confessions

ontolojik sancilarimin merhemi

1. nesil Yazar - melek gibi

  1. toplam entry 1315
  2. takipçi 54
  3. puan 41036

uyuyamamak

ontolojik sancilarimin merhemi
Aşırı hüzünlü bir eylem. Bütün günü salak gibi anlamsız bakışlarla yaşayacağım. Neden ? Çünkü uykum gelmiyor. Tam 4 saat oldu, uykuya dalmak için mücadele veriyorum. Tüm gün koşturmaca içinde geçti. Feci yoruldum. Uyumayı bırak, bayılmam gerek, ama yok. Yok yok yok.. Gelmiyor. De-lir-dim!

cevapsız bırakmak

ontolojik sancilarimin merhemi
birinin (özellikle konuşmaya ikna olmuş, konuşarak iyi hissedebilen birinin) sorularını cevapsız bırakmak, onun kendi-içinde-kendisinden sakladığı cevapları veren seslerin farkına yeniden varmasını sağlayabilir. bu sezginin, yani dinlememek için konuşan konuşmacıya keşifler hediye etme sezgisinin, insanlık tarihinin farklı dönemlerinde hatırlanıp unutulduğunu düşünüyorum. yine de bunun unutulmasını, hatırlanmasına yeğ tutuyorum.

bilgi

ontolojik sancilarimin merhemi
bilgi kavramının temelinde yatan tartışmalardan biri de bilginin doğruluğu ya da yanlışlığıdır. bu tartışmanın insan psikolojisine ve davranışlarına etkisini düşünelim. ortaya bir konu hakkında bir tane doğru vardır, gerisi de yanlıştır diye bir önerme atalım. bu önerme insanlara huzur verecektir onları rehavete sürükleyecektir. nedenine gelirsek insanların çoğu böyle bir durumda septik bir düşünce yapısını sergilemezler. duruma tamamen kendilerinden emin bir şekilde bakarlar. çoğu kişi kendisinin düşüncesinin doğruluğuna inanır. hani derler ya akıllar pazara çıkmış, herkes gidip kendi aklını almış. doğru ve yanlış kavramlarında bunu rahatça gözlemleyebiliriz. hatta bazen düşünüyorum; akıl ile tek doğru üzerine yoğunlaşmış aslında sığ kanının toplumların içinde tek bir ideolojiye yoğunlaşma konusunda güçlü bir etkisi var mı, diye. yani bu kadar subjektif tavrın kendinden emin şekilde duruşunun kendinden emin şekilde gösterilen hedefe yoğunlaşması gayet mümkün görünüyor. ayrıca kendilerinin doğru kanaatte bulunduğunu düşünen bir çok insanın birbiri ile etkileşimi ideolojinin doğruluğuna inancı epey arttıracaktır..



tek doğru, geriye kalanların yanlış oluşu kabulünden başka bir kanı olan tek yanlışın ve geriye kalanların tümünün doğruluğuna geçiş de insanı içinde bulunduğu sığlıktan kurtaramayacaktır. birinci kanıya olan öznel ve tutucu yakalaşım, bir bakıma zaten ikinci kanının oluşuna neden oluyor. herkes kendince doğru kanı da diğerleri, o bir yanlışın içinde. bu iki kanın birbirinden o kadar da farklı olmadığı görülüyor..

insanın içinde bulunduğu bu rahatlık veren durumdan uzaklaşması söz konusu olduğunda doğruluk ve yanlışlık konusunda kanıların değişime uğradığını görmek mümkündür. tabii insanın huzursuzluğu alan bir rahatlık tuzağından başka bir rahatlık tuzağına düşmeden ilerlendiğinde algıların açıldığı bir ortam oluşacaktır. kanılar değiştiğinde, diğerlerinin savunulmaya değmeyeceği ve değersizliği görülecektir. bir konu üzerinde mevcut bilgi düzeyini derinleştirmek suretiyle kanıların değişimi ve yeniden şekillenmesi düşünce ufkumuzu genişletecektir. mesela bilimi ele alalım. ortaya yanlış bir bilgi konuyor. bunun adı da hipotez. hipotezin doğruluğu bilimsel yöntem ile kanıtlanmaya çalışıyor. yanlış bilgiler elene elene doğruya git gide yaklaşılıyor. bilginin ve düşüncenin ufku genişliyor fakat hiç bir zaman doğru bilgiye kesin olarak ulaşılacağına dair bir kanı olmuyor..


görüldüğü üzere aslında akıl ile doğru bilgiye kesinlikle ulaşmak mümkün değil. buradan yola çıkarsak, hakikatin varlığını düşündüğümüzde ki hakikati mutlak doğru olarak tanımlıyorsak buna akıl yoluyla ulaşmamızın mümkün olmadığını görmemiz mümkündür. burada hakikatin insanın idrak kapasitesiyle ulaşılmayacak bir olgu olduğunu göstermekle beraber, bir yandan da hakikatin insanlar tarafından ortaya konan doğrulardan oluşan bir evrenin içinde olmadığını gösterir..

ruhların füzyonu

ontolojik sancilarimin merhemi
dünyada dolaşan ruhlar kaybolmuşlardı, yalnızdılar. varoluş sıkıntılarını gömmüşlerdi sessizliğin en derin yerine. çaresizlik, avuçlarında tuttukları umutları zehre çevirmişti. kimi içmişti bu zehri, kimileri de mucize bir aydınlığı beklemekteydi. buna rağmen bir çoğu özgür zannetti kendini. basit hırsların, sahte tutkuların varlığını gerçek sandı. koştular karanlığın pençesine var güçleri ile. aydınlığı bekleyenler vardı ya hani. aydınlığa ve karanlığa hükmeden aşk çıktı onların karşısına. tuttu onları kendi alemine çekti. ve iki yol sundu; ruhların fisyonu ve ruhların füzyonu. parçalanıp bir çok ruha dokunmak isteyenler fisyonu seçti. dağılarak yarım kalan yanlarını daha basit şekilde tamamlayacaklarına inandılar. lakin ortaya çıkan ateş bir yere kadar güçlüydü tutkuluydu. aydınlatamadı her zerreyi. dünyalar inşa etmek isterken kayboldular zamanla boşlukta. diğer yanda füzyon vardı. iki ruhun birleşmesi, aşk kanunlarına meydan okurca onları yeniden yazarcasına bir olması. iki ruhun aşka dair tüm duygu halelerin içinde birbirinde yok olup yeniden doğması. bu güç dünyaları bırak alemleri sarsacak, alemleri donatacak durumdaydı. bir zerre kalmamıştı yarım kalan. bu bir olan ruhlar aşk aleminin içinde birer güneş olarak tüm yalnız ruhları aydınlattılar..

kitap satın alma hastalığı

ontolojik sancilarimin merhemi
epistemofili, bilgiye yönelik aşırı sevgi biçiminde tanımlanır. epistemofobi de haliyle bilgiye yönelik korkudur. rüyalarımızın ne anlama geldiğini bilmek isterken hepimiz birer epistemofilizdir. bizi en çok neyin dehşete düşüneceğini bilmek isterken de öyle. kütüphane yakarken epistemofobik oluruz. bize ilişkimizin açmazlarından bahseden birini susturmaya çalışırken de öyle.


peki, ya kitabın salt bir entelektüel quantum alanı olmaktan ziyade, bir pazar unsuru da olmasına ne demeli? hep yaptığımız gibi, gün sonunda uyurken kendimizi teslim ettiğimiz kapitalizme mi saldıracağız? varsa bile ortada sadece bir kitap satın alma hastalığının olmadığı açık; satın almak önce bir davranış biçimi, sonra bir hastalık. bundan geriye küçük bir soru kalıyor: eğer piyasada birilerinin kitap satın alım gücü bizi tahrik ediyorsa, bu epistemofobik bir olgu mudur, yoksa anal bir ketlenme mi?


p.s. : sahi, neden yukarıda sevgiye aşırı sıfatını eklerken korkuya eklemedim? korku zaten aşırı bir duygu olduğu için mi (yani korktuğumuz tüm durumlarda, aslında ortada korkacak pek az şey olduğu için mi) , yoksa sevgide henüz abartılmamış bir şeyler mi var? yoksa sevgi bir abartma etkinliği mi ve böylece hiç sonu yok mu?

tebdilimekanda ferahlık vardır

ontolojik sancilarimin merhemi
var mıdır yok mudur tartışılır. zira kesin değildir ferahlık olup olmadığı. bilmediğiniz tanımadığınız bir ortama zamansızca gittiğinizi düşünün.. orada ferahlık olduğunu düşünerek üstelik! Saçma.. bunun adı kendinden kaçıştır. başka da bir şey değildir. aynı denkleme tersten bakmaya ne gerek var ! resim hep aynıdır. ve hayal kırıklığı tablosunda silüetinizi görmeniz an meselesidir..

zengin sözlük yazarlarının karalama defteri

ontolojik sancilarimin merhemi
hayalimde bir yara alma sahnesiyle özdeşleşiyor, nispeten daha büyük, çok büyük, astronomik boyutlardaki bir canavarın iyiler tarafından yaralanması.. binlerce kör şafak, bir tek alacakaranlık. yarasını alan canavar, bakışlarını insani bir merhametle yarasına çeviriyor. istemsizce ve hırıltılı bir "ah" çekiyor. nasıl almış olabilir ki bu darbeyi; oysa her şeyi nasıl da mükemmel yapıyordu. sanki deli bir rüzgar çıkagelmiş, saplanmıştı derisine. yok, kesin tanrıların parmağı vardı bu işte; çekememişlerdi onu işte. şair "sen de insan değil misin?" diye sorarken onun bir canavar olduğunu biliyordu. evet, belki tanrı değildi; ancak bir canavardı, tam bir canavara benziyordu. işte, şimdi geriliyor... adımları eski ihtişamını kaybetti. düşüşü gerileme takip ediyor. canavarların mezarı olmaz; bu yüzden onlara inanırız, hala içimizde dolaşıyorlardır. oysa o bir daha yerden kalkamayacakmış gibi sendeliyor -ama yalnızca sendeliyor.


sonsuzdaki bir noktaya kadar sendeleyip duruyor işte, lanet! hareketli bir heykel gibi. "ah!", hatta "aaaahhhh!", "demek böylesi de varmış..." gibi. insan, gerçekleşmesini en çok beklediği kötü senaryoları bilincinin derinliklerine gömer; onun farkında olmadan yaşamak ister. bu noktadan sonra yazabileceği en kötü senaryo, bu gömüden daha iyi olmak zorundadır. ancak gerçekleşecek olan da gömünün kendisi olur çoğu zaman. işte, derisinin altından onun gömüsü akıyor şimdi. göz kapakları huzurla kapanıp açılıyor. utanıyor mudur? onunla en çocuğunuz konuşsun. canavarın sürgün edildiği topraklar, çocuğun emeklediği topraklara benzer.

tarz

ontolojik sancilarimin merhemi
somut bir şeylerin toplamı olarak, bir tür aşırı vurgu. bir sorunun dış çizgilerinin, sorunu görünmez kılacak denli kalınlaştırılması. ayakları, kafası ve göbek deliği olan, içi boş bir memnuniyetsizliğin dolgu malzemesi.

bir yağmur ormanının tanrının unuttuğu bir köşesinde mızıkamı çalarken aniden benim melodilerime davetsizce uyum sağlayan başka bir ses duyarsam öncelikle kaşlarım çatılır. böyle bir karşılaşmanın doğurduğu ilkel izlenim, onu yok etmeye yönelik olmak zorundadır (zaten geriye kalan ardıl bütün tepkileri, bu ilk -sahici- tepkiyi örtmek üzere üretirim). tarzlar birbirine benzediğinde kılıçlar çekilir; ancak o kılıçlar birbirleriyle hiç buluşmazlar -bunun yerine sahiplerini kesip doğrarlar.

namevcudiyet

ontolojik sancilarimin merhemi
mevcudiyet kelimesini içerir; yani varlığı. zaten imgelemimizdeki hiçlik tasviri de varlığı içermek zorundadır. zihin tuvalinden bütün renkleri ve çizgileri silebiliriz, fakat tuvalin kendisini silemeyiz.

yokluğu, varlığı referans alarak cümle içinde kullanırız (yok olan şey, bir zamanlar vardır). hiçliğin hiçbir referansı "yoktur". yine de dilin en tehlikeli tuzağı bu olmasa gerek.

zengin sözlük yazarlarının tespitleri

ontolojik sancilarimin merhemi
Erkekler genellikle cinsel ilişki yaşamaz; kendi geçmişiyle mücadele eder. Eğer sıradan bir cinsel ilişkiyi gizlice izliyor olsaydık, erkeğin ne kadar umursamaz ve hayvani; kadınınsa ne kadar endişeli ve yalnızca bir açıdan değil, her açıdan tatmin edilmeyi bekleyen bir yapıda olduğunu görürdük. Şiddetli, beklenmedik hareketler hep erkekten beklenir bu toplumda. Sevişirken paşadır erkek, ne yapsa yeridir. Kendisini saf erkek olarak görür hep. Bence bütün erkekler içlerinde bir miktar kadın barındırırlar. Çoğu da ölene kadar bu içlerindeki kadını baskılar, sonunda yorgun düşüp ölürler..

keskin nisanci

ontolojik sancilarimin merhemi
Aslında yazmayacaktım ama mecbur kaldım. Yerseniz.. Herkes her şeye şahit. Yazdığını okuyan da evde karalama defterine yazıyorsun da kimse görmüyor sanacak. E tabii düşünecek kadar zihinsel bir emek ve enerji harcamıyorsun. evhamını da haklı çıkıyor bu: düşünmemeyi bir tür kafadan değilleme, ve salak yerine konmama yarışına çevirdiği için olası atakları da önden reddetme alışkanlığı ve tepkiselliği getiriyor. Üzüldüm şimdi.
27 /