Üstad, Mayakovski ile tanışmasını büyük insanlık kendi sesinden şiirler kitabında bulunan ve Paris'te yapılmış olan bir röportajda şöyle anlatıyor:
Onunla ilk Moskova'da tanıştım. Sene 1922'ydi. 1922'nin son günleri. Bir kız arkadaşım vardı, genç bir rus kızı. Beni oturduğu yere davet etti. bir otelde kalıyordu. odasına girdim. küçücük bir odaydı ve içerisi öyle dumanlıydı ki insan önünü zor görebiliyordu. içerideki herkes bağırıyordu. ama bir bas ses bütün bu haykırışların üstüne çıkıyordu, bir çan sesi gibi hepsini bastırıyordu. o çan sesini işitmekle kalmadım, çan kulesini de gördüm, deyim yerindeyse. dev gibi bir çan kulesi.
sonra bizi tanıştırdılar. onun Mayakovski olduğunu söylediler. tabii onu ismen tanıyordum. o sırada rusça okuyamıyordum, ama adını biliyordum. daha o zamadan sovyetler birliği'nde çok tanınmış bir şairdi, ama sanırım tüm dünyada da, en azından edebi çevrelerde tanınıyordu. bizi tanıştırdıklarında 19 yaşımdaydım o sırada, beni genç bir türk şairi diye takdim ettiler. bana karşı o kadar sade bir içtenlik içinde davrandı ki, hemen gönlümü fethetti. sonra şiirlerinden birini söylemesini rica ettim. çünkü bizim devrimizde şiirler daha çok şarkı gibi okunurdu, büyük şairimiz Yahya Kemal'in stili böyleydi, her dize nostaljik ve oryantal bir şarkı gibi uzatılarak söylenirdi, çok neşeli şiirler bile biz söylediğimizde çok hüzünlü bir hal alırlardı.
Mayakovski şiirlerinden birini söylemeye başlayınca ki hiçbir şey anlamıyordum, kafama darbeler iniyor gibi oldu, enerji doluydu, çok dinamikti. o zaman birdenbire anladım ki o, bir merdiven çıkar gibi yazan bir şairdi; rusça bilmediğim için arkadaşlarımdan birine çevirmesini rica ettim. ama herhalde o da yeterince rusça bilmiyordu, bunun çevrilemez bir şey olduğunu söyledi. ama ben onun böyle yazdığını anlamıştım yine de, siz böyle mi yazıyorsunuz diye sordum, gülerek evet dedi.