susmak, konuşmamak değildir.
insan, günlerden bir gün, odağına zincirlenmiş şeye o denli odaklanır ki, bir süre sonra o şey, odaktan çıkmak zorunda kalır; insan o noktada, 270 derecelik bir dönüşle kendisini kesmiş, kendi içine kapanmış bir varlıktır. işte susmanın olanaklılığı için elverişli bir atmosfer, ancak bunun gibi bir durumda söz konusu olabilirdi.
susmak, susabilmek de değildir.
bir susuş, yeterlilik gerektirmez. bir kütüphanenin ya da kitapçının rafları, benim onları her algılayışımda, yangına tutulmuş bir akıl hastanesinin pencerelerini andırır; feryatların doldurduğu bir atmosferden bahsediyorum. kitapların kendi kaderlerine sahip olduklarından, kendi kaderine sahip olan bir ses, ikinci bir kadere gereksinmez. susabilmek, konuşmama kararı almaktan başka bir anlama gelmez; kader içinde kadercilik oyunudur -susmak değil.
susmak, sessizliğin hasmı bile değildir. sesten türeyen sessizliğin aksine, susmak, gece hayvanlarını türeten karanlık gibi, türetmek üzere çöker. odamın içine dahil olduğunda tamamen farklı bir soykütüğe sahip olmaya başlar. geçmişini inkar eden bu şeyin haklı bir davanın peşinde olup olmadığına dair, cüretkar bir yorum yapılamaz. kendi yarattığı galaksilerin arasında, boşluklara sığına sığına kaybolmuş bir tanrıyı andırır sadece zaman zaman; soyu tükenmek üzere olan bir canlı gibi, farkında olunmaktan, hatta karanlıkta anlamını yitiren gözden bile ürküp kaçmaktadır susmak.