmı veya cinsel olanı- deneyime dökmeyip, her an fantezileştirilmeye müsait tutarak) aslında bu doğal hazdan daha fazlası için atıyor zarlarını. arzu hubrisi yeniden devreye giriyor ve "on adım ötesine" gitmeye zorluyor insanı.


kanımca orgazmdan daha zevkli anılarımız tanımsız; çünkü orgazm bizler için tanımsız. bize de orgazmın ve temsil ettiklerinin daha fazla ileri gitmesini istememek veya bunların bize yapabilecekleri karşısında bunları çekememek kalıyor, o kadar. öyle ya, iş cinsellik hakkında konuşmaya gelince bir aşağılık kompleksini yansıtır şekilde televizyona, halkın gözleri önüne çıkılır ve bir de uzman faktörü eklenir denkleme. o, dehşet verici bilimselliği ve nesnelliğiyle, cinselliğe dair modern bir sirk gösterisi sunar ve kamusal arzu böylelikle tatminin etrafını, irin dolu bir kabarcığın etrafındaki kızarıklık gibi sarar (ancak ona ulaşmaz, onu çürütür ve kokuşturur - kendimizi nelerden mahrum bıraktığımız sorunu biraz çetrefil bir sorundur). sanki cinsellik bilim insanlarına ait bir günahmış gibi... oysa hepimizin rüyaları bu günahtan yapılma.
26 /