ORta okulda sınıftaki berna geldi aklıma. Ergenlik işte içim gidiyordu kıza o zamanlar bak başlığı görünce aklıma geldi, sarışın bir anglosakson güzelinin türkiye kültürüyle büyütülmüş hali gibi düşün, konuşana kadar ingiltere'den tatile gelmiş Penelope sanarsın, pırıl pırıl gözler güzel bir yüz hey gidi. Okuldan sonra denk gelmiştik deli gibi kilo almış şaşırmıştım görünce.
berna
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiri;
sonra gittik bir kır kahvesine oturduk
bizimmiş gibi bütün güneşler
bahçelere gelincik döşüyordu ilkbahar
takmış baca temizleyicilerini koluna
çay bardaklarına değdirdik yenilemek için dudaklarımızı
eski aşklarımızdan söz ettik, yitik kuş seslerinden
kapının yanında bekleyen bavullardan
“kanatlara inanmak için çok geç,” dedin
“bu kadar kırılıp dökülmüşken yatak odaları,
hızla soğuyan bir çorbaya benziyor yaşam,
bazı geceler zamanın kokusunu duyuyorum birden uyandığımda
bazı sabahlar ayın çatladığını,
yalnızlığın bembeyaz gözleri var
çalar saatimin üstünde uyuyor şimdi
görülmeyen bir düş gibi”
sözden çok yazıyı sevdiğin için
kendimi şiir bilip sustum
ve yeniden okudum
karda koşan atların sırtında
dolaştırdığın sözcüklerini:
“eşyalarım yerleştirilmişti otobüse, yolcular yerlerini çoktan almıştı.
uğurlamaya gelen güzel insanlarla da konuşmuyorduk o sırada,
bir sondu yaşadığımız an.
bense seni bekliyordum;
bir yaşama, bir kente ve hepinize veda ederken
en çok seninle kucaklaştığımda anlayacağımı biliyordum,
geri dönüşsüz bir yolculuğa çıktığımı.
gözyaşlarım bekliyordu, şimdi değildi sırası, biraz sonraydı.
oturduğum koltuktan, akıp giden görüntülerin uzaklığında
yüzümün anlamlarının yitip gittiğini seziyordum.
sevgiliye duyulan özlem kadar büyüktü
seninle vedalaşmaya duyduğum da.
gelmedin, bilmeliydim…
ben de gelmezdim.
o günden sonra, söz verdiğin mektubu bekler oldum,
boşluğunu doldursun diye;
yazmadın.”
mektup dağıtan bir postacıya rastladıktan sonra
gittik bir kır kahvesine oturduk
bizimmiş gibi bütün kuşlu zarflar
kırıklarla dolu olsa da kanatlar sevgili berna
yeniden uçmak için küçük bir rüzgar yeter
ve fısıldar bize ilkbahar:
yürekten yüreğe savrulan çiçektozudur aşk
sonra gittik bir kır kahvesine oturduk
bizimmiş gibi bütün güneşler
bahçelere gelincik döşüyordu ilkbahar
takmış baca temizleyicilerini koluna
çay bardaklarına değdirdik yenilemek için dudaklarımızı
eski aşklarımızdan söz ettik, yitik kuş seslerinden
kapının yanında bekleyen bavullardan
“kanatlara inanmak için çok geç,” dedin
“bu kadar kırılıp dökülmüşken yatak odaları,
hızla soğuyan bir çorbaya benziyor yaşam,
bazı geceler zamanın kokusunu duyuyorum birden uyandığımda
bazı sabahlar ayın çatladığını,
yalnızlığın bembeyaz gözleri var
çalar saatimin üstünde uyuyor şimdi
görülmeyen bir düş gibi”
sözden çok yazıyı sevdiğin için
kendimi şiir bilip sustum
ve yeniden okudum
karda koşan atların sırtında
dolaştırdığın sözcüklerini:
“eşyalarım yerleştirilmişti otobüse, yolcular yerlerini çoktan almıştı.
uğurlamaya gelen güzel insanlarla da konuşmuyorduk o sırada,
bir sondu yaşadığımız an.
bense seni bekliyordum;
bir yaşama, bir kente ve hepinize veda ederken
en çok seninle kucaklaştığımda anlayacağımı biliyordum,
geri dönüşsüz bir yolculuğa çıktığımı.
gözyaşlarım bekliyordu, şimdi değildi sırası, biraz sonraydı.
oturduğum koltuktan, akıp giden görüntülerin uzaklığında
yüzümün anlamlarının yitip gittiğini seziyordum.
sevgiliye duyulan özlem kadar büyüktü
seninle vedalaşmaya duyduğum da.
gelmedin, bilmeliydim…
ben de gelmezdim.
o günden sonra, söz verdiğin mektubu bekler oldum,
boşluğunu doldursun diye;
yazmadın.”
mektup dağıtan bir postacıya rastladıktan sonra
gittik bir kır kahvesine oturduk
bizimmiş gibi bütün kuşlu zarflar
kırıklarla dolu olsa da kanatlar sevgili berna
yeniden uçmak için küçük bir rüzgar yeter
ve fısıldar bize ilkbahar:
yürekten yüreğe savrulan çiçektozudur aşk