Dünyasını sırtında taşır insan
karanlıkta alır nefeslerini
insan aydınlığıdır gündüzleri
saklasa da yabani gerçeğini
ne zaman ki boynunda
kalabalıkların nemli rüzgarı dolaşır
çekilir dünyanın çıplak saklısına
bütün yargılardan uzak
kurar çadırını benliğin çölünde
yıldızlı göğü bekler
ve koynundan çıkarır sevdasını
utanç şehirde kalmıştır
toz bağlar insan tuzakları
sızılarla sevilen de dahil
bütün sıcaklıklar yıldızca uzaklaşmıştır
bir yılkıya sahip olma tutkusu gibi
yılları, anıları dolaşır
karmaşık bir çaresizlik hali
şehir içinde şehir
insan içinde insan
utanarak sever sevmişliğini
sevilmemişliğiyle savaşır.
Leyla, çölde unutulur ancak
geceyi bekleyen kum akrepleri
yoldaşım ve sırdaşım olur
akar zehirlenmiş kanım
yıldızlı gök altında gülümser kainat
geçilmez uzaklıklar sığar avucuma
düşürür peçesini gerçek
deniz rüzgarlarının nemi kaybolur
yüzümdeki izleri dolaşır
gözlerimi kısarım mızraklamak için serapları
kutup ışıkları geçer üzerimden
kristal hikayeler ufalanıp düşer kuma
ayak izlerinin o tek silicisi zaman
çölün yıldızlı göğünde çizer imgesini
ölümün cennetindeki hakikat çiçekleri
söyler : kum saatinde deveran etmektir yaşam
çöl uyandırır içimdeki akrebi
anlarım, kendi zehrimdedir devam.