içimden gelenler

yaprak
bilmediğim bir arapçayla söylüyor kızın teki yanık yanık. hoş bildiğim bir arapça da yok ya. eskiden bir zaman “acı çeken kadın sesi seviyor olmak”la nitelemiştim bir arkadaşımın müzik zevkini. hakikaten söylerken acı çekiyor olduğu belli olan bir kızın şarkısını dinletiyor şu an bana zaman, o arkadaş vasıtasıyla. ne bir sitem var sesinde, ne bir kızgınlık… bıkkın bile değil tam olarak, bıkmış ama ne bıkmış! yorgunluk olmuş damarları; bıkkınlık kol geziyor parmak uçlarında, ses tellerinde… kan olması gereken her yerde… ki her tarafı kan zaten.

bir sigara yaktırıyor sonra rüzgar sana. esintiye dayanamıyor çabuk yanıyor, bazı toprakta buğdayın geç olması gibi. hasat edilmeyi beklerken, talan edilmiş ekinler gibi esiyor rüzgar. tanımadığım adamlar geçiyor sonra yanından yaşı yaşı olmuş. rüzgar gibi esip geçiyor kimi, mavzer gibi delip geçiyor biri. hasret oluyor yaran delindiği yerden, yara izlerinin adam ediyor seni, ya da insanlıktan çıkarıyor. insanlık, insanlıktan çıktı çıkalı, insandan mı çıktı; insanı insandan mı çıkardı belli değil. bu insanlıktan çıkmış insanlar nasıl insanlardan, insandan çıkmış olabilir? giren çıkan insana inansan, inanmazsan; inanmasan insana ayrı. inansan insan mı kaldı, nisan geçti de bir insan geçmedi içten; inansan geçecekti de derim kalın, nasıl ulaşsın etimin derinliklerine?

sağ gözüm yaşarıyor bir zamandan beri. bir başkası ağlıyor da bir damlasını iki kirpiğimin arasına bir bırakıyor gibi. bir insan nasıl ağlayamayacak hale gelir? bir damla yaş nasıl her derdin yükünü sırtlar masumiyeti kalmamış bi su parçası olmasına aldırmadan? kirletilmiş dertlerle bezeli siyah geceler benim, benim bile olmayan gözyaşlarım. akmamaları akmamalarından… ağlayacak yahut anlatacak kadar ne yaşadık ki hayat dediklerinde? “çehov hayat” da beylik laf. durağanlığın anlamlı bir kalitesi olduğunda durağanlık da durağanlık! küçük bir kız çocuğu olacak kadar vaktim olmasını dilerdim. “bazı şarkılarda ağlamak için kürtçe bilmeye gerek yok” türevli bir laf ediliyor ya o filmde, ne güzel laf be. acının dili, dini yok ki; yaktığı yer var, sigara gibi. duman altı oluyorsun, boğuluyorsun da görmüyorlar seni, tüten ciğerlerinin yanık kokusunu bir sen alabiliyorsun, alabiliyorsan; bazen onu bile alamıyorsun, bazen de kokusu bile olmuyor zaten. dertler dağ oluyor; ağzını dilini dağılıyor mıh gibi kapanıyor çenen, kopasıca dilin çığlık atmaktan aciz. uzaklara daldığı yerden yeşil bir dal saplıyorlar gözlerine… ama kaç bir tane? bedenin zangır zangır titriyor da mecalin yok titremeye…

sağ gözüm yaşarıyor dedim ya, bir insanın gözü bile tek olur mu? sağı solundan gayrı, solu sağından aciz... gözlerim yalnız gözlerim! gözlerim, yalnız gözlerim... çoğu takıları yalan. gözüm, anca gözüm gibi; gözün gibi benim, gözüm gibi gözümde… gözden ırak özünde anca sözden söze. haydan gelen huya gitmesi gibi gidiyor bazen bazen, bazenler bazılar... benden gidenler, allah'a gidiyorsa hoş gidişler ola. gidişler gidene kolay ya, git allah'a kolaysa. gidişler gidene kolay, çıkışlar bana kapalı.

bi ateş ne kadar yanar? üstüne bastıkça ne kadar sönmez bir kadın? yanmak nereye kadar? yangın olurmuş su bile... suyu yakan bana ne yapmaz? ateşi söndüren su beni nasıl söndürmez? söndüm desen o nasıl bir dönüş ki var olmamışcasına ağır.madde maddeyken ağır, yokken de yok. bitince bitiyor da bitmeyle bitmiyor.ölmeyle gitmeyle de gidilmiyor.kaç türlü ölmekten kaç türlüsü kaç türlü ama bi türlüsü var ki bi türlü çaresi yok, lafına gerek de yok. onun dışındakiler yazdırıyor beni, diğeri öldürüyor. kalem kırılıyor çünkü, çünkülerle. yazmaya kağıt kalmasa da kağıt mağıt olmuyor dert o zaman… defter oluyor.
yazmakla bitmez de yazmalar bitti.
bu başlıktaki tüm entryleri gör