her zaman söylerim ki, insanın kendisiyle ilişkisi aynı zamanda başkalarıyla ilişkisidir. başkalarıyla ilişkisi de, kendisiyle ilişkisi. mutluluğun tanımlarından biri de, yaşamın farkında olarak yaşamaktır. zannediyorum ki toplumda birey, yukarıda vurguladığım hususu gün içinde gerektiğince aklına getirerek yaşamalıdır. bu sayede, en önemli benlik ilişkimiz olan öz saygının, toplumsal ilişkilerdeki en derin katman olduğu daha da iyi anlaşılacaktır.
söylediklerimde bazı şeyleri bazı şeylere bağlayamazsam affola. adı üzerinde işte, lakırdılarımızı döküyoruz buraya.
bugün, çok da sevmediğim bir çalışma arkadaşımın el yazısı pusulasını aldım. yazdığının muhtevasından önce şu geçti aklımdan ''kadına bak yaa, kaç yıl okul okumuş, el yazısı kıllı kaba etlerimden de çirkin''
sonra kendi el yazımı düşündüm. mesai arkadaşımın yazısı, olabilecek en iyi şekilde tanımladığım gibi olsa da en azından okunabiliyordu. benim öyle bir el yazım var ki, yazı değil sanki esmeralda oyunundaki quasimodo. allahtan şu bilgisayarlar falan epeydir hayatımızdaki, el yazımı uzun süredir güneş altında hiç bir beşere göstermek zorunda kalmıyorum. yazı yazı değil mübarek, böyle bir insani zaaf işte.
mesai arkadaşımı hiç sevmediğim için, kendi çirkinliğime bakmadan oluşturduğum yargıdan çok utandım. ama hayır, sırf bu yüzden o arkadaşımdan özür dileyecek erdemde bir insan da değilim.
diyeceklerimi çok dağınık anlatmış olabilirim fakat ne önemi var. başlık var dediniz yazdık işte. iyi de oldu, rahatladım ama.