Duygusuzlaştım.
Tanısanız belki bana hak verirsiniz ama nasıl tanıyacaksınız? Kendim bile zor tanıyorum. Hatta aşırı kalabalıkta kendimi kolaylıkla seçemeyebilirim.
Hayatta, devasa acılar yaşadığımı sandığım olaylar geçti başımdan bir dönem. Sonra ne olduysa, birden bire her şey değişti. Aslında birden bire demek de haksızlık olabilir. Biraz zaman aldı. Ancak henüz çocukken bile bugünlerimi sezebiliyordum zaten. Olaylar ya da kişiler yüzünden bu noktada değilim yani kesinlikle. Ancak niçin böyle olduğunu anlamakta zorlanıyorum. Yaratılış meselesi olabilir, eğer yaratıldıysak, ya da iç yolculuklarımdan birinde kaybolmuş olabilirim belki de çocukken daha.
Çok değil İki sene öncesine kadar duyguları dibini sıyırarak yaşıyordum ve hayatın akışı içerisinde bu bana hiç anormal de gelmiyordu. Şimdi durup baktığımda yaşadığım olaylar karşısında hissettiğim duyguları çok daha iyi anlıyorum ve kendi irademle analiz ediyorum.
Vardığım sonuç tam bir facia.
Hissettiğim duyguların tamamı kendi düşüncelerimin ve anlamlarımın sonucunda oluşan şeylerdi. Kendinizi çok boktan duygularla boğuşurken bulduğunuzda bu söylediklerimi belki hatırlarsanız eğer ve siz de yeterince farkında olarak olaya dışarıdan bakabilme olanağı yakalarsanız göreceksinizdir. Kaçınılmaz bir şey bu. Hissettiğimizi sandığımız tüm doğal duygular dahil her biri aslında kendi irademizle gerçekleştirebileceğimiz ancak genel olarak farkındalığı kenara bırakarak bilinçaltı ve başka irademiz dışında gerçekleşmesine karar verdiğimiz bir eylemin sonucunda ortaya çıkıyorlar. Anlamlandırma.
Bir şeyin size bir şeyler hissettirebilmesi için bir anlamı olması gerekiyor. Ve siz bir şeyleri devamlı olarak anlamlandırıyorsunuz. Yani hepimiz bunu yapıyoruz. Bir şeylerin anlamlandırılması demek şu demek: örneğin; bir insan sizin arkadaşınız olabilir fakat her arkadaşınızın aslında sizin için ne anlama geldiğine karar veriyorsunuz bir şekilde. Kimisinin pek önemli biri olmadığına, kimisininse herkesten kıymetli olduğuna kanaat getirebiliyorsunuz bilinçli ya da bilinçsizce. Ki genelde bu bilinçsizce yapılır çünkü birinin sizin için önemli olması için onda bir şeyler bulmanız gerekir. Bulduğunuz şeylere göre anlamlandırırsınız. Eğer bilnçli olarak yapıyor olsaydınız kimin önemli kimin önemsiz olacağına istediğiniz an karar verebilirdiniz. Fakat takdir edersiniz ki çoğunuz şu an, en iyi arkadaşını bir çırpıda değiştiremez. Dolayısıyla bilinçdışı bir eylem ile o arkadaşız ile aranızdaki etkileşime bir anlam yüklemiş oldunuz. Peki şimdi düşünelim; bu anlamın, karşınızdaki kişi ile mi yoksa sizin düşünceleriniz ile mi alakası var? Elbette karşınızdaki kişi hakkındaki düşünceleriniz onda gördüğünüz etkiler hakkında daha önce geliştirdiğiniz düşüncelerinizle alakalı. Şöyle: misal eğer hırsızlık sizin için çok harika bir özellik olmuş olsaydı, hırsız birinin en yakın arkadaşınız olma ihtimali daha yüksek olurdu. Fakat siz sadakate, onura, güvene önem verdiniz çünkü bunlara yüklediğiniz ya da yüklemeniz sağlanan anlamlar çok daha çekiciydi. İyi pazarlanmış, yaygın ve iyi olduğu kanıtlanmış niteliklerdi. İyi insan olma hedefinizi doğar doğmaz size empoze etmeye çalışan toplum, iyi cilalanmış nitelikleri size pazarladı ve bu nitelikler sizin için çok daha önemli bir hal aldı. Dolayısıyla bunlara sahip olan kişilerle hem iletişim kolaylığı hem de ortak noktalar yakaladınız. Ve o kişilere aslında o kişilerle, yani şahıslarla, alakası olmayan bir anlamı yükleyiverdiniz. Şimdi çevrenizdeki insanlar birer birer ölmeye başladığında, bu ölümler içerisinde en çok sizin için en anlamlı olana üzülecek ve onun için gözyaşı dökeceksinizdir. Örneğin anneniz. Annelere yüklenen anlam neredeyse evrenseldir.
Sözün özü; eğer bir şeyleri anlamlandırırken ya da sonrasında onlar için bir takım duygular hissederken kontrolü bir an olsun elinize alır ve toplumun ya da evrensel ahlakın size dayattığı anlamlardan kaçınırsanız, Hiçbir duygunun kölesi olmak durumunda kalmazsınız. Ne kadar anlatabildim bilmiyorum ama şimdilik söylemek istediklerim bunlar.