bir öykü

turuncu gemi
İlk gün
"hoop müdür ne yapıoon?''
hiç unutmuyorum, uzun yıllar evvel bana tanıştıktan sonra attığın ilk mesajdı. dünya başıma yıkılmıştı oradan hatırlıyorum çünkü. çok hoşlanmıştım o gece daha önce hiç gelmediğim o şehirde senden. bir kankanı öylesine merak etmiş gibi ''hoop müdür ne yapıoon'' mesajı dünyamı karartmıştı. bu kadar güzel ve dişi bir şeyin parmaklarından böyle bir hitap çıkması da şaşırtmıştı beni orası ayrı konu. açıklamasını, aşkın bize bir elbise hırsızı olduğunu ilk ispat ettiğinde yapmıştın. ''sen de benden hoşlanmış, ama sana o gözle bakmayacağımdan korkmuş aşkın da verdiği el ayak dolanmasıyla bunu yazmışsın'' içimden ve dışımdan sormuştum da laf kaynamış, dudaklar da diller konuşmuştu cevap verememiştin; ''hangi göz'' çünkü seni ilk gördüğümde o kadar çok gözle bakmıştım ki, gözlerim güzelleşmişti. gözlerim güzelleşmişti kızıl kıvırcık saçlarına bakmaktan. ürkek heyecanlı gözlerine bakmaktan. asi ve asil teninden, teslimiyetçi gözlerinden reformcu ve devrimci güzel kalbine kadar görmüştüm ben o ilk gün.

Vedamız
Vedalar elbette ki her bünyede ömürlük tahribatlar bırakır. Fakat benim bünyem kadar duygusal bir metabolizmaya sahipseniz daha gerçek üstü hallerde tahribatlara hazırlıklı olmalısınız. Hem vedaların hem de daha sonrasının.
Barış Manço'nun arkadaşım eşek şarkısını dinleyip hüzünlenecek, hatta bazen ağlayacak kadar duygusal bir maddeden meydana gelen bünyenin tekinden bahsediyorum.
Yıllar yıllar evveli, rüyaların yapıldığı maddeden yapılmış bir insanla olan, yıllarca süren bir ikili yaşamın sonundaydım. Şairin dediği gibi bir tel kopmuş bütün ahenk bozulmuştu. Bitmesi gerekiyordu artık. Benim bünye baya eşeksel bir metabolizma. Sadece sevdiğim kadını değil, bütün şehri de terk ediyorum aşkların sonunda.
O şehir ki nam-ı diğer Ankara'dır. Ankara'yı bilenler bilir, çiftlik kavşağında otururduk. Dinozor manzaralı küçücük bir evimiz vardı yıllar boyu. Vedadan sonra binlerce kez uzakta olacaktı binlerce kez dokunduğum ten.

O Erciyes'in en güzel kızını, her gün doğum günü kızı ilan ettiğime dair şahit gösterebileceğim dinozorun da söküleceği konuşuluyordu yakın zamanlarda.
O dinozor ki, içerken efkarlanacak bir şey bulamaz, onun üşüdüğüne efkarlanırdık. Hatta onun yalnızlığına üzülüp kar topu oynamışlığımız bile olmuştu.
Artık nam-ı diğer Ankara'da onu dayanılmaz sinüs ağrılarına tek iyi gelen ilaç baş masajı ve kitap okuyarak uyuttuğum geceler olmayacaktı. Gece yan yana uyuyan biz değilmişiz gibi sabah hasretle birbirini öpen biz olmayacaktı.
Arabayı Kocatepe'ye park edip, Selanik caddesine de yürüyemeyecektik. Ben kesin gün içinde bir eşeklik etmiş olurdum. Ama yolda surat asarsan, yolun ortasında Barış Manço taklidi yapmakla tehdit ederdim onu. Veya ben ona kahirliysemve hemen barışmazsam, Müjde Ar filmindeki ayı kız dansı yapmakla tehdit ederdi beni. İşte onlar bir daha hiç olmayacaktı nam-ı diğer Ankara'da.
Selanik'ten Kızılay, Maltepe üzerinden, Tandoğan'a el ele yürümelerimiz olmayacaktı.
Bahçeli'nin uzun çınarlı sokaklarının hafızasında bile eskiyecektik artık. O çınarlar ki, sohbet etmek isteyene hem deniz olur hem martı ankara'da. Eğer gerçekten iyi bir aşıksanız, yakamoza bile dokunabilirsiniz kulaklarınıza yapraklarının hışırtılarında.
Sarhoş olunca diline dolanan Ankara havaları olmayacaktı. ''ali dayı ali dayı, bi gecede yidin tarlayı dayı''

Akşamları odtü'de ki bitmek bilmeyen seminerleri kırıp, kah ormanda, kah çimenlerde, hazırlık bebeleri gibi, kırmızı şarap eşliğinde sevişmelerimiz olamayacaktı.
Yine şairin dediği gibi,
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir,
Bir hançer gibi çekersin sevgini,
Onu ancak öldürmeye yarar
Uçarı kuşu sevdanın, alıp başını gitmiştir
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken


Veda gününün öncesinde haftalarca konuşmadan neden bitmesi gerektiğini anlatmıştım. Sonunda o da anladı. Vedalar benim bünyemde nüklüeer patlama gibi bir tahribat yaratıyor. Genelde vedalaşmamayı tercih ederim bu yüzden. Lakin o aşk bir veda anısı ve bedelini hakketmekteydi.
Aşti'ye geldik. O gün ben mi aşti'nin üzerindeydim, yoksa, tonlarca demiri, betonu, insanıyla aşti'mi benim üzerimdeydi bilmiyorum. Bendeki hiçbir izi sonsuza dek silinmeyecek güzel insan bir sürü şey söylüyordu. Bense içimden bir attila ilhan ayeti okuyordum üst üste.

açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın

rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan

ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili

sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız

En güzel birliktelikler bile yozlaşabilir. Fakat hiçbir ayrılık ve de veda yozlaşıp dejenere olmamalıdır.

Bahar'a azıcık girilen günlerdeydik. Güney'de bir kumsalda buldum kendimi. Suriye'li çocuklar su satıyorlardı. Onlarca israrlarına direndim almadım. Aralarından bir tanesi ''allah seni sevdiğin ablaya kavuştursun'' demez mi? Bütün sularını aldım. Bir tanesi daha aynı taktiği kullandı yine direndim. En son cebimdeki bütün parayı verdim onlara. Su da istemediğimi söyledim. Sığdıracak yerim yoktu o suları. Sığdıracak bir gezegenim yoktu kendimi. Aralarından yağız bir erkek çocuğu, parayı suratıma fırlattı ağlayarak gitmeye başladı. Bu bir film sahnesi değildi. Bizzat yaşadım. Koşa koşa gittim sarıldım ona. Bir daha vatanını göremeyecek olanların öksüzlüğü, hiç bir öksüzlük ya da yetimliğe benzemez. Fakat her vedadab, her göz yaşından, hatta her savaştan yaşam yeniden bir hakikatle patlar. Yaşam inadına fışkırmaya devam edecek.