Leylekler göçüyorlar. göçerken aralarına davet ediyorlar. bir sanskrit metninde, gökyüzünü dört mevsimin dışındaki özel bir beşinci mevsimde aşıkların aynı yıldızı arayan yorgun bakışlarının işgal ettiği, kadim bir ülkeden söz edilir. işte bugün gökyüzünü o bakışların esaretinden kurtarıyordu leylekler.
biri bugün bana gelgitte kabaran bir gölün üzerinden göç eden leylek sürüsünün hikayesini hediye etti. gölün güneydoğu kıyılarına yakın bir noktadan başlayan irili ufaklı kayalıklar, arada bir uzun esler vererek kuzeybatı kıyısına doğru uzanıyor; kıyıya henüz uzun bir mesafe varken son buluyordu. olsun, bu da özellikle yabani leyleklerin en güvenli göç yollarını bulmalarına yardım ediyordu. ne var ki bir gün gelgit geldi, gidişine kadar gölü bir okyanusa çevirdi. hatta bir şelalenin çağlayışı vardı şimdi gölde. zeus onu ne zaman cezalandıracaktı? kayalıklar, leyleklerle birlikte gözden kaybolduğunda gölün kibri yeni bir sığınak bulmak zorunda kalacaktı. bu yüzden göl, kayalıkları boğmamak adına sularını çekecekti.
"olduğun yerde kal!" veya "olduğun gibi kal!" derken kolluk kuvvetleri bir sanıktan tam olarak ne yapmasını beklerler? olunduğu halde kalmak, sahnede mephistopheles'in pek iyi icra ettiği, ancak insanın çaresiz titremesine karşılık gelen bir sanat değil midir? kayıtsızlık da titremenin biçimlerinden biri olabilir mi?