inanmak istemek

ihtiras limani
İman bazen iknadan sonra gelir. İkna olmak istemese de insan, gerçeklik bir kez aklına, kalbine düştü mü, ikna olduğunu hissetti mi bentler kırılmış olur. İnanan, mutlak olarak biliyormuşçasına, göremese de göreceğinden emin gibidir. İnanmak istemekte ise, inanışa götüren şeylerin yanında aksini gösteren şeylerin çok güçlü olduğu bilgisi var. Fakat hissin, arzunun hedeflediğindeki karanlık noktalar, inanma isteği tarafından boyanır ve kapatılır. İnanmak istemekte aslında buna inanmamam için de çok sebep var, fakat arzum buna sahip olmak istiyor ve inansaydım bu çok kolay olacaktı gibi bir durum var.

İnanmak istediğimiz zaman işte tam da bu yüzden inanışı zedeleyen her şeye rağmen, yorumlamamız yormamız hep inanışa doğru oluyor. Sana inanıyorum demek istiyoruz çünkü sana inanmazsam bendeki sen parçalanır, bendeki sen parçalanırsa sende inşa etmek istediğim ve asıl hedeflediğim o bende hayal mahsulü bir aldanış olarak, bir yıkıntı olarak düşer ayaklarımın dibine. Gerçekliğin karşısında iradem, arzum, kendime ölçtüğüm değer ve rol yenilir. Bu yüzden sen sana biçtiğim role tam olarak uymalısın ve uyabileceğine dair bir inancım olursa sana sarılırım. Sana sarılmak içimin isteğiyse ve inanmam gerekiyorsa, inanma isteği doldurur bakışımı. Merceklerimin yegane ölçüsü olur. Işıkların hepsini seni ve buradan da beni haklı çıkaracak şekilde kırarım. Ve dünya çarpık, yamuk, gerçekten uzak bir hal alır. Bu dünya yalancıdır.
bu başlıktaki tüm entryleri gör