yaklaşık 2 yıl boyunca belli aralıklarla şantiyelerden bir kısmında dolaylı olarak çalıştığım havalimanı. gelip giderken "burası bitmez" diyordum sürekli. bitirmişler.
her gidişimde birilerinin öldüğünü/yaralandığını duydum. "bu kadar riskli bir iş ise siz neden çalışıyorsunuz?" diye sorduklarım genelde işsizlikten, maaşların yüksekliğinden, kalacak yerlerinin bile olmadığından bahsediyordu. inanılmaz bir personel sirkülasyonu vardı zaten. yabana atılmayacak miktarda arap, gürcü de çalışıyordu şantiyelerde. hatta zaman zaman konuşup anlaşabileceğim birini bulmakta zorlanıyordum. o derece.
askerde o yaratığımsıları dahi yemiş pis boğaz bir insan olarak ben bile buradaki yemekhanelerin kokusu, pisliği ve yemeklerin kötülüğünden dolayı yemekhanede doğru düzgün yemek yemedim. ha şimdi diyeceksin ki "ulan adamlar ölmüş sen iki tas çorbanın peşindesin!!" öyle değil. buradaki çalışma şartlarının elle tutulur hiçbir tarafı yoktu. hiçbir insanın mecbur kalmadıkça çalışacağı bir yer değildi.
keskin bir doğal katliam da yaşandı havalimanı inşaatında. karadeniz'e uzanan köylerin çevresinde tıraşlanmış araziler, kaderine terk edilmiş köpekler.. korku filmi gibiydi. şimdi düşündükçe aklıma çakıyor teker teker. hani kimsenin ölmediğini bilsen ve bu tabloyu görsen dahi "yere batsın uçağı da dünyanın en büyük havalimanı da kapatın gidelim burayı" dersin.
konumu zaten istanbul'da yaşadığını iddia eden insanların yüzde doksanının gitmek istemeyeceği bir uzaklıkta.
çok tuhaf. bununla övünülmesi nasıl bir sirkin içinde yaşadığımızı gösteriyor. normal bir adalet düzeninde cumhurbaşkanı falan götürürdü şurada dönen işler.