gecenin şiiri

turuncu gemi
erenköyü'nde bahar

cânan aramızda bir adındı,
şîrin gibi hüsn ü âna unvan,
bir sahile hem şerefti hem şan,
çok kerre hayâlimizde cânan
bir şi'ri hatırlatan kadındı.

doğmuştu içimde tâ derinden
yıldızları mâvi bir semânın;
hazzıyla harâb idim edânın,
hâlâ mütehayyilim sadânın
gönlümde kalan akislerinden.

mevsim iyi, kâinât iyiydi;
yıldızlar o yanda, biz bu yanda,
hulyâ gibi hoş geçen zamanda
sandım ki güzelliğin cihanda
bir saltanatın güzelliğiydi.

istanbul'un öyledir bahârı;
bir aşk oluverdi âşinâlık...
aylarca hayâl içinde kaldık;
zannımca erenköyü'nde artık
görmez felek öyle bir bahârı.

yahya kemal beyatlı
turuncu gemi
muhteşem bir edip cansever şiiridir;

çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
ön dişleriyle belli belirsiz
bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz
evet mi hayır mı pek anlamadan.
ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız
bir tayın dişinde ince taflan
az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının
yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından
dönüp iç çekmesine gece kuşlarının.
sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan
süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların.
turuncu gemi
turkuaz

düşlerin mavi sağanağında bir gece
sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
seni nasıl sevmeli?

i̇peksen çıldırır yüzlerce tırtıl kıvrımı
suysan tutulmaz bir uçarı nem
gülüşsen tam ortasından parçalanan bir çelik
seni nasıl sevmeli?

düşlerin mavi sağanağında bir gece
soluğun soluğu susturduğu afganistan

karanlık kayalarda saklı turkuaz
kuytu mağaralarda gizemli bir fısıltı
ateşi üfleyen dudak kadar kırılgan
her damla terin pusata dönüştüğü
dünyanın gözyaşı ve isyan.

toprağa gömülmüş kesik kollu bir heykel
renk, ses ve tatlarla yıkılan idol
akılla duygu ve çatışma ve cansıkıntısı
en ince ayrıntılarla yeniden yaratılan
çağdaş bin tanrı... bin tanrı daha.
seni nasıl sevmeli..?

i̇nsanın insanı doğurduğu bir öğle vakti
- kil ya da kaburga kemiğinden değil -
mermer serinliğinden
bir ırmak akışından
kuşların ötüşünden
ışık selinden
insanın insanı doğurduğu...

sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
turkuaz nerden ulaşır çarşılara bilmeden
sorgulamadan geçitsizliği
seni nasıl sevmeli?

düşlerin mavi sağanağında bir gece
anladım ne zaman düşürdüğümü
göğsünde ürküntüsüz tek denizi taşıyan
o güvercini.

dağları da yitirdim
vitrinlerle kuşatılmış bir şehrin
salgınına kaptırıp kendimi.

kimbilir kaç kadından birikmiş turkuaz
güneşin tutsak yanı
seni nasıl sevmeli..?

zerrin taşpinar
turuncu gemi
Günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni,
Kim bilebilir ki kimi, neyi eskittiğini?
Ben ne kadar önemserdim kendimi, hay Allah!
Sen ne kadar kumraldın aynalarda, hay Allah!
Temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa,
Gel bağışlayalım birbirimizi...

Turgut Uyar
turuncu gemi
Beni yokluğunla eğitme,
Beni çıldırtma,
Beni kahretme…
Ben ne olduysam,
Sebep güzelliğindi.
Nereye vardıysam,
Seninle birlikteydim.
Sana alıştım diyorum,
Sensiz yemekler zıkkım,
Anla biraz.
Sensiz susuzum, açım,
Sensiz yaşamanın tadı yok,

Gel artık ,
Sana muhtacım .
turuncu gemi
Yanyana Dalgınlık - Melih Cevdet Anday

Gözlerine bakıyorum
Denizden çıkarılmış bir tabaktaki kuş resmi
Dağınık köy evleri gibi orda burda
Sepetteki sümbül soğanı gibi gölgeli

Yüreğimiz öylesine aşmış ki düşüncemizi
Yarışı başlatan tabanca sesi gibi
Dudaklarımız koşuya çıktıktan sonra
Duyuyoruz söylediklerimizi
turuncu gemi
Pencerede saksılarım var benim de;
Kurulmuş asma bahçem göğün maviliğinde
Acep neden sade yaz günleri taşır
Bir demet çiçek gibi sevgilim.
Çiçekli bir şemsiye elinde?

Ah! Güzel şeyler düşünmeme rağmen
Muttasıl ağlamak geliyor içimden.

Oktay Rifat
turuncu gemi
gözlerin ipekyoludur ömrümün
akasya yüklü kervanlar geçer
çan sesleri arasında bir fener
yanar söner yanar söner yanar söner
gözlerin ipekyoludur ömrümün

kentin en kalabalık yerlerinde
dört nala koşan bir at gibi
çılgınlığa akan yalnızlığa ölüme
yazılmış şiirleri yeniden yazmak bütün
hayatı teğellemek yepyeni bir güne
ve sonra sökmek uzun uzun

gözlerin ipekyoludur ömrümün
yalnızlıktan gelir yalnızlıklara gider
düşülür her şeyin altına bir tarih
soluksuzum günlerdir geceler uzar
yaşamak dünyayı ödüllendirmektir artık
kendimi öldürdüğüm yerlerde beni kan tutar

başıma gelecekleri bile bile yürürüm
hilton oteli'nde hu çekerim huu...
işte hırkam ben de bir dervişim
asamı vestiyerde bırakmak zorunda kalırım
nescafeyi konyakla kardığım günler gecelerdir

bakarım gözlerine eğnim silkelenir
döktüğüm acılar yıllar kederlerdir
alnıma bir avuç tuz atılır düşünemem
konuşamam ağlayamam bağıramam
neden gece her gecenin ardından gelir

gözlerin ipekyoludur ömrümün
gözlerin tarihçesi yaşayıp öldüğümün
ıhlamur ağaçları altında bir saraybosna hatırası
sen ben ve deniz bir de rüzgarın örttüğü gençliğimiz
sen ben ve deniz. sen ben ve deniz..
turuncu gemi
tenis

teni, tenlere takılı kaldı adam'ın.
ve yüzyıllık yalnızlığa, utanca mahkum edildi.
üstelik doğurgan da değildi.
oysa doğurmak doğasında vardı kadın'ın,
aşk gibi.
sonunda tenini ümit burnu'nu dönünce
neyle karşılaşacağını bilmeyen,
yüreğini yalnızlıklarla büyütüp solduran
ve her zaferden yenilgiyle ç›kan
umutsuz korsanlara teslim etti.

tenini en gizli şifrelerle süsledi,
içindekiler anlatılanlardan daha az gizemli olsun diye...
ama eli, beli ve dili tenini bağışlamadılar.

o da aşka sığındı.
en büyük bağışlayandı aşk. yargıcı ve yargılayanı
yoktu.
korkusuzca aşkını gösterdi, teninde yatan aşkı.
adam tenine dokundu. mavi buz gibi ışıdı elleri.
gözlüklerini taktı kadın.
adam'ın tenini çarşaf gibi altına serdi.

yelda karataş
turuncu gemi
ben acılar denizinde boğulmuşum
işitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını
dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni
duyarım yosunların benim için ağladıklarını

ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını
bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
bütün gemiler söndürmüş ışıklarını

ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma
sularım tuzlu, sularım zehir zemberek
baksana;herkes içime dökmüş artıklarını

bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa
bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse
yılların içimde bıraktıklarını...

ümit yaşar oğuzcan
turuncu gemi
günde içimden bir yerlerden 16-17 defa okuduğum şiirdir. çalışırken bile insanlar yüzüme bakıp bir şeyler anlatırken o an içimden bu şiirin okunduğu olur. ama bilmezler. bilseler de bir bok anlamazlar zaten. ankara'dan 600 km ve 2.5 yıl uzakta etimde bir mangal gibi okunuyor bu şiir.

tekmil ufuklar kışladı
dört yön,onaltı rüzgar
ve yedi iklim beş kıta
kar altındadır.

kavuşmak ilmindeyiz bütün fasıllar
ray, asfalt, şose, makadam
benim sarp yolum, patikam
toros, anti-toros ve asi fırat
tütün, pamuk, buğday ovaları,çeltikler
vatanım boylu boyunca
kar altındadır.

döğüşenler de var bu havalarda
el, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
ümit, öfkeli ve mahzun
ümit, sapına kadar namuslu
dağlara çekilmiş
kar altındadır.

şarkılar bilirim çığ tutmuş
resimler, heykeller, destanlar
usta ellerin yapısı
kolsuz,yarı çıplak venüs
trans-nonain sokağı
garcia lorca'nın mezarı,
ve gözbebekleri pierre curie'nin
kar altındadır.

duvarları katı sabır taşından
kar altındadır varoşlar,
hasretim nazlıdır ankara.
dumanlı havayı kurt sevsin
asfalttan yürüsün aralık,
sevmem, netameli aydır.
bir başka ama bilemem
bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat
kalbim, bu zulümlü sevda,
kar altındadır.

gecekondularda hava bulanık puslu
altındağ gökleri kümülüslü
ekmeğe, aşka ve ömre
küfeleriyle hükmeden
ciğerleri küçük, elleri büyük
nefesleri yetmez avuçlarına
-ilkokul çağında hepsi-
kenar çocukları
kar altındadır.

hatıp çay'ın öte yüzü ılıman
bulvarlar çakırkeyf yenişehir'de
karanfil sokağında gün açmış
hikmetinden sual olunmaz değil
"mucip sebebin" bilirim
ve "kafi delil" ortada...

karanfil sokağında bir camlı bahçe
camlı bahçe içre bir çini saksı
bir dal süzülür mavide
al - al bir yangın şarkısı,
bakmayın saksıda boy verdiğine
kökü altındağ'da, incesu'dadır.
turuncu gemi
özleyen

gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde,
sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!
dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde,
sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde!

akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,
hulyâ gibi yalnız gezinenler köye indi,
ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi,
gönlümle, hayâlet gibi, ben kaldım o yerde.

yahya kemal beyatlı
turuncu gemi
aynı zamanda büyük müzisyen ahmet kayan muhteşem şekilde bestelediği cam kırığı hissiyatında nazım hikmet şiiridir;

saat 21'i vuranda
burada kan panalar çalardı
burada…
burada hasret ve dert
sen nerdeydin?

bugün…
bugün görüş günümüz
herkes geldi, sen nerdeydin?

aynı daldaydık
aynı daldaydık
aynı daldan düştük ayrıldık
aramızda yüzyıllık zaman
yol yüzyıllık.

tam yüzyıl..
tam yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli
gözlerin içimde durmayalı.
dokunmayalı sıcaklığına karnının
tam yüzyıldır bekler beni bu şehirde bir kadın
aynı daldaydık
aynı daldaydık
aynı daldan düştük ayrıldık
aramızda yüzyıllık zaman
yol yüzyıllık.
turuncu gemi
eriyen adam

gözlerim gözlerinde dinlenirken eriyor,
eriyor yaklaşırken dudağına dudağım.
zerrelerim çözülmüş gibi sesler veriyor,
ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım.

yanında damla damla bittiğimi duyarım,
yoklarım yerinde mi yüzüm,alnım,saçlarım?
bir göğüs geçirerek derim ki:'yine varım,
fakat bir rüya gibi şimdi kaybolacağım'

bir gün,için içimde neyim varsa alacak,
varlığım bir su olup kabından boşalacak,
benden nişan olarak kucağında kalacak
boş bir yığın:elbisem,gömleğim,boyunbağım.

faruk nafiz çamlıbel
turuncu gemi
göğsün papatya tarlası
ah, sarardın beni
sevgilim, sevgilim
kolların nerde şimdi

kirpiklerinin ucuna
asmıştım yüreğimi
mavisinde yittiğim
gözlerin nerde şimdi

bilgeceydi dostluğun
sevgiydi sunduğun
yıldız gözlüm, gündüzüm
ışığın nerde şimdi

turgay fişekçi
turuncu gemi
bu ne çoğul yaşamak yeryüzündeki
bu ne kırmızı yüz kere kırmızı
bu ne mavi bin kere mavi
bu ne karanfil bu ne yoğun karanfil böyle
bu ne zulüm işkence
bu ne ölmezlik insandaki

edip cansever
turuncu gemi
bu anıyı anlatmak isterdim...
ama nasıl solgun... hiç bir şey kalmamış gibi-
çünkü uzaklarda gömülü, ilk gençliğim yıllarında.

yaseminden gerilmiş bir ten...
o
ağustos gecesi? ağustos muydu? - o gece...
yalnız gözleri hatırımda hayal meyal; gözleri, sanırım
maviydi...
evet, evet mavi, gökyakut mavisi.

çeviri: barış pirhasan

konstantinos kavafis
turuncu gemi
Balıklar için deniz lazım,
Sevişmek için işsiz olmak
Ve geceleri yatakta
Duymamak için tabanların sızısını
Zengin olmak lazım.
Halbuki ıslık çalmak için
Birşey lazım değil.

Melih Cevdet Anday
turuncu gemi
ayırmışlar seni benden
aramızda cam bölme
biliyorum ordasın sen
şu camın arkasındasın
şu incecik
şu zavallı
renkli camın ardındasın
yapayalnızsın

uzanmışsın soylu çıplaklığınla
ama çıplak değilsin
pembesin
yeşilsin
morsun
kızılsın
saçlarınla oynuyorsun durmadan
sabah kesip kısa kısa
akşam uzatıyorsun
gözlerinle oynuyorsun durmadan
gözyaşın değişmiyor
gülüyorsun pencereden sokağa
kuytuda ağlıyorsun
bekliyorsun ağlayarak
o mavi kuşu

biliyorum
biliyorsun dilini duvarların
kapıların karanlığa kapanışını
gece köpek seslerini yolcu uçaklarını
filmin öbür yarını
sonun ardını
çiçekli balkonların gizli yanlızlığını
aşkın kedi çığlığını ıslaklığını
içkinin yasalara amansız düşmanlığını
duyuyorsun
biliyorum
yaşıyorsun çırılçıplak
ama işte ardındasın şu camın
kozanın içindesin
saçlarınla oynuyorsun durmadan
gözlerini boyadıkça artıyor dalgınlığın
bekliyorsun
biliyorum
bekliyorsun ağlayarak
a mavi kuşu

bense öbür yüzünde zavallı camın
vangölü'nün karanlık sularını çılgınca
çılgınca kulaçlıyorum kavuşmak için sana:
-tamarraaaa
ah tamarraaa
güzel tamarraaa!

bitmiyor su
bitmiyor su
kıyı kaçıyor
çığlıklarım karışıyor karanlık dalgalara

varıyorlar bizden sonra seninle bana
anlıyorlar bizden sonra seninle beni
sen bir avuç barut külü bir yanda
ben bir avuç ateş külü bir yanda
durur küller arasında yalnız ve uzak
o incecik
o zavallı
cam bölme.....

hasan hüseyin korkmazgil
turuncu gemi
Mektup alır, efkarlanırım;
Rakı içer, efkarlanırım;
Yola çıkar, efkarlanırım.
Ne olacak bunun sonu, bilmem.
"Kazım`ın" türküsünü söylerler,
Üsküdar`da;
Efkarlanırım.
turuncu gemi
Ölüme Yakın
Akşamüstüne doğru, kış vakti;
Bir hasta odasının penceresinde;
Yalnız bende değil yalnızlık hali;
Deniz de karanlık, gökyüzü de;
Bir acaip, kuşların hali.

Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;
-Akşamüstüne doğru, kış vakti-
Benim de sevdalar geçti başımdan.
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
Zamanla anlıyor insan dünyayı.

Ölürüz diye üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
Kötülükten gayrı?

Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.
turuncu gemi
hasretim sana
tam üç koca kış geçti aradan,
koskocaman üç asır.
önca aydın, muğla, balıkesir.
önce bizim yiyemediğimiz bal gibi üzüm, incir.
önce bizim yemeğimize girmeyen bal gibi zeytinyağı.
sonra gene bir sıra dağ.
sonra konya ovası, adana.
sonra hiçbir vakit gülmemiş olan orta anadolu toprağı.

bilmem, tanır mısın yanında olsam,
taş gibi sertleşti yüzüm,
bıyıklarım uzadı.

hasretim sana.
ılık bir su,
bir demet gül
ve bir lambanın ışığnı arar gibi arıyorum seni.
bazen yüreğim kabarıyor,
sanki yüzünü bir daha hiç görmeyecekmişim.
bir anda dünyadan çekilip,
bir nada yoksun kalmak düşünmekten,
geldiği yollardan insanın
bir daha geçememesi.
elimin hiç dokunamaması eline.

taze yaprak kokusu dolar genzime birdenbire.
bakarım birdenbire karşımda başaklar insan boyu.
ayağımın altında toprak boyanır çağla rengine.
birdenbire çıkıyorum yalnızlıktan,
giriyorum birdenbire beraberliğe.
turuncu gemi
yırtarak geçiyor kalbimizden
hayatı da törpüleyen zaman

şuramızda birşey var
acıya benzer
umuda benzer
böyle günlerde herşey
hem acıya, hem umuda benzer

gün ölümle başlatıyor hayatı
her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor
her sabah ölümü anlatıyor gazeteler
sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf
yeni bir cinayetin rontgenini çıkartıyor gövdeme
beynim sabırla keskin
iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını

bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir
gelirsede bilinir nerden ve nasıl
böyle ölümün yücedir adı
ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası
çünkü ölümün kanıdır besleyen
bir başka baharın tohumlarını
şuramızda birşey var
bizi onduran birşey
acıya saran
umudu kuşatan

kalbim: kalbim mi desem
var kalbim :yaşayan ben
hayatla, ölümle, cinayetle
gazetelerle, radyolarla, eski üniversitelilerle
eski prof hocalarla
yaşayan ben :geç mi kaldık/ kabul edemem
ah benim sevgili annem
oğlun da elbet yurtseverden
birgün bırakır da sizi yüzüstü
yüzüstü değil :elbette bizüstü
bırakırda kötü sarmaşıkları, yaban güllerini
bırakır da sekizyüzlük hırtları,şunları bunları
giriverir senin sıcacık kucağına
yani hem sana karşı, hem senin için
giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına
ölüm mü dedin annem
ölüm senin gibi güzel annelerin
senin gibi güzel çocuklar feda etmiş
o tarih atlasında
bir kırmızı gül olur ancak
koksun diye çocukların bahçesi

şuramızda, tam şuramızda
kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da
bizi yaşatan
günler perişan

Arkadaş Zekai Özger
3 /