zengin sözlüğün istatistikler bölümündeki puan sıralaması olayına hastayım. benim gibi istatistik sever bir insan için adeta bir armağan olmuş. kim düşünmüş ise sağ olsun, var olsun.
ara ara bakıyorum böyle, sanki lig puan cetvelini inceler gibi. hep orta sıralardayım. bu açıdan kendimi hep gençlerbirliği takımı gibi görüyorum. yani şampiyonluğa oynamam ama küme de kolay kolay düşmem gibi. şimdi sözlük çok yeni tabii ama ilk 3 için kafamda belirlediğim isimler bile mevcut. o derece sevimli o derece tatlı bir sıralama. dur bir daha bakayım, yine heves ettim.
Hatırlayanlar bilir. Sudafed şurup vardı, öksürük şurubuydu. Tadı berbattı. Annem bana zorla içiriyordu. Sürekli içine reçel meçel katıyordum gizlice, tadı berbat olduğu için.
haddimi bilmedim, olması gereken yerine hep olmasını istediğim hayatı yaşadım. uçlarda dolaşırken hep, adımladığım o toprak parçasının bir gün kopacağından habersiz de değildim üstelik, dedim ya haddimi bilemedim o kadar. sandım ki her şeye gücüm yeter, sandım ki bu hep böyle gider, bir gün dahi zayıf düşeceğimi aklımın ucundan bile geçirmedim, heyhat hayat.. helak olmadan had bilemedim, helak olduktan sonraymış meğer yeniden doğmak denilen safsata, ben helak olmadan bunu çözemedim. sandım ki ödediğim bedeller bitirmez bende olanı, hep yerine yeni şeyler koyarım, oysa boşluk kendi ham maddesi dışında dolmazmış, yerine bir şey koyamayınca anladım.
kaybettiğim o şey, benden öte benden ziyade, her şey mümkün ve mükemmelken kendini hatırlatan amansız bir ceza. insan değil, güç değil, onlardan daha bambaşka bir şey, adını bir türlü koyamadığım, olmayınca diğer her şeyin önemini yitirdiği bir parça, parçam, bana dair kaybım benden olan. oysa o kadar yolunda ki her şey, en sevdiğim şeyi dahi elde ettim, sıfır sıkıntı. lakin her şey hemen yan odamda olup bitiyor gibi, dahil olamıyorum, her şey olup biterken sanki bir film gibi izliyorum, dolmuyor, yetmiyor, varlığını hissettirmiyor.
ait olduğum bir ev yok artık, kimsenin kolay kolay yaşamak istemediği bir toprak parçasında tam olduğum ama tamam olmadığım bir hayalin peşinden gidiyorum. ilk defa bu kadar heyecanlıyım, mutluyum, huzurluyum ama ilk defa bunlar hemen yan odamda vuku buluyor, cilve-i rabbani.
hayır isyanda değilim, imtihanın farkındayım, şükür binlerce defa, yeniden yaşamaya. içim biraz değişik, içim biraz karmaşa, fırtınayı sevmediğimden değil ya aksine ona olan sevdamdan olsa gerek. yine de bazen zor, kaldıramamak değil, sadece zor işte. insanım lan ben de, öyle ya eksiklikten değil mesele, sadece kendime bir not düşeyim diye.
beyazlar giymiş bulutlara benzemek istiyorum, özlenmiş umutları haykırıp bir sevda masalının mor nüshasını o engin maviliğe bırakma zamanım geldi de geçiyor..
içim, bir suskunsa tekin mi ola? o malta bıçağı, kınsız, uyanık, ve genç bir mısradır filinta endam... neden, neden alnındaki yıkkınlık, bakışlarındaki öldüren buğu?
bilmiyorum ne kadar zaman geçti anlaşılır olmasının üstünden, anlaşılır olması kabullenmek bakımından önemli, sanıyorum ki bu yüzden herhangi bir zaman dilimini o nokta üzerinden tespit edebiliyorsun, herhangi bir şey gibi değerlendirdiğin onlarca şey arasından sıyrılıp başka bir şey oluyor, önemli oluyor herhalde olması gereken sözcük bu olsa gerek, anlatmaya çalıştığım şey önemli oluşu.
belirli bir önem sıralamasına göre seyrediyor hissettiklerim, yargılarım ve sonuçlar. kolaylıkla değişebilen bir yapıya sahip değil, öyle olmasını isteyen bazı insanlarla tanışmıştım bir zamanlar, daha kolay seyrediyor o zaman hayat diye düşünüyorlardı, ne düşündüklerini önemsemediğim zamanlardı muhtemelen bu sebepten kolaylıkla değişebilsin diye hiç istemedim ya da bana uymuyordu. önemsemediğimden ya da olması gerekenin o olduğu için değişmemesi de aslında tartışmaya lüzum gerektiren bir şey değil, nedenleri aramaktan sonuçları önemsediğim zamanlarda vazgeçmiştim zaten.
aslına bakacak olursak mesele tam olarak nerede başlıyor, nerede yön değiştiriyor ve neden son bulmuyor... bütün bu olanların basit ve bir o kadar anlaşılabilir cevapları bende saklı, fakat kendine yeniden yönelttiğin bazı sorular mutlağı yok ediyor, bu aslında çok acımasız bir şey, düşünsene mutlak diyorsun, tamam diyorsun yani en olması gereken şey bu tamam, tamam dediğin anda tam olmadı demene sebep oluyor ilginç değil mi. yargıların kolaylıkla değişmiyorsa işkence bile sayılabilir, kolay oturmuyor taşlar yerine bazen, sen tutup binayı yıkıyorsun. sorarlar adama sen ne ayaksın, sen neyin peşindesin diye, cevap alamayacaklarını bildiğini varsayıyorsun ama şaşkınlıkları hayal kırıklığına yol açıyor, bir şeyler ummaktan vazgeçmediysen tabii yoksa önemsiz bir an olarak kalıyor geçmiş zaman hanende, bir daha aklına bile gelmiyor, vazgeçtiğini anımsıyorsun sadece. insan sadece anımsamak istediklerini anımsayıp geriye kalan her şeyi tarihin çöplüğüne gömdüğü zaman güçlü olduğuna inanabiliyor, çöpü arada boşaltmak lazım tabii yoksa en fazla teselli ikramiyesi tadı daha ötesi değil.
sokakta turluyorum geçenlerde, önümde bir kaç kişi yürüyor, adımları yenilgi tadında ama sezebiliyorsun, suratlar beş karış, içlerinden biri intikam istiyor.. suratlarına bir defa baksaydınız o an geri kalanların, hiçliğin vücut bulmuş halini görmeniz kaçınılmaz olurdu, ben bakmadım çünkü gerek duymadım, daha önce de görmüştüm zaten, aynı şeyleri defalarca yaşamayı seven bir yapım yok.
yankın yasak, aynalara. inemem bahçende talan, tam, boş yanı bu, derim namussuzun, tam, bıçağım cehennem gibi güzelken, aklıma düşüyorsun ellerim arık...
yankısı sağır eden şeyleri duyuyorum bu günlerde.. el bombası düşmüştü askerde sutre önüne atmıştık kendimizi yere, ağzımız burnumuz toprakla dolmuştu, göz gözü görmüyordu, o an hissettiğim tek şey ne kadar gürültülü bir patlama olduğuydu sadece o kadar, çok gürültülüydü emin olabilirsiniz, başka bir şey düşünmek için sebep de yoktu zaten, şimdiyle tek farkı ağzım burnum toprakla dolmadı, daha fazlası değil.
bir arkadaşımın yeni doğan çocuğunu görmeye gittim bugün, arkadaşın suratına baktım, bebeğe baktım, duvara da bakar oldum o ara, yeni bir hayata yol açışlarındaki haklı gururun duvardan tavana sekme anına tanık olurken, önüme baklava koydular o ara odaklanamadım ondan sonra neler oldu kaçırdım bu sebepten. önlenemez sorularınızın önüne baklava konulduğunda hayat o kadar saçma bir gerçekliğe bürünüyor ki o anın şokunu atlatabilme kabiliyetinize göre geriye kalan her şeyle başa çıkabiliyorsunuz. bebekler tuhaf canlılar, insandan olma insan biraz fazla baksan muazzam bir şey bu, biraz yana baksan başka şeyler, bu kadar kolay değişmemeli anlamlar ya da değişecekse eğer, yok boşver cidden değişmemeli.
bütün ham maddesi bir savaş anında bombalanan fabrikadan kalan kadar olan bir şeyi elimde tutuyorum, hediye olarak bundan sonraki varlığını benim ellerimde geçirecek, bu anı görebilseydi bombardıman pilotu geçmişime söver miydi emin olamıyorum, kalanlarla yetinmenin ne hissettirdiğini anlardı en azından belki.
geçmişte bir gün geliyor aklıma, çok soğuk ve aynı orantıda karanlık bir gece, bir türkü çalıyor bir yerde, donup kalmışım yanımdan geçen kalabalıklar erirken orada olma sebebimi unutuyorum, neden durduğumu, neden o türkü, ambale oluyor o an zihnim ve bilmem ne kadar süre sonra yeniden çalışıyor, yürümeye devam ediyorum ama aksine değil tam da o karmaşanın içine, çok uzun gecelerimden bir tanesi de odur, şimdi o geceyle birebir hislere sahibim ama eksik ve ben o eksiğin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum, çalışırken yazıyorum pekiştirsin diye, o kadar anlamsız bir çaba ki gülümsetiyor ama.
bazen hayatımı bir yol boyunca sıralanmış, birbirine tellerle bağlı elektrik direkleri gibi hayal ediyorum. bir, iki ve üç... sonrası yok. teller boşlukta sallanıyor ve ne kadar çabalarsam çabalayayım on sekizinciden sonra bir tek direk bile göremiyorum..
İnsanlarla konuşurken ciddi olamıyorum. Pek çoğumuz gibi... Ama durum bende biraz farklı. Çok ciddi olmam, karşımdaki insana destek olmam gereken yerlerde bile istemsizce aklımdan saçma sapan şeyler geçiyor. "Hmmm anlıyorum yaa :( çok sıkıntılı bir durum" diyorum. Ama halbuki içimden "heleloy loy loy xd xd pappi papi papiçulo :p" gibi saçma sapan şeyler geçiyor. Hatta tam da bununla ilgili bir karikatür vardı, onu bulamadığım için atamıyorum :))
Her insanın yaşattığını yaşaması gerektiği taraftarıyım ve devranın bu şekilde döndüğüne de şiddetle inanırım. Dolayısıyla bir insana içimden nasıl davranmak geliyorsa öyle davranırım, eğer iyi olmayı gönülden istemiyorsam sahte iyilik pozlarına hiç girmem. Belki ben de birilerinin yaşattığı kötülükleri kendisine yaşatacak kişi olarak çıkarılmışımdır onun karşısına? Bu döngüyü neden zorlama iyiliklerle bozayım ki?
Bir akşam saatleri ve evimin önündeyim. Karşı kaldırımda bir kedi ve iki yavrusu var. Yavrulardan biri aniden yola fırladı ve hızla bir araç geçiyordu, anne kedi bi panik oldu diğer yavrusuna bakmakla arabaya doğru koşan yavrusu arasında kaldı zira o da yola gidebilirdi sonra o yola fırlayan korkmuştu bayağı annesine doğru hızla geldi. Çok basit gelebilir belki ama o an o annenin çaresizliğin ve koruma güdüsü beni duygulandırdı annelik, yavru kedi, diğer yavru... ...ve izlerken gözümden yaşlar süzülüyordu. Çok hüzünlüydü!
Kendime cici bebe yaptım sonra cici bebeyi yerken acaba zengin sözlükte neler oluyor diye bakarken telefonu kasenin içine düşürdüm. Sonra telefon açılmadı, kitlendi. Fön makinesinde kurutup açtım ve şuan gayet iyi çalışıyor fakat ses gitmiyor. Yarın telefoncuya götürecegim ama telefonu cici bebeye düşürdüm demeye utanıyorum sjshjshs
Ben küçükken bi' gün annemle babam çok büyük bi kavga etmişlerdi. İlk kez öyle görmüştüm onları. Boşanacaklarını düşünüp bütün gece ağlamıştım. O zamanlar beni sevdiğini düşündüğüm bir tanrım vardı ve dua etmiştim ona. Hatta kendimce totem bile yapmış Annemle babam boşanmazsa erik yemekten bile vazgeçeceğim demiştim çünkü mevsim henüz kıştı ve ortalıkta erik falan yoktu. Ve erik benim için çok önemliydi.
Ertesi gün annemle babam barıştılar, ben de çok mutluydum artık boşanmadıkları için. Sonra bahar geldi, erikler yeşerdi ağaçlarda, erik yenmez mi hiç, yedim umarsızca, yaptığım totemi aklıma bile getirmedim. Erik yenmez mi hiç? Ve sadece o bahar değil takip eden her baharda tanrıya verdiğim sözü unutarak hatta tanrıyı da unutarak deliler gibi erik yedim. Hiç yenmez mi yahu erik? Ve annemle babam hiç boşanmadılar. Beni önemseyen bir tanrı da yokmuş zaten, onu öğrendim.
Ama o kış verdiğim sözü tutmadım diye evren kızdı sanırım bana. Sanki benim bu büyük şanssızlığım erikle ilgili gibi geliyor. O kış galiba büyük bi hata yaptım ve kırdım bir şeyleri. Ama elimde değil, çok seviyorum eriği, erik sevilmez mi hiç?
bazen bir şiiri öylesine okuyup geçiyorum. bir zaman sonra zihnimin diplerinden bir dizesi ya da dize bile olmayan bir ifadesi yüzeye çıkıyor. deli gibi tekrar şiire dönüyorum,” ah ne güzelmişsin sen “ diyorum. bazen de yaşadığım bir şey okuyup geçtiğim bir dizenin anlamını bana öğretiyor. “böyle demek istemiş meğerse “ diyorum. Demem o ki; "uçarı değilim, kadir bilirim.”
Soyluluğumdan hiç ödün vermek istemesem de, insanların hevesini kaçıran, haksızlık eden, kendini bir bok sanan tipleri görünce içimdeki canavar çıkıveriyor. Kan akıtmadan kılıcımı toprağa gömemiyorum maalesef.
geçen yıl (2017) hayatımı yeni baştan düzene sokmak için inatla uğraştığım 9 aydan sonra ne kadar istersem isteyeyim olmadığını fark edince her şeyi oluruna bırakmayı seçmiştim. öyle de yaptım. yani sonr üç ay akışına bıraktım hayatımı . hiç karışmadım karışmıyorum artık. öyle ki yavaştan kendi kendine düzene giridiğini bile fark etmemilş gibi yapıyorum. ne olur ne olmaz tılsım bozulur. karışmıyorum "şu şöyle olsun, bu böyle olsun" diye. hatta yorum bile yapmıyorum; "şöyle yapsaydım daha mı iyi olurdu falan" diye. kısacası gelişine vuruyorum. vurmaya devam. vurulana kadar.
Uzun süredir herhangi bir sözlükte çaylak olmamıştım. Hoş değilmiş. Şu on entryi doldurmam lazım kısa sürede. o yüzden biraz saçmalayasım var. Gerçi her daim saçmalayacağımdır çoğunuza göre. Yine de sizi seveceğim.
Hazır şu an burada bulunan 20'ye yakın çevrimiçi yazar buralara bakmıyorken rahatça itirafta bulunabilirim. Çünkü buradalar ama oralı değiller. Sağlıkları sıhhatleri yerinde midir, afiyetteler midir, bir dertleri ya da paylaşmak istedikleri bir şeyler var mıdır çok merak ediyorum ben şahsen.
Amacım yukarıdaki meseleye parmak basmaktı ama hadi âdet yerini bulsun diye itirafımı da edeyim: ben bir küçük cezveyim!
bunu nasıl anlatırım bilmiyorum ama bende bi şey var sanırım. bi şanssızlık, bi uğursuzluk... sevgilimle beraber tatile çıktık 3 gün önce. her şey o kadar güzeldi ki uzun zaman sonra birbirimize kavuşmuşuz, mutluyuz, kafamız rahat filan. özlediğimiz arkadaşlarımız vardı, onları gördük, büyük bi cümbüşün içinde sevinçliydik. derken dün gece sevgilimin ailesinden bi telefon geldi geç saatte. apar topar geri döndük. babaannesi vefat etmiş. üzdü.
bence bizim beraber olmamızı hiçbir güç istemiyor. sapasağlam kadın durup dururken küt diye öldüyse kesin bu bizim yan yana olmamızla alakalı diye düşünüyorum artık. mutlu olmamızı hiçbir kuvvet istemiyor diye düşünüyorum. hep böyle şeyler bize vuruyor çünkü. herkesten çok kendi halime üzülüyorum.
8 kişilik bir arkadaş grubuyuz. Zaman zaman buluşur sohbet ederiz. Bugün de bu eylemi gerçekleştirmek için buluştuk. Her zamanki gibi mekan seçimine o karar verdi. Uyumlu biriyimdir. Kim nereyi derse oraya giderim. Benim için önemli olan çayımı, kahvemi içip adam gibi sohbet etmektir. Gittiğim mekanın pek bir önemi yoktur. Yine olmadı. Fakat diğer arkadaş; " orası kalabalık olur, başka bir yer düşünelim" deyince bizimkinin yüzü düştü. Ona göre her zaman en kalabalık yerde olunmalı. En popüler mekana gidilmeli. Eğlenilecekse öyle oturduğun yerde, kenarda kıyıda olmaz. Über estetik dansını herkes görebilmeli. Gerçekten anlamıyorum insanlarda bu kendini gösterme merakını. Hayır yani ne oluyor ? Kalabalığın içinde iki salınınca enerjin tavan mı yapıyor? Veyahut ayak üstü birisiyle kesişip onu hayatına almayı, evlenmeyi falan mı planlıyor ? Sohbetin daha mı koyulaşıyor ? Ne oluyor yahu ne oluyor ? Delirtti beni. Herkesin içinde açtım ağzımı yumdum gözümü, döndüm evime. Hiç de Pişman değilim. Saygısız, uyumsuz megaloman seni.
az evvel bir fitilin ateşlemesi sonucu 6 ay önce yazdığım yazıyı okudum. bu yazıyı yazarken ağlıyordum, şimdi okuduğumda tekrar gözlerimi doldurmayı başardı. kendi kendimin ağzına sıçtım resmen.
"aşkım,
ne telefonunu ezberledim beni terk ettiğinde aramamak için, ne herhangi bir sosyal mecradan ulaşabilecek bir yol bıraktım kendime.
sen benim beşiktaş sokaklarını ezberleme sebebimsin. sen benim içimde daha önce hiç çıkmayan bir hissi ortaya çıkaran kişisin. sen hayatımda topu topu 1 ay kalıp, bana bir ömürlük yaşama sebebi veren kişisin.
hiçbir koku senin kadar bağlamadı kendine, hiçbir insan gözü bu kadar baktırmadı kendine. hiç bu kadar göz yaşı dökmedi bu gözler senden başka biri için.
sen, her gece yatağa girdiğimde uykumu saatlerce erteleyen, bir başka kadınla göz göze geldiğimde kendimden nefret etmemi sağlayan kişisin.
ne kokun burnumdan bir dakika eksiliyor, ne sarıldığında hissettiğim duyguyu unutabiliyorum. ne gözlerine baktığımda karnımda uçuşan şeyleri unutabiliyorum, ne de beni her gönderişinde vazgeçtiğim gururumu tekrar elime alabiliyorum.
sen sesine, gözüne, gülüşüne, bakışına, kokusuna hayran olduğum. dağarcığımdaki kelimelerin hangisi seni daha doğru anlatır bilmiyorum, bulamıyorum. sana olan hislerimi bilsen bana tekrar döner misin onu da bilmiyorum.
beni neden sevemedin aşkım? belki senin yanına yakışacak kadar güzel değildi yüzüm biliyorum. belki sen sevemedin kokumu seninkini sevdiğim kadar. ama aşkım ben bütün bu hisleri nasıl karşılıksız yaşayabildim? nasıl bu kadar bana aşıkmış gibi yapabildin? ben nasıl seni öyle görebildim? senin için her şeyi göze alabilen bir adamdan nasıl vazgeçebildin aşkım? hayatına girenler seni üzmezler mi? kıymazlar mı sana? severler mi seni benim sevdiğim gibi? tek bir gülüşünü görmek için her şeyden vazgeçebilirler mi?
benim sana olan sevgim sana niye ağır geldi aşkım? ben bütün bu duygularımı nereye bırakayım, kime göstereyim, kimin yüzüne bakıp saatlerce izleyeyim, kimin kokusuyla uyanmak için her gece yatmadan dualar edeyim, kimin yüzüne bakıp ona benzeyen bir çocuğum olsun isteyeyim? ben bütün bu duygularımı nereye dökeyim aşkım.
biz hiç ayrılmıcaz demiştin. gelinliğim kabarık olmasın demiştin aşkım. düğünümüzü bodrum'da yaparız demiştin. gidelim buralardan demiştin aşkım. dandik bir yüzük al annemleri kandır yeter, ben pahalı bir şey istemiyorum demiştin. annenle çok iyi anlaşacaktım. seni sever demiştin. arkadaşların da beni sevmişti. sen niye sevemedin aşkım?
herhangi bir his yok sana dokunduğumda hissettiğime benzeyen. kimsenin gözleri senin gibi değil, kimse sen gibi kokmuyor, kimse sen gibi bakmıyor, kimse sen gibi öpmüyor.
önümde aşamayacağım hiçbir engel yokken sana ulaşamamamın tek nedeninin sen olması ne kadar acıtıyor biliyor musun aşkım? bütün iç organlarını yerinden çıkarıyorlarmış gibi. dünyadaki her şeyini kaybetmişsin de boşuna nefes alıyormuşsun gibi. gururunu, onurunu kaybedip neden nefes aldığını sorgulamak gibi. hayata devam etmek için sebep arayıp bulamamak, ölüm gibi.
neden sevemdin aşkım? neden gittin? ne yapamazdım ben senin için? nerelere gidemezdim, nelerden vazgeçemezdim? neyim yetmedi? neyim fazla geldi? sana kendimi sevdiremediğim için kendimden ne kadar nefret ettiğimi biliyor musun? ne yüzüne bakılacak, ne iki çift laf edilecek biri oldum.
sadece beni sev, benden vazgeçeme istedim. vazgeçmek dahi isteme. benimle yaşlan, benimle öl. beraber büyüyelim, beraber öğrenelim, beraber gülelim, beraber ağlayalım ama ne olursa olsun beraber olalım. iyi günde kötü günde seninle olmak istedim. sen niye istemedin aşkım? niye isteyemedin?
Ablam gidiyor... giderken onunla vedalaşamayacak olmak bok gibi hissettiriyor. Evimden uzakta olmak bok gibi hissettiriyor. Eve her dönüşümde bir kişi eksilmiş oluyor. Eski günleri özlüyorum. Evin şenlik yeri gibi olduğu o kalabalık günleri, kalabalık sofraları. Tek başıma yemek yemek bok gibi hissettiriyor. Koşturmaktan terleyip, üstüne soğuk su içip hastalanmayı özledim. Nedeni belirsiz bir hastalıkla tek başıma uğraşmak bok gibi hissettiriyor. Büyümek bok gibi hissettiriyor.
Hayatımın en güzel günlerini yaşadım. Ben yaşamamış, görmemiş, bazı şeylerin açlığını çeken biri değilim. Çoğu insanın hayatında yaşamadığı ve hayal dahi edemeyeceği travmaları da maalesef yaşadım ya da tanık oldum. Bütün bunlardan sonra asla hiçbir zaman daha fazla heyecanlanamayacağımı, asla saf, temiz duygularla bir insanı sevemeyecegimi, sevilemeyeceğimi düşünüyordum. Hani o kadar boktan insanlarla beraber oldum, o kadar sikko anılarım oldu, o kadar hatalar yaptım, o kadar suistimal edildim ki bu dünyanın asla saf bir yer olamayacağı kanaatine vardım. Ancak bu yaşadığım iki gün... Sanki bütün bildiklerimi unutmuş gibiyim.
Elmanın en güzelini yememişim ve hâlâ orada duruyormuş, hiç bu kadar güzel kahvaltı etmemişim, hiç bu kadar tatlı şarap içmemişim, hiç bu kadar güzel gülen birini öpmemişim. Aslında ben 28 sene yaşamışım ama yaşamamışım da gibi.
Ben 28 sene onsuz napmışım hakikaten? Kimi düşünmüş kimler için ağlamışım? Kimlere gitme demişim? Kimlerle seviştiğimi sanmışım?
Hayat çok enteresan lan. Ama bu yaşadığım hayata dahil bir şey değil sanki. Tarifi mümkün olmayan, bu dünyaya ait olmadığını düşündüğüm hisler yaşıyorum.
Seninle yaşlanıp seninle ölmek istiyorum derler ya. Ben seninle sonsuza uzanmak istiyorum. Ölmek istemiyorum. Eğer diğer tarafta da seninle olacaksam bunu kabul edebilirim. Çok güzelsin sen.
Yabancı bir yatakta savunmasız hissediyorum. Akraba evi falan dinlemiyor aklıma türlü türlü senaryolar geliyor. Her an üstüme tavan çökecek, camdan içeri mermiler yağacak, prizlerden alevler çıkacak gibi. Ruh hastasıyım evet. Gidip sigara yakacağım.