dufun komşu hikayeleri

dusunmeye usenen filozof
"ne diyeceğimi bilemiyorum süleyman abi" dedim.

beni asker arkadaşı ali'nin kardeşi olarak bilmese hani allah biliyor "abi kübra'yı iyi tanıyorum, o bence de senin kızın" demek istedim. ama olmazdı. baştan bu kadar ısınacağımı bilmiyordum. süleyman abi'nin karakterini bilip gelseydim, baştaki yalanlara yine sığınır mıydım bilmiyorum. ama dedim ya, güzel bir hikaye yakalamıştım ve bir edebiyat aşığı olarak bu hikayeyi deşeleme ihtiyacı duyuyordum, olayın kendi akışına dokunmak, zedelememe neden olabilirdi. şimdi tanıyorum komşularıyım desem, "çıkıp geliyorum yeğenim seninle" dese ne diyecektim?

atakan ile ömer'in aynı evin etrafında dolaştığı şu günlerde süleyman'ı da bizim apartmana sığdıramadım. süleyman'ın ayşe ile kübra'nın yerini öğrenmesinin, atakan ile karşılaşma olasılığının ne sonuçlar doğuracağını kestirmek güçtü. çok hayırlı sonuçlar doğurmayacağını düşünüyordum. asker arkadaşı ali'nin kardeşi olarak kalmaya devam etmeliydim.

"peki abi, kızın olduğunu düşünüyorsan, bunun doğrusunu bilmeden mi ölüp gideceksin?" diye sordum. İçimde bir duygu, bu deli adam işin peşine düşsün bunu ispatlasın da istiyordum. açıkçası kübra'nın ihtiyacı olan böyle bir babaydı. belki ayşe-süleyman aşkı tekrar alevlenmeyecekti bunu bilemem, ama kübra ömer'e yaptığını süleyman'a yapmazdı. bana annesinin hikayesini anlatırken, annesinin fevriliğinden şikayet etmişti. kübra bir içgüdüyle mi öyle konuşuyordu bilmem zordu, ancak süleyman'a içten bir hayranlık beslediği de kesindi.

"bu köyde bir pranga var yeğenim beni tutan" dedi. bir türlü kıramadım. izmire, ankara'ya hatta eskişehir'e gitmeyi kaç defa istedim. yaş geçiyor. böyle bırakmayacağım, o işin peşine düşeceğim. hep bugün yarın diye erteledim, ama zamanı geldi" dedi.

bu hikaye daha çok aksiyon barındıracaktı.

"ben artık döneyim süleyman abi, her şey için teşekkür ederim" dedim. geldi bana içtenlikle sarıldı. öyle içten öyle sıcak sarıldı ki, ben de ona gerçek abime sarılıyormuş gibi sarıldım.

"güzel şeyler olacak abi" dedim. "ben hissediyorum."

"inşallah yeğenim" dedi. ağlıyordu. "çok sevdim nevzat'ım çok sevdim, ne sevdaymış, söndüremedim, allah sizi sevdiklerinizden ayrı koymasın" dedi. aklıma oğlum egedeniz geldi. inancım olmasa da içten bir "amin" çektim.

arabaya bindim ve yavaş yavaş hareket ettim. ankara ovalarının yiğit adamı süleyman arkadamdan yaşlı gözlerle el sallıyordu.

birkaç saat sonra eskişehir'e geldim. arabayı evin yakınındaki boş araziye park edip apartmana girdim, kata çıktım. her şey normal gözüküyordu. buna şaşırıyordum. ne yani ayşe ablanın ömer ile yeni bir hayata başlamasına atakan sesiz mi kalacaktı? ayşe abla biricik kızının psikopat atakan ile dalgalı bir hayata yelken açmasına hiç bir tepkisi olmayacak mıydı? kübra hiç sevmediği ömer'e annesini teslim edip başka bir hayata bu kadar kolay mı uçup gidecekti?

eve girdim. yan taraftan sadece televizyon sesi geliyordu. evde tek kişi olmalıydı. çünkü birden fazla kişi olunca konuşma eksik olmazdı. tahmin ediyorum ayşe abla evde yalnızdı, çünkü kübra evde yalnız olsa yarım saatten fazla konuşmadan yapamaz mutlaka birileriyle telefonda konuşurdu. kısa süre içinde yan komşu profesörü olup çıkmıştım. gitmeden önce evden çıkarmayı unuttuğum çöpleri çıkarırken ayşe abla da evinden çıktı, selamlaştık ve asansöre birlikte bindik. nasıl olduğunu sordum, iyi olduğunu söyledi. apartmandan tam çıktığımız zaman ikimiz farklı yönlere doğru hareket edince ayşe abla;

"nevzat bir baksana" dedi. "buyur abla" dedim. "seninle müsait olduğunda konuşalım mı ablam?" dedi. "olur abla çöpü bırakıp, yemek yiyip geleceğim, istersen döndüğümde haberdar edeyim" dedim. "yok ablam ben seni ararım" dedi. onlarda telefonum vardı ama bugüne kadar hiç aramamışlardı. konu neyse bilmiyorum ama yine bana sorunlar yaratacağı kesindi.

2 gün ayşe ablanın yine evde seslerini duyuyordum, ancak kübra hiç ortalıkta gözükmüyordu. İşin garibi ne ömer abi, ne de atakan da ortalıkta yoklardı. ayşe abla benimle konuşmak istiyorsa tam sırası değil miydi? neyse başıma iş almak için bu kadar hevesli olmanın manası yoktu. aramıyorsa aramıyordu. bu düşünceler içinde gece yatmaya hazırlanırken kapım çaldı. gelen ayşe ablaydı.

"geç oldu ama günlerden cuma erken yatmazsın diye düşündüm. bir kahve yaparsan içeriz" dedi. "gir abla lafı mı olur" dedim.

girdi. klasik koltukta eğilmeli oturuş pozisyonunu aldı. her zaman ki göğüs çatalı görüntümüz de hazırdı. artık konuya geçebilirdik.

"benim sana yine işim düştü ablam" dedi. ben dikkatimi ona verdim, o da kesmeden devam etti...



bu başlıktaki tüm entryleri gör