Dünyanın dışından gelen bir varlık(Isserley)-uzaylı diyebiliriz- filmin başrolündeki boşluğu dolduruyor gibi gözükse de aslında yönetmen birçok yeri izleyicilerinin doldurmasını istiyor gibi bir hava esiyor filmde. Sabah, öğle ve akşam erkek avına çıkan Isserley kimi yalnız, kimi çirkin, kimisi ise eğlence düşünü erkeklerin kadınlara karşı beslediği acımasız ve karanlık duyguları sanki önceden seziyormuş gibi bu duyguları besleyen insanları teker teker tuzağına mı çekiyor desek yoksa o duyguları besleyen insanların hakkettiği sonu onlara yaşatıyormuş mu desek bilemedim. Bir nevi tanrının eli görevini üstleniyor. Burada ceza olarak bahsettiğim şey zift, katran gibi siyah bir alan ve erkekler kadına ulaşmak için git gide bu karanlıkta kayboluyorlar. Karanlıktan kasıt büyük bir boşluk olsa gerek çünkü karanlığın içinde bir süre canlı bir şekilde yaşamaya devam ediyorlar eğer ki o yaşamaksa. Filmin belli bir kısmı bu şekilde ava çık, avını bul ve cezasını kes üçgeni etrafında dönüp duruyor ta ki bir gece yüzünde belli başlı büyük yaralar bulunan genç bir adama rastlayana dek.
Hiç sevgilisi olmayan bir adam, hiç kadın tenine dokunmamış, biraz utangaç biraz naif ve fazlasıyla insanlardan sıkılmış bir adam bu adam. Ava çık, avını bul ve cezasını kes üçgeninden bu karakterimiz çırılçıplak kurtulmayı başarıyor veya gitmesine izin veriliyor ve kendini bir ıssız bir ormanlık alanın ortasında koşarken buluyor. Bunun sebebi ise adamın içinde cinsellikle alakalı güçlü duyguların bulunmaması veya ikinci bir ihtimal dış görünüşünden dolayı zaten acı çekiyor olması ve çektiği acıya o karanlığın içindeki boşlukta değil de bugüne kadar olduğu gibi dünyada devam etmesine karar kılınmış olabilir.
Filmin önemli bir yeri de başroldeki karakterimiz Isserley'in restoranda
bir pasta yemesi ve hemen tükürmesi. Dış görünüşü ne kadar güzel olsa da pastanın güzel olmadığı gibi bir anlam çıkarılıyor ve bu benzetmeyi filmde anlatılmak istenenlere yorabiliriz.
Bu geçen sürede başroldeki karakterimiz hiçbir erkek ile cinsel ilişkiye girmiyor, erkekleri peşinden koşturup onları karanlığa çekiyor ve en sonunda baş karakterimiz cinsel ilişkiye giriyor ve büyük bir şaşkınlık içinde kalıyor ve kaldığı yerden uzaklaşıp kafasını dinleyecek bir yere, bir ormana gidiyor. Ormanda barınacak bir yer bulup uyuyor ve kendisine tecavüz edilirken uyanıyor, hızla kaçmaya başlıyor ve sonunda yakalanıyor ve tekrar tecavüze uğruyor iken birden derisini üzerinden atıyor ve adam derisini üzerinden atmış kadını görünce haliyle korkuyor ve duraksıyor o an mantıklı düşünemiyor ve kaçmaya başlıyor. Tabii ki bu gidişin bir dönüşü olacak. Geri döndüğünde elinde bir benzin bidonu, baş karakterimiz olan isserley'i yakıyor ve her şeyin başlamasına vesile olan motorcu abimizin bakışları altında film sona eriyor.
Kadın neden yakıldı diye kendimize soracak olursak, dış görünüş olmazsa biz aslında bir hiçiz, dış görünüş olmazsa, olması gereken şey ölmemiz gibi bir mesaj veriliyor ve sona yakışır bir mesajla film son buluyor.
Filmimizin özeti bu şekilde, filmde anlatılmak istenenler aslında günümüzde veya belki de günümüzden çok daha eskilerde de var olan kadınlara karşı beslenen acımasız cinsel düşünceler ve dış görünüşün insan beyninde çok fazla yer kaplamasıdır.
Ayrıca filmin aynı isimle michel faber'a ait bir de kitabı mevcut. Ben bu kez değişiklik yapıp önce filmi izledim. Tercih sizlerin sevgili okuyucular. Kafa yorulacak bir film. Her ne kadar karışık gibi dursa da aslında çok sade olan ama kalıpların dışında bir çalışma olmuş under the skin. Umarım severek izler ve okursunuz.