la la land

ihtiras limani
gözlerimizin kulaklarımızın pasını şöyle bir aldı bunu baştan belirteyim. oldukça güzel bir filmdi.

sebastian'ın mia&sebastian theme i çaldığı ilk sahne, olmak istemediği bir yapmak istemediği bir şeyin tam ortasındayken, hayallerinden uzaklaşma hissiyle en fazla dolu olduğu sahneydi. en son sahnede mia'yı gördükten sonra bunu çalmasını da ben bu tip bir duruma bağladım. mia da onun gerçekleştiremediği bir hayaldi ve bunun gerçekleşmemesi hissiyle onu yıllar sonra gördüğünde doldu en fazla. benim yakıştırmam da olabilir.

emma stone rolüne çok yakışmış, ryan gosling'in çoğu zaman onun altında kaldığını söyleyebilirim. fakat çok farklı bir karizması var bu adamın ve bir şekilde çok iyi toparlıyor ağırlığını. ama ben rolünden biraz kopuk buldum. ikili ilişkilere dair kısmı çok iyi kotarsa da o caz tutkunu adam hissini veremedi. bir de bu adamın üç filmini izledim üçünde de kendisi aşkına sadık kalıyor ama sevdiği kadınlar ya başka adamlarla başka hayatları tercih ediyordu ya da eskisini unutamıyordu falan. bu role yakıştığını söylemek gerek.

filmle ilgili sevmediğim nokta, maslow'un hiyerarşisine göre artık kendini ispatlama ve toplum tarafından kabullenme aşamasına gelmiş insanların bu aşamada başarısız olmasının, hatta mia açısından bakarsak ünlü olamamasını bende sikeyim öyle derdi hissiyatı bırakması. o kadar da kaymak tabakada olmayıverin abicim, ablacım, gören de mozart'ı engellemeye çalışan salieri zulmüne uğradılar sanacak dehalarına rağmen. başarıya ulaşan yolun lineer bir denklem olmadığını pek çok başarı hikayesinden çok iyi biliyoruz.

diğer bir nokta, filmin ilk yarısını oldukça keyifli olduğum bir zaman diliminde izledim ve aktı gitti. ikinci yarısını duygusal bir psikolojide izledim ve son gülümseleri birkaç kez geri aldım, gözlerimin kenarındaki birkaç damarın sızladığını hissettim. mia&sebastian theme ise bir süre telefonumun zil sesi olacak.
bu başlıktaki tüm entryleri gör