TİP Genel Başkan Yardımcısı Barış Atay Mengüllüoğlu'nun 14 Kasım 2019'da TBMM genel kurul konuşmasında kullandığı bir ifade. Konuşmanın tam hâli şu şekildedir: “Tüm emekçi halkımıza şahsım ve Türkiye İşçi Partisi adına selamlıyorum. İktidar partisi, 18 yıldır ülkeyi yönetiyor. İktidara gelmelerinin en büyük sebeplerinden biri de 2001 krizi ve o günlerde sembolleşen 'Sayın Başbakanım. Al, ben esnafım' diye yazar kasa atan esnaf. Yıllar boyunca iktidar partisinden Türkiye şöyle ilerliyor, böyle büyüyor hamasetinin altında biz bu örneği sıkça duyduk. Peki, acaba emekçiler açısından her şey AKP'nin anlattığı gibi miydi? Geldikleri günden bugüne anlattıkları bu toz pembe tablonun içinde bir nebze büyüme, refah varsa söyledikleri gibi; emekçiler için değil, milyonlarca lira vergilerini her sene bir daha bir daha sildikleri, her ihaleyi bir şekilde verdikleri, Cengiz, Limak, Kolin, Sancak, Sabancı, Koç ve birçok yandaş holding içindir. Emekçinin sırtına basarak, alın terini sömürerek, üstlerine basa basa refah içinde yaşıyorlardır. Partinin dediği doğrudur. Peki, henüz iktidarının 5'inci yılında geçinemediğini dönemin başbakanına söyleyen çiftçinin durumu nedir? 'Ananı da al, git, artistlik yapma' cevabıdır. Kanser ilacını alamadığını, bakana ulaşarak, söyleyebilen Dilek'in durumu nedir? Cebine sıkıştırılan üç kuruş paradır ve karşılığında aldığı 'Siz çaresizliği hiç tatmamışsınız' lafıdır. Peki, ya ısınabilsinler diye çocuklarına saç kurutma makinasını açıp, öbür odada intihar etmek zorunda kalan anne ya da pantolon alamadığı için canına kıymak zorunda kalan baba için durum nedir? Meclisin, belediyelerin önünde kendini ateşe verenlerin, meclis çatısına çıkıp, iş bulamadıkları için intihara yeltenenlerin durumu nedir? Şu an onlarca fabrika, atölye, belediyeler önünde eylem yapan, hakları için şehirden şehire yürüyen ve zorbalıkla karşılaşan işçiler ya da hakları gasp edilen EYT'liler için durum nedir? Bütün bunlar sizin söz ettiğiniz refahın, büyümenin neresinde duruyorlar? Bir halkın varlık sebebi nedir? Holdinglerinizi her geçen gün biraz daha zengin etmek mi? Her gün biraz daha yoksullaşan, her dediğinize 'Tamam, ağam' deyip, kendinize yeni uçaklar, araba konvoyları ya da yeni saraylar yaptırmanızı izlemek zorunda kalmak mı? Yaratılan korku devleti yüzünden bir kenarda başına gelecekleri beklemek zorunda kalmak mı? Rabia Naz'ın ölümünün aydınlatılması için babası Şaban Vatan, aylardır, yıllardır bir çaba içerisinde ve tam sesi duyuldu, komisyon kuruldu, araştırılacak derken, komisyon Giresun'dan geldikten bir hafta sonra bugün göz altına alındı. Dün, Kazım Kızıl ve Canan Coşkun arkadaşlarımızla beraber. Daha önce de akıl hastanesine kapatmaya çalışmıştınız. Kızını kaybeden bir babayı. Yoksulluktan intihar eden Fatih'teki dört kardeşe akıl hastası yaftası yapıştırmaya çalıştığınız gibi. Ne kadar maaş aldıkları tartışıldı, hatta bir tanesinin 800 lira geçim desteği aldığı tartışıldı. 800 lira arkadaşlar. 800 lira alan bir kişi, haşa nasıl intihara yeltenebilir ya? Böyle bir şey Türkiye'de mümkün mü? Cumhurbaşkanı Yardımcısı aynı gün çıkıp 'Yoksulluktan ölmediler' dedi. Bütün aileyi araştırıp bitirmişler. Aynı hafta Antalya'da bir aile, ailecek intihar etti. Boğaziçi Köprüsü'nde bir yurttaş kendini attı. Toplumun bütün psikolojisiyle oynadınız. Ülkenin sosyolojisini bozdunuz ve yine karşımızda bütün bunları defalarca duymanıza rağmen 'Ne diyor ya bu' der gibi gülümsüyorsunuz. Sizi de anlıyorum. Abdülhamit[gbkzİikinci Abdülhamit[/gbkz] döneminden bu yana, belki daha kötü bir istibdat dönemini ülkeye yaşatıyorsunuz. O zaman Abdülhamit'i anımsatıyor diye 'yıldız' demek, 'burun' demek yasaktı. Şimdi savaşa giriyorsunuz, 'savaş' demek yasak. Başkasının zoruyla ateşkes yapıyorsunuz, 'ateşkes' demek yasak. 'Kayyum atandı' demek yasak. Hatta ekonomik krize 'kriz' demek yasak. Ekonomi kötü algısı yaratmak, terör örgütlerinin yaptıklarıyla eş değermiş. Damat Bey böyle buyurmuş. Bakınız burası Çokomelli. Artık mızrak çuvala sığmıyor. Ben size bir film anlatayım. Lütfi Akad'ın Gelin diye bir filmi var. Muhakkak izlemişsinizdir. Orta Anadolulu bir aile büyük şehir yerleşir, bir bakkal dükkânı açar. İşler nispeten tıkırındadır. Bakkal büyümeye başlarr ama her gün bulgur yerler. Fakat ailenin parası vardır, bir kenara para atarlar. Gelinin çocuğu ateşler için rahatsızlanır. Hastaneye gitmek için para gerekir. Ama o parayla kurban bayramında kurbanlık koyun alınır. Ve o gelin, bütün o feodal yapıya rağmen cesaret edip, o kurbanlık koyunun ipini söker. Bakın, burada birçok Meryem var. Bu ülkede birçok Meryemiz. Siz de kayınbiraderisiniz, kayınpederisiniz. O çocuğu tedavi ettirmek yerine, gidip kurbanlık koyun alansınız. Ülkeyi kurbanlık koyun yerine koyansınız ama bizim de o ipi sökeceğimizden haberiniz olsun. Siz böyle sonsuza dek süreceğini ya da gerçekten baskıyla, cezaevi tehditleriyle, polis zoruyla sonsuza dek susturabileceğinizi sanıyor musunuz? (Bir dakika daha alacağım, Sayın Başkan.) (Vereceğim zaten. Siz devam edin, Sayın Mengüllüoğlu) Hasan Hüseyin, bir şiirinde cevabınızı yıllar öncesinden vermiş. Usta 'Ekmeği bol eyledik, acıyı bal eyledik, sıratı yol eyledik, geldik bugüne. Ekilir ekin geliriz, ezilir un geliriz, bir gider bin geliriz, beni vurmak kurtuluş mu” demiş. Bizi vurmanın kurtuluş olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bakın, emekçi halkımız, yaşadığı birçok soruna rağmen çaresiz değildir. Çaresiz olmadığını her gün, her an, her saniye yanlarında olarak, sonuna kadar savunacağız ve dirayetle dile getireceğiz. Bugün Şili'de, Ekvador'da, Lübnan'da, Azerbaycan'da kesinlikle 'Sokağa çıkmaz' denilen insanların kendi iradelerini nasıl ortaya koyduğunu, nasıl karşı çıktılarını görün, bakın, hiç aklınızdan çıkmayan Gezi'yi düşünün. Bu halk, sizi iktidardan indirecek ama o gün, emin olun ki Gezi'yi mumla arayacaksınız.”
gezi'yi mumla arayacaksınız
TİP Genel Başkan Yardımcısı Barış Atay Mengüllüoğlu'nun 14 Kasım 2019'da TBMM genel kurul konuşmasında kullandığı bir ifade. Konuşmanın tam hâli şu şekildedir: “Tüm emekçi halkımıza şahsım ve Türkiye İşçi Partisi adına selamlıyorum. İktidar partisi, 18 yıldır ülkeyi yönetiyor. İktidara gelmelerinin en büyük sebeplerinden biri de 2001 krizi ve o günlerde sembolleşen 'Sayın Başbakanım. Al, ben esnafım' diye yazar kasa atan esnaf. Yıllar boyunca iktidar partisinden Türkiye şöyle ilerliyor, böyle büyüyor hamasetinin altında biz bu örneği sıkça duyduk. Peki, acaba emekçiler açısından her şey AKP'nin anlattığı gibi miydi? Geldikleri günden bugüne anlattıkları bu toz pembe tablonun içinde bir nebze büyüme, refah varsa söyledikleri gibi; emekçiler için değil, milyonlarca lira vergilerini her sene bir daha bir daha sildikleri, her ihaleyi bir şekilde verdikleri, Cengiz, Limak, Kolin, Sancak, Sabancı, Koç ve birçok yandaş holding içindir. Emekçinin sırtına basarak, alın terini sömürerek, üstlerine basa basa refah içinde yaşıyorlardır. Partinin dediği doğrudur. Peki, henüz iktidarının 5'inci yılında geçinemediğini dönemin başbakanına söyleyen çiftçinin durumu nedir? 'Ananı da al, git, artistlik yapma' cevabıdır. Kanser ilacını alamadığını, bakana ulaşarak, söyleyebilen Dilek'in durumu nedir? Cebine sıkıştırılan üç kuruş paradır ve karşılığında aldığı 'Siz çaresizliği hiç tatmamışsınız' lafıdır. Peki, ya ısınabilsinler diye çocuklarına saç kurutma makinasını açıp, öbür odada intihar etmek zorunda kalan anne ya da pantolon alamadığı için canına kıymak zorunda kalan baba için durum nedir? Meclisin, belediyelerin önünde kendini ateşe verenlerin, meclis çatısına çıkıp, iş bulamadıkları için intihara yeltenenlerin durumu nedir? Şu an onlarca fabrika, atölye, belediyeler önünde eylem yapan, hakları için şehirden şehire yürüyen ve zorbalıkla karşılaşan işçiler ya da hakları gasp edilen EYT'liler için durum nedir? Bütün bunlar sizin söz ettiğiniz refahın, büyümenin neresinde duruyorlar? Bir halkın varlık sebebi nedir? Holdinglerinizi her geçen gün biraz daha zengin etmek mi? Her gün biraz daha yoksullaşan, her dediğinize 'Tamam, ağam' deyip, kendinize yeni uçaklar, araba konvoyları ya da yeni saraylar yaptırmanızı izlemek zorunda kalmak mı? Yaratılan korku devleti yüzünden bir kenarda başına gelecekleri beklemek zorunda kalmak mı? Rabia Naz'ın ölümünün aydınlatılması için babası Şaban Vatan, aylardır, yıllardır bir çaba içerisinde ve tam sesi duyuldu, komisyon kuruldu, araştırılacak derken, komisyon Giresun'dan geldikten bir hafta sonra bugün göz altına alındı. Dün, Kazım Kızıl ve Canan Coşkun arkadaşlarımızla beraber. Daha önce de akıl hastanesine kapatmaya çalışmıştınız. Kızını kaybeden bir babayı. Yoksulluktan intihar eden Fatih'teki dört kardeşe akıl hastası yaftası yapıştırmaya çalıştığınız gibi. Ne kadar maaş aldıkları tartışıldı, hatta bir tanesinin 800 lira geçim desteği aldığı tartışıldı. 800 lira arkadaşlar. 800 lira alan bir kişi, haşa nasıl intihara yeltenebilir ya? Böyle bir şey Türkiye'de mümkün mü? Cumhurbaşkanı Yardımcısı aynı gün çıkıp 'Yoksulluktan ölmediler' dedi. Bütün aileyi araştırıp bitirmişler. Aynı hafta Antalya'da bir aile, ailecek intihar etti. Boğaziçi Köprüsü'nde bir yurttaş kendini attı. Toplumun bütün psikolojisiyle oynadınız. Ülkenin sosyolojisini bozdunuz ve yine karşımızda bütün bunları defalarca duymanıza rağmen 'Ne diyor ya bu' der gibi gülümsüyorsunuz. Sizi de anlıyorum. Abdülhamit[gbkzİikinci Abdülhamit[/gbkz] döneminden bu yana, belki daha kötü bir istibdat dönemini ülkeye yaşatıyorsunuz. O zaman Abdülhamit'i anımsatıyor diye 'yıldız' demek, 'burun' demek yasaktı. Şimdi savaşa giriyorsunuz, 'savaş' demek yasak. Başkasının zoruyla ateşkes yapıyorsunuz, 'ateşkes' demek yasak. 'Kayyum atandı' demek yasak. Hatta ekonomik krize 'kriz' demek yasak. Ekonomi kötü algısı yaratmak, terör örgütlerinin yaptıklarıyla eş değermiş. Damat Bey böyle buyurmuş. Bakınız burası Çokomelli. Artık mızrak çuvala sığmıyor. Ben size bir film anlatayım. Lütfi Akad'ın Gelin diye bir filmi var. Muhakkak izlemişsinizdir. Orta Anadolulu bir aile büyük şehir yerleşir, bir bakkal dükkânı açar. İşler nispeten tıkırındadır. Bakkal büyümeye başlarr ama her gün bulgur yerler. Fakat ailenin parası vardır, bir kenara para atarlar. Gelinin çocuğu ateşler için rahatsızlanır. Hastaneye gitmek için para gerekir. Ama o parayla kurban bayramında kurbanlık koyun alınır. Ve o gelin, bütün o feodal yapıya rağmen cesaret edip, o kurbanlık koyunun ipini söker. Bakın, burada birçok Meryem var. Bu ülkede birçok Meryemiz. Siz de kayınbiraderisiniz, kayınpederisiniz. O çocuğu tedavi ettirmek yerine, gidip kurbanlık koyun alansınız. Ülkeyi kurbanlık koyun yerine koyansınız ama bizim de o ipi sökeceğimizden haberiniz olsun. Siz böyle sonsuza dek süreceğini ya da gerçekten baskıyla, cezaevi tehditleriyle, polis zoruyla sonsuza dek susturabileceğinizi sanıyor musunuz? (Bir dakika daha alacağım, Sayın Başkan.) (Vereceğim zaten. Siz devam edin, Sayın Mengüllüoğlu) Hasan Hüseyin, bir şiirinde cevabınızı yıllar öncesinden vermiş. Usta 'Ekmeği bol eyledik, acıyı bal eyledik, sıratı yol eyledik, geldik bugüne. Ekilir ekin geliriz, ezilir un geliriz, bir gider bin geliriz, beni vurmak kurtuluş mu” demiş. Bizi vurmanın kurtuluş olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bakın, emekçi halkımız, yaşadığı birçok soruna rağmen çaresiz değildir. Çaresiz olmadığını her gün, her an, her saniye yanlarında olarak, sonuna kadar savunacağız ve dirayetle dile getireceğiz. Bugün Şili'de, Ekvador'da, Lübnan'da, Azerbaycan'da kesinlikle 'Sokağa çıkmaz' denilen insanların kendi iradelerini nasıl ortaya koyduğunu, nasıl karşı çıktılarını görün, bakın, hiç aklınızdan çıkmayan Gezi'yi düşünün. Bu halk, sizi iktidardan indirecek ama o gün, emin olun ki Gezi'yi mumla arayacaksınız.”