dönersen ıslık çal

esdemirei

zenginsozluk.com/foto
1992 yılında gösterime giren dram türündeki 85 dakikalık yerli bir film. Yönetmenliğini Orhan Oğuz, senaryoyu Nuray Oğuz ve yapımcılığını Memduh Ün üstlenirken Fikret Kuşkan, Derya Alabora, Menderes Samancılar, Memduh Ün, Orhan Elmas gibi isimler oyuncu kadrosunda yerini aldı.

Filmin özeti şu şekildedir: “Beyoğlu'nun arka sokaklarında barmenlik yaparak yaşamını sürdüren bir cüceyle, fahişelik yapan bir travestinin dramatik öyküsü. Toplumun dışladığı bu iki marjinal tipin tanışması karanlık ve pis sokakların birinde gerçekleşir. Cüce (Mevlüt Demiryay), iş çıkışı evine dönerken, sokak serserilerinin saldırdığı ve gerçek bir kadın sandığı travestinin (Fikret Kuşkan) hayatını kurtarır. Gerçekte onu kurtaran, cücenin o tehlikeli sokaklarda ve gecenin karanlığında kendisini korumak için boynunda taşıdığı düdüktür. Düdük seslerini duyan serseriler kaçıştıktan sonra, travestiyi evine alır. Ne var ki, evinde misafir ettiği kadının aslında bir erkek olduğunu anlayınca büyük bir şaşkınlık geçirir. Ama yaşamını tek başına, yalnızlığını ise balkonundaki köpekleri ve boynundaki düdüğüyle paylaşarak sürdüren cüce ile başlangıçta iğrendiği, nefret ettiği travestinin arasında duygusal bir dostluk gelişecektir. Bu güzel dostluk ne acıdır ki, o çirkin dünyanın, sonunda onları birbirlerinden ayırana dek sürecektir.”

Filmde hoşuma giden replikler de şu şekildedir:
“Eskiden böyle değildi. Herkes birbirinin yardımına koşardı. Dostlukların, aşkların, arkadaşlıkların en iyisi yaşanırdı. Ak saçlı biri vardı, Adı Kirkor. Bitirim, ince, bakımlı. Sokağımızdan her geçişinde kapımıza gül kurusu bırakırdı. Vurgundu bana. Ben sokağa çıktığımda mahalle erkeklerinin yüreği hop hop ederdi. Şimdi bak şu sokaklara. Dinle sesleri. Asılıdır çamaşır ipliklerine, cam kenarlarına, sofalara. Lakin şimdi hiçbir şey samimi değildir. Benim oyun gibi her şey kurmaca, uydurmaca ve herkes de bunun farkında. Bilmemezlikten geliniyor. Hiçbir şey samimi değil. Saflık ölmüş, çocuklarda bile yaşamıyor. Bak duyuyor musun sesleri? dinle.”

“- Bu şehri özleyeceğim. şu ışıkları, seni, dostum.
+ Ne demek özleyeceğim? Ölecek gibi konuşuyorsun, iyileşeceksin. Birlikte gezeceğiz şehri, rakı içeceğiz, dans edeceğiz.
- Sahi mi? Küs değil misin bana?
+ O ne demek şimdi? Ben sana hiç küsmedim ki. Ben, ben sadece sinirlendim biraz. Dostlar arasında olur böyle şeyler, sen benim dostum değil misin? hı?
- Dostunum. sende benim en iyi dostumsun. En iyi. Biraz daha, biraz daha yaklaştır beni, lütfen. Anam anlatırdı, insan ölünce başka şekillerde yeryüzüne inermiş tekrar. At olurmuş, kuş olurmuş, ağaç, ağaç olurmuş.
+ Ya da ak bulut.
- Eğer, eğer bir gün tekrar dönersem beni tanır mısın? Küçük dostunu nasıl tanırsın, tanıyabilir misin?
+ Tanırım tabii. İnsan dostunu kokusundan, bakışından, sökülmesinden tanır. Hem sen dönersen ıslık çalarsın. işte o zaman tanırım seni.
- Islık mı? Düdük gibi mi?
+ Tabii. Senin ıslığını nerede olsam tanırım. Yerin yedi kat dibinde olsam bile tanırım. Çünkü iyi dostlar birbirini her zaman—”