confessions

turuncu gemi

2. nesil Yazar - Eski sevgili hüznü

  1. toplam entry 1820
  2. takipçi 11
  3. puan 16944

take the money and run

turuncu gemi
büyük usta woody allen'ın, yazarlığını, yönetmenliğini yaptığı, üstüne bir de muhteşem bir performansla oynadığı 1969 yapımı absürt komedi filmidir. ben normalde absürt komedilerden hiç haz etmem. stanley kubrick'in bile full metal jacket isimli bir absürt komedi filmi vardır ki, sinema eleştirmenleri tarafından öve öve bitirilemez ben onu bile sevmem. kanaatimce absürt komediyi sinemada en iyi kotarmış sinemacı bizim naytuk baytan'ımızdır.

woody allen'ın bu filmi de başarılı olarak gösterilebilecek örneklerdendir.

kavgam

turuncu gemi
dünyadaki her fikir mutlaka sonsuz bir biçimde, bilimsel bir diyalektikte tartışılmalıdır. tartışma, tartışmasız iyidir. tarih boyunca göğün altında söylenmiş hiç bir fikir, düşünce suçu sayılıp yargılanmamalıdır.
lakin bundan sadece faşizm denen habis ur müstesnadır.
faşizm bir fikir bütünselliği değil, nefret suçudur. bütün demokratik ulusların yasalarında ve uluslararası hukukta bu böyledir.

bu habis ur'un kutsal kitabının sözlüğümüzde iyi niyetli de olsa övülmesi beni geleceğimiz adına endişeye sevk etmiştir. günümüz kapitalist modernitesinde, lumpenleştirilmiş ve özünü oldukça zayıf hisseden çok fazla insan var. bu süslü ve güçlü görünen kişi kültünden kendilerine bir güç kimliği devşirmeye çalışıyorlar. korkarım bu çabaları, hayatta amaçsız ve belirsiz kağıt bir gemi gibi savrulan insanımızı daha fazla hasta edecektir.

hitler denen bıyıklı solucanın yahudi soykırımı amaç değil, bir araçtı. masum yahudi halkının bütün varına yoğuna çökülüp bu varsıllığın sağladığı savaş gücüyle dünyaya hakim olmak gibi bir amaç mevzu bahisti. alman halkının beyninin karanlık dehlizlerine bu araç, kutsal soslarla kendilerine sonsuz bir refah sağlayacak bir amaç gibi zerk edilip inandırıldı.

bugün, sonunu hitler gibi karanlık bir bodrumda ucuz bir itmişçesine gebermeyi de göze alarak dünyaya hakim olmak isteyen diktatörlere şunu söylemek isterim. hitler'in arkasında yüzde yetmiş halk desteği vardı. savaşta uzun süre öne geçmesinin en önemli etkilerinden biri de budur. avrupa yahut ortadoğu'da hiç bir diktatör adayı, yüzde 30-35 gibi bir halk desteğiyle böyle saçmalıklara girişmesin.

almanya denince ilk akla gelenler

turuncu gemi
19 ve 20. yy'de çıkartmış olduğu büyük filozoflar ve besteciler. frankfurt okulu.

bir de allah yalanı sevmez, hakkını teslim etmek gerekir ki seksenli ve doksanlı yılların muhteşem porno filmleri. bir daha o sade hayal gücü derinliğindeki harkulade filmler yapılamadı. bunu da belirteyim dedim yani üzerime hak geçmesin, bu dünyanın bir de öbür dünyası var.

düğün yapmak yerine dünyayı gezelim diyen kız

turuncu gemi
benim de kafamda öncesinde "aaaa! ne kadan daa övülmesi gerek bir kız çeşididir" diye şimşekler çaktırsa da, sonrasında "memo feodal düğün isteyen kızı buldun da, istemiyor diye övecek halın mı var senin olum?" diye kafamdan fikirler geçirmiş başlıktır.

bu arada "kız" ne demek? toplumu daha "bayan" sıfatı cinsiyetçiliğinden kurtaramadık, şimdi bir de "kız" la uğraşıyoruz.
evlenme çağına gelmiş her dişi insan yetişkin bir kadındır.

bir de burada bu başlıktaki kadın yaklaşımını öven genç erkek dostlarımı uyarmak isterim.
artık iş ciddi ciddi evlilik yoluna girdikten sonra kızın ayağı pardon kazın ayağı hiç öyle olmuyor. "aşkııımmm, bana kalsa tabii ki düğün değil seninle dünyayı gezmek isterim, fakat annemler, babamlar, teyzemler, teyzem kızları buna çok üzülür" türü yaklaşımlar sizi hayal kırıklığına uğratmasın yolda.

modern insanın en büyük problemi

turuncu gemi
yaşam içinde her somut ve soyut varlık diyalektik bahsinin konusudur. yani yaşamda her şey karşıtıyla mahfuzdur. modernite denen kavram da bundan müstesna değildir. modernite denen kavramı da özü itibariyle kapitalist modernite ve sosyalist modernite olarak ikiye ayırabiliriz.
hiç unutmuyorum, eskilerde çok güvendiğim bir büyüğüme "insan ne için yaşar" diye bir soru sormuştum. cevabı tabii ki de "insan şerefi, haysiyeti için yaşar" olmuştu. bu bahsettiğim insan gerçekten de öz yaşamında şeref ve haysiyet için yaşamanın en gerçek örneklerinden birisiydi.

bu çağın insanının en büyük talihsizliği, kapitalist modernitenin en hayâsız haydut nitleğine bürünmesidir. din gibi bir kurumdan, aile kurumuna kadar her olguyu insana savaşta güçlü bir silah olarak kullanabilmekte. kapitalizmin topluma karşı yürüttüğü bu savaş, devlet aygıtı gücüyle de gayet örgütlü bir savaştır.

bunların dışında günümüz insanından çok sıkılmaktayım. bülent ortaçgil bir şarkısında fevkâlade bir cümle etmiştir "bu iş zor yonca, çünkü insanlar yıllar boyunca hiç soru sormadan durur." günümüz insanı merak etmekten çok sıkılıyor. ibni haldun da demiş zamanında "insan ana babasının değil, ezberlerinin çocuğu olmuş" yazık ki günümüz insanı bundan beter yoz bir mahlukâta dönüşmüş ve bu haliyle acayip hayvanlara benziyor. bu durum eskiden bir tek onları çürütüyor sanmaktaydım. artık ben de çürümekten korkuyorum.

ay gidiyor

turuncu gemi
müzikalite evrenimiz ahmet abimizin 1998'de çıkardığı dosta düşmana karşı albümünden muhteşem bir eserdir. sözleri bu ülkenin en dik duruşa sahip onurlu kadınlarından gülten kaya hayaloğlu'na, müziği gülten kaya hayaloğlu'nun değerli eşi ahmet kaya'ya aittir.
(ben de ahmet kaya'nın gözü suphi)

''kapkara büyürken
geceler derinden
canımı içimden
alıp giden hey

sessizce büyürken
avluda cehennem
güneşi koluna
takıp gelsen hey.''

bananas

turuncu gemi
büyük usta woody allen'ın yazdığı, yönettiği ve yine muhteşem bir performansla oynadığı 1971 yapımı filmidir. her zaman ekşi sözlükteki yorumları okuyup da bir filmi izleyip izlememe aşamasına gelinmemesi konusunda iyi bir örnektir.

filmde woody allen ''tamam arkadaşım, mahsuni şerif'in dediği gibi amerika katil katil de, her defasında aynı oyunlara gelen halklar hiç mi eşşek değil?'' sorunu da yöneltmektedir.

ve bir woody allen filminde daha, lumpen kadın karmaşası çok iyi bir şekilde perdeye yansıtılmıştır.

bir anka kuşu

turuncu gemi
muhteşem bir yusuf hayaloğlu şiiridir. ahmet kaya bu şiiri olabilecek en güzel şekilde bestelemiş ve yorumlamıştır.
her ruh durumunda dinlemeniz önerilmez.

''suçüstü yakalandım bölüşürken kalbimi
suçüstü, kelepçeyle yardılar bileğimi
anne, ben diyar diyar umudun savaşçısı
bir tutam sevgi için dağladım gözlerimi.

"promethus' tum, çiviyle çakılırken taşlara
ciğerimi kartallara yedirdim
spartaküs'tüm, köleliğin çığlığında
aslanlara yem oldum, tükendim
kör kuyuların dibinde yusuf'tum
kerbela çölünde hüseyin
zindanlarda cem sultan, sehpada pir sultan
kaçıncı ölmem, kaçıncı dirilmem bu
tanrılardan ateş çaldım
yüzyıllarca tutuştum, üst üste yandım.
bir anka kuşu gibi anne, bir anka kuşu gibi
kendimi külümden yarattım."

iki parça can

turuncu gemi
ahmed arif'in en güzel şiiri olan ''suskun''un fikret kızlıkok tarafından harkulade bestelenmiş halidir. bütün sevenlerin bu evrende bu şarkıyla en az bir defa dans etmelerini dilerim.
bunu yapanlar, ölürken daha dolu bir şekilde ''yaşadım'' diyebileceklerdir.

''rüya, bütün çektigimiz.
rüya kahrım, rüya zindan.
nasıl da yılları buldu,
bir mısra boyu maceram...
bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
bilmezler nasıl sevdik,
iki yitik hasret,
iki parça can...''

spor yapmak

turuncu gemi
bütün uzman hekimler, spor yapmayan zayıf bir insan olmaktansa, spor yapan kilolu bir insan olmanın daha iyi olduğunu söylerler. ben de kırk yılın başı bir kendimi öveyim ki, spor yapan iyi vücutlu ve de sağlıklı bir insanım.
az bir epilasyona ihtiyacım var aslında, tamam az değil baya bir epilasyona ihtiyacım var. sayısal loto çıksın onun da çaresine bakarız. bir de gazi paşa bile yanılıyor bazen. sağlam kafa sağlam bedende bulunmuyor her zaman için. yani kendimden biliyorum bunu.

halep ezmesi

turuncu gemi
hdp lideri ve pen onursal üyesi selahattin demirtaş'ın, seher isimli kitabından, antakya ve halep arasında geçen muhteşem bir öyküsüdür.

''yanılmışım, hayat çok uzun…”

garip bir durum mu var, sanmıyorum. her zamanki ortadoğu işte, bir yerlerde patlayan canlı cansız bombalar, geride bıraktığı onlarca parçalanmış insan bedeni, darmadağın olmuş yoksul bir pazaryeri.
ölü sayısı 68, yazıyla altmış sekiz.''

diye başlar. antakya'da salaş bir dükkanı olan hamdullah ustanın, halep'de yaşayan teyzesi kızı rukiye'yi sevip de alamadıktan sonra aşka küsüp yalnız geçirdiği bir ömür anlatılır içinde.

rukiye bir gün, halep'de ki savaştan kaçar, eşi ve çocuklarıyla antakya'daki hamdullah ustanın evine sığınır.

''hamdullah usta aslen halepli. dedesi hatay'a yerleşmiş, 60 yıldan fazladır hatay'dalar. dededen babadan lokantacı esnafı olarak tanınırlar hatay'da. tarihi halep çarşısında kumaşçı dükkanları var amcalarının. savaştan önce çok sık gider gelirlermiş birbirlerine. savaş başlayınca halep'teki akrabaların hepsi diğer birçokları gibi hatay'a kaçmışlar. hamdullah ustanın iki katlı evinin bahçesine bir çadır kurmuş, toplam 48 nüfus bir evde yaşamaya başlamışlar. hamdullah usta bu durumdan dolayı evin alt katındaki kiracıdan rica minnet evi boşaltmasını istedikten sonra biraz daha rahat etmişler. hiç evlenmemiş usta. çocukken babasıyla birlikte halep'e ziyaretlerinde tanıyıp deliler gibi âşık olduğu teyzesinin kızı rukiye 16'sında evlendirilince hayata küsmüş. sevmemiş bir daha kimseyi. rukiye iki çocuğu, kocasıyla birlikte ustanın alt katındaki evde bir odada kalıyor. onunla karşılaşmamak için her sabah neredeyse koşarak çıkıyor evden usta. rukiye de unutmamış unutmasına da yapacak bir şey yok artık. halen çok güzel, bakmaya kıyamıyor, görmeye doyamıyor. görme dediysek de kaç günde bir tesadüfen karşılaşmalar esnasındaki bir saniyecik bakışmalardan başka bir şey değil zaten. 'hadi!' dese birlikte her şeyi bırakıp kaçacaklarmış gibi ve sanki bunu birlikte planlamışlar da herkesten saklıyorlarmış gibi tedirginmiş usta.

68 ölü ulan!

eve herkes uyuduktan sonra sessizce girip usulca yatağa uzanmak dışında evle bağını kesmiş bu yüzden. olur da birisi ustanın bunları içinden geçirdiğini anlar diye ödü kopuyormuş. yıllar sonra yeniden alazlanan rukiye aşkının alevleri dışarıdan fark edilir korkusuyla bereket'le olan sınırlı konuşmalarını bile sıfıra indirmiş.''

bir hafta sonu, iki günlüğüne rukiye halep'e gitmek zorunda kalır.

''halep'te pazar yeri, tezgâhlarda sadece hüznün satılan, donup kalmış bir film sahnesi gibi. savaş başladığından bu yana neşesi yok pazarların, rengi yok, kokusu yok. doymak, doyurmak için bir parça yiyeceğin mecburen alınıp satıldığı yerler, ruhsuz hastane koğuşları gibi adeta. 68 parçalanmış insan bedeni. rukiye de aralarında. iki gün önce çocukları hatay'da bırakıp kocasıyla birlikte halep'teki evlerinden bir miktar daha eşya almaya gelmişler. akşam yemeği için bir şeyler almaya gitmiş pazara.hatay'ın künefesi de ünlüdür.

“allahu akbar” diye bağırmış kendini patlatan pazar yeri katili. halep'te paramparça olurken rukiye'nin bedeni, hamdullah usta dükkânın arkasında tahta namazlıkta namazını kılıyormuş. “allahu akbar” diye rükûya giderken göğsünde bir sızı hissetmiş, yaşlandık herhalde diye iç geçirmiş.
kocası ceset parçaları arasından elbise kumaşının yapıştığı bir kaç parçayı tanıyıp bulup alabilmiş rukiye'den geri kalanları. hamdullah usta ne cenazesine ne mezarına gitmeye dayanamamış rukiye'nin. definden bir gün sonra akşam dükkânın kapısını içeriden kilitleyip ecza dolabında ne kadar hap şurup varsa hepsini içmiş''

nazım hikmet ran

turuncu gemi
lambayı yakma, bırak,
sarı bir insan başı
düşmesin pencereden kara.
kar yağıyor
karanlıklara.
kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.
kar...
üflenen bir mum gibi söndü
koskocaman ışıklar..
ve şehir
kör bir insan gibi kaldı
altında yağan karın.
lambayı yakma, bırak!
kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
dilsiz olduklarını anlıyorum.
kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.

dizelerinin sahibi büyük şair.

yürümek

turuncu gemi
güzel bir nazım hikmet şiiridir;

yürümek;
yürümeyenleri
arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
bir mavzer gözü gibi
karanlığın gözüne bakarak
yürümek!..

yürümek;
dost omuzbaşlarını
omuzlarının yanında duyup,
kelleni orta yere
yüreğini yumruklarının içine koyup
yürümek!..

yürümek;
yolunda pusuya yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını
bilerek
yürümek...

yürümek;
yürekten
gülerekten
yürümek...

meraklı köfteci

turuncu gemi
türk sinemasında hiç bir zaman hakketiği değeri görememiş filmdir. sinemadan anlayan bir yazar olarak iddia ediyorum ki, bu film avrupa'da çekilse imdb 10'da olur ve yılda bir kez bütün emekçileriyle saygı geceleri düzenlenirdi.
bambaşka bir evrenden fırlamış, fakat bizim aramızda geçen bir filmdir. yönetmeni, aynı zamanda ''bizim aile ve delisin'' gibi avrupa sinemasının yüz akı filmleri de çekmiş olan engin orbey'dir. engin orbey bu yeteneğine rağmen neden sadece altı film çekmiştim nazar-ı itibarımda bir muammadır. orbey'i aslında hepiniz tanımakta ve çok sevmektesiniz. kendisi hababam sınıfında deli müfettiş hüseyin şevki topuz'u canlandıran usta aktördür.

sözlük yazarlarının başına gelen ibretlik olaylar

turuncu gemi
(arşivimde olan eski bir yazımı paylaşıyorum. şu an itibariyle iyi ve sağlıklıyım)

4 gündür ağır bir gribal enfeksyon geçirmekteyim. sanırım gezegende yaşayan en ileri derecede iğne fobisi olan insanım. gribal enfeksyonum müddetince hekim arkadaşlarımın yazdığı ne iğneleri, ne de serumları kullandım. haplarla idare etmeye çalışıyordum fakat bir halta yaramadı, yaramıyor.

dün gece saat on bir sularında nöbetim olduğu için hasta bir şekilde güç bela çalıştığım hastaneye geldim. hemşire bir arkadaşıma ateşimi ölçtürdüm 38.5 derece çıktı. hekim arkadaş yine gerekli ne kadar iğne ve serum yazdıysa da vurdurtmadım. bir gün istirahat alıp evime geldim.

o esnada ablam aradı durumu anlattım. bana aynen şu cümleleri söyledi ''olum serumu ve iğneyi kullansaydın ve bu geceyi hastanede geçirseydin. çünkü bu kadar yüksek ateşle kesin gece düşer bayılırsın ve başına istenmedik daha kötü durumlar gelir.''
kadıncağız benim için endişelenmesin diye tamam dedim, dediklerini tutacağım, tutmadım.

sabah 5,30 gibi lavobaya giderken düşüp yüzün koyun bayıldım. 5 dakika bilincimi kaybetmeşim. 35 yıllık hayatımda ilk defa bayılma hissi yaşadım. çok güzel bir kafası var. bilincim açılınca ambulansı aradım. gelip beni aldılar. yolda şekerim, tansyonum dibe vurmuş 2 defa daha bayıldım. hastanede bilincim yarı açık yarı kapalıyken o hiç sevmediğim serumları ve iğneleri de saplamışlar.
buna ek olarak, düşmeden kaynaklı 2 kaburgam ve 3 ön dişim kırık. burnumda da çatlak var.

ibretten kastım şu ki, mevzubahis sağlık konularıysa mutlaka büyük sözü dinleyiniz.

kaburga kırılması

turuncu gemi
(arşivimde olan eski bir yazımı paylaşıyorum. şu an itibariyle iyi ve sağlıklıyım)

gribal enfeksyona bağlı olarak, tansyon ve kan şekerimin ani düşmesi sonucu yüzün koyun bayılmam neticesinde, bu satırları yazarken bile inim inleten, kaka şeydir.

acil serviste, hekim arkadaşım başıma bu kaka hadisenin geldiğini söylediğinde "peki kaburgayı nasıl alçıya alabiliyorsunuz?" diye saçma bir soru sordum. haliyle kaburga kemikleri alçıya alınmaz. sizi öldürmeyen kırık kemiğiniz, sizi asla güçlendirmeyecek, kendi kendine kaynama sürecinde haftalarca süründürecektir. bu kırık türünün özellikle bir iç organınızda yapabileceği tahribat sonucu ölebilirsiniz de.
fakat bu vesileyle söylemek isterim ki, artık bütün kamu hastanelerinde böyle elim durumlar yaşanmaması için gereken bütün çabalar sarfedilmektedir.

böyle bir durumda kalırsanız mümkün oldukça hareket etmeden dinlenmenizi doktorunuz sıkı sıkıya tembihleyecektir.

hekiminiz size böyle bir iyilik yapmayacaktır, fakat size benden çok önemli bir tavsiye, başınıza böyle bir durum gelirse iyileşme evresinde asla sevişmeyin.

ben zaten, fiili ohal şartlarına karşı bir tepki olarak hatrı sayılır bir müdettir sevişmiyorum. iyileşme evresinde bundan eksik kalmak benim için sıkıntı değil. artık sevişmeme yoluyla geliştirdiğim protesto biçimime, asgari ücreti tespit komüsyonunu protesto etmeyi de ekledim.
bu enflasyon şartlarında 2020 tl maaş mı olur lann?
çalışanlarına bu miktarı reva gören tüm patronlara, 2020 tl' 200'er lik bankonotlar halinde rulo yapıp, anal oral fanteziler denemeler yapmalarını öģütlüyorum.

karanfil sokağı

turuncu gemi
büyük şair ahmed arif'in muhteşem bir şiirinde de geçen, ankara'da bir çok kalıcı, geçici aşkın başkenti olan sokaktır.

tekmil ufuklar kışladı
dört yön,onaltı rüzgar
ve yedi iklim beş kıta
kar altındadır.

kavuşmak ilmindeyiz bütün fasıllar
ray, asfalt, şose, makadam
benim sarp yolum, patikam
toros, anti-toros ve asi fırat
tütün, pamuk, buğday ovaları,çeltikler
vatanım boylu boyunca
kar altındadır.

döğüşenler de var bu havalarda
el, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
ümit, öfkeli ve mahzun
ümit, sapına kadar namuslu
dağlara çekilmiş
kar altındadır.

şarkılar bilirim çığ tutmuş
resimler, heykeller, destanlar
usta ellerin yapısı
kolsuz,yarı çıplak venüs
trans-nonain sokağı
garcia lorca'nın mezarı,
ve gözbebekleri pierre curie'nin
kar altındadır.

duvarları katı sabır taşından
kar altındadır varoşlar,
hasretim nazlıdır ankara.
dumanlı havayı kurt sevsin
asfalttan yürüsün aralık,
sevmem, netameli aydır.
bir başka ama bilemem
bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat
kalbim, bu zulümlü sevda,
kar altındadır.

gecekondularda hava bulanık puslu
altındağ gökleri kümülüslü
ekmeğe, aşka ve ömre
küfeleriyle hükmeden
ciğerleri küçük, elleri büyük
nefesleri yetmez avuçlarına
-ilkokul çağında hepsi-
kenar çocukları
kar altındadır.

hatıp çay'ın öte yüzü ılıman
bulvarlar çakırkeyf yenişehir'de
karanfil sokağında gün açmış
hikmetinden sual olunmaz değil
"mucip sebebin" bilirim
ve "kafi delil" ortada...

karanfil sokağında bir camlı bahçe
camlı bahçe içre bir çini saksı
bir dal süzülür mavide
al - al bir yangın şarkısı,
bakmayın saksıda boy verdiğine
kökü altındağ'da, incesu'dadır.

feti yıldız

turuncu gemi
mhp hukuk ve seçim işlerinden sorumlu genel başkan yardımcısıdır. mhp genel başkanı bundan dokuz ay önce ortaya ''af çıkartacağız'' lafını saldıktan sonra, toplum vicdanını kanatmayacak iyi bir hazırlıkla yasa düzenlemesi yapmış ve meclise sunmuş siyasetçidir.

bundan dokuz ay önce mhp genel başkanı ''af çıkartacağız'' dediği zaman genel seçimlerin arifesindeydik. türkiye'de bugün belki sayısı bir milyonu bulan, mahkum, mahkum adayı, mahkum yakını seçmenlerden oylar toplandı. bununla da kalınmadı, o günden bu güne bizzat bahçeli'nin içinde bulunduğu bir grup tarafından gece gündüz türkiye cezaevlerinde bir isyan çıkacağına dair yaralar verildikçe verildi. cezaevindeki suçlu vatandaşların, dışarıdaki hiç bir suçu olmayan nice yakını bu dertten kanser oldu. isveç gibi normal bir ülkede, bu kadar yetkili siyasetçi, bu kadar çok cezaevinde isyan çıkabilir gibi sorumsuzca laflar etse, hiç olmayacak şeyler olur. bizim gibi sıradan sorumsuz insanlar bile böyle şeyler dillendirsek, yüce yargımız çok haklı olarak hakkımızda 15 yıla kadar dava açar.

bence af falan çıkmasın. herkes türk yargısı tarafından kesilen cezayı günü gününe yatsın. fakat bugün türkiye cezaevlerinin 2 katı kapasitede mahkum varsa orada adalet kalmamıştır. ve yepyeni bir yapılanma gerekmektedir. bir avrupa ülkesinin 3 katı mahkum sayısına sahip olduğumuzu ve bunun da hiç normal şartlar olmadığını hatırlatmak isterim.

feti bey bundan 5 ay önce ''af 20 güne çıkıyor'' dedi.

bundan daha 4 gün önce katıldığı bir programda ise, adalet bakanlığının yılbaşına kalmadan af hükmünde bir yasa hazırlayacağını söyledi.
artık belli oldu ki bu takvim asla yetişmeyecektir. peki devletin bu sorumlu siyasetçilerine inanan masum çocuklar yılbaşı sofrasında babalarını bekletip göndermemenin hesabını kim hangi dünyada verebilir?
daha küçücük çocukların nezninde bile devletin sözünün güvenilirliğini ayaklar altına almaktalar. bunun hesabını kim hangi dünyada verebilir?

erdal eren

turuncu gemi
insan ne için yaşar sorusuna bütün var oluş ve yaşayışıyla, onuru ve haysiyeti için yaşar cevabı veren güzel insanların çağı biraz gerilerde kaldı.

erdal eren, 17 yaşına kadar ülkesinin bütün insanları için onurlu bir devrim mücadelesi verdi. o yaşında da, ülkesinin bütün namuslu ve onurlu insanları uğruna can verdi.

bu dizeleri can baba, denizler için yazmıştır fakat benim şimdi erdal için de bağıra bağıra okuyasım geldi;

''acıyorsam sana anam avradım olsun,
ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun...''

kısır

turuncu gemi
antakya yöremizde ismi ''sarma içi'' olan muhteşem kızıl bir güzelliktir. biz antakya'da bulguru ılık suyla ıslatırız, bulgurun kaynar suyla haşlanmasını karşı devrimci, menşevik alaşımlı bir davranış olarak niteliyorum. biz sarma içini mevsimine göre mutlaka taze soğanla yaparız. taze asma yaprağı yahut marola sarar yeriz. içine limon sıkmayız, mutlaka nar ekşisiyle yoğururuz.

yoksulluk

turuncu gemi
bütün apokaliptik kurgularda insanlığın sonunu büyük bir nükleer bir savaşın yahut küresel ısınmanın getireceği söylense de, insanlık günümüzde çok daha büyük bir felaketle karşı karşıyadır. bu felaketin adı, kişinin kendisine yabancılaşması felaketidir.

aslında tarih iyi bir yerden başlamıştı. bundan 4 bin yıl önce ilk çağ filozofları insanların kendilerine ve topluma yapabilecekleri en büyük iyiliğin kendilerini tanımak olduğunu öğütlüyordu. insanlık bunun çabası içinde büyük ilerlemeler, hatta sıçrayışlar gerçekleştirdi.

bugün, 4000 yıl önceden çok daha geriyiz. kapitalist modernite, devlet aygıtı eliyle, topluma açtığı örgütlü savaşta en yoğun saldırıyı insanın bu felsefesine gerçekleştirdi. insanların ellerinden her türlü özgün tanımları alınıp, onlara beylik kalıplar verildi. insan günlük hazlarının zombisi olmuştur. bunu en iyi 1600 tl maaşla, ayda 5000 tl harcaması olan insanlarımızda gözlemleyebilirsiniz. hep bir şeyleri takla attırma çabasındalar. hep borçlular. durumları can çekişen mahluklardan bile beterdir. zira can çekiştiklerinin bile farkında değillerdir. bu yoksulluğuna yabancılaşmış zavallı insanın halidir.
aramızda bu tür hayatlar yaşayan dostlarımızı uyarıyorum ki, artık dünyada bu kadar çok nakit dönemi kapanmıştır. bir an önce herkes kendi gerçekliğine dönmesinin tedbirlerini alsın.

marks'ın bundan 200 yıl evvel yaptığı muhteşem bir tespiti vardır. o yıllarda çok muteber görünen ''avukatlık, doktorluk, mühendislik'' gibi mesleklerin zaman içinde proleterleşeceğini söyler. eminim aranızda asgari ücretin biraz üzerinde maaş alan, mimar, mühendis gibi mesleklere sahip arkadaşlar vardır. yakında asgari ücrete talim edeceksiniz. ve ortalıkta bol bol, asgari ücretin biraz üzerinde maaş alan taşeron firma elemanı doktor arkadaşlar olacak.

üniversite okuyan hangi gençle konuşsam bir yalana inandırılmış gidiyorlar. o yalan da, okul bitince avrupaya kapağı atabileceklerinin uykusu. çoğunu uykusundan uyandırmıyorum. fakat böyle bir gerçekliğin asla var olmayacağını bu vesileyle belirtmek isterim.
avrupalı bütün kadrolarını baya baya doldurdu. ilaa yurt dışı hayalleriniz varsa, şimdiden orta asya türk cumhuriyetlerindeki şantiyelere cv gönderin. orada lojman şartlarında bir şekilde avrupa hayallerinize devam edersiniz. yahut ırak'a falan gidebilirsiniz. suriye'nin yeniden inşaasında da, türkiye'de kazanacağınızın 3-5 yukarısı bir maaşla çalışabilirsiniz.

tek çözüm insanın artık bu zombilliğinden sıyrılmasıdır. yoksulluğunu tanıması ve bundan utanmamasıdır.

vajina monologları

turuncu gemi
eve ensler tarafından kaleme alınmış, ülkemizde yüksel peker tarafından sahneye konulmuş tiyatro oyunudur.
2003 yılında, kadıköy kaymakamı, bu tiyatro oyununun isminin ahlaka mugayir olduğu gerekçesiyle ilçede oynanmasını yasaklamıştır.
oysa bir kadının tıbbi organının ismi ayıp bir sözcükse, kadın olmak komple ayıp bir şey olmalıdır.

oyunun yönetmeni yüksel peker, oyunla ilgili en doğru kapağı koymuştur orta yere. ''eğer bu oyunun ismi ahlaka mugayir ise, kaymakam ismi de ahlaka mugayirdir. o neden yasaklanmıyor?''

o günlerden, bugünlere diyorum ki, bir şey bilmiyorsanız, bilge sanatçılarla tartışmayınız. onlardan mümkün olduğunca çok şey öğrenmek varken, neden kendinizi rezil edersiniz?

yerçekimli karanfil

turuncu gemi
muhteşem bir edip cansever şiiridir;

biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
oysaki seninle güzel olmak var
örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
o başkası yok mu bir yanındakine veriyor
derken karanfil elden ele.
görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
birleşiyoruz sessizce.
68 /