gecenin şiiri

turuncu gemi
Pencerede saksılarım var benim de;
Kurulmuş asma bahçem göğün maviliğinde
Acep neden sade yaz günleri taşır
Bir demet çiçek gibi sevgilim.
Çiçekli bir şemsiye elinde?

Ah! Güzel şeyler düşünmeme rağmen
Muttasıl ağlamak geliyor içimden.

Oktay Rifat
turuncu gemi
Yanyana Dalgınlık - Melih Cevdet Anday

Gözlerine bakıyorum
Denizden çıkarılmış bir tabaktaki kuş resmi
Dağınık köy evleri gibi orda burda
Sepetteki sümbül soğanı gibi gölgeli

Yüreğimiz öylesine aşmış ki düşüncemizi
Yarışı başlatan tabanca sesi gibi
Dudaklarımız koşuya çıktıktan sonra
Duyuyoruz söylediklerimizi
turuncu gemi
Beni yokluğunla eğitme,
Beni çıldırtma,
Beni kahretme…
Ben ne olduysam,
Sebep güzelliğindi.
Nereye vardıysam,
Seninle birlikteydim.
Sana alıştım diyorum,
Sensiz yemekler zıkkım,
Anla biraz.
Sensiz susuzum, açım,
Sensiz yaşamanın tadı yok,

Gel artık ,
Sana muhtacım .
turuncu gemi
Günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni,
Kim bilebilir ki kimi, neyi eskittiğini?
Ben ne kadar önemserdim kendimi, hay Allah!
Sen ne kadar kumraldın aynalarda, hay Allah!
Temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa,
Gel bağışlayalım birbirimizi...

Turgut Uyar
turuncu gemi
turkuaz

düşlerin mavi sağanağında bir gece
sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
seni nasıl sevmeli?

i̇peksen çıldırır yüzlerce tırtıl kıvrımı
suysan tutulmaz bir uçarı nem
gülüşsen tam ortasından parçalanan bir çelik
seni nasıl sevmeli?

düşlerin mavi sağanağında bir gece
soluğun soluğu susturduğu afganistan

karanlık kayalarda saklı turkuaz
kuytu mağaralarda gizemli bir fısıltı
ateşi üfleyen dudak kadar kırılgan
her damla terin pusata dönüştüğü
dünyanın gözyaşı ve isyan.

toprağa gömülmüş kesik kollu bir heykel
renk, ses ve tatlarla yıkılan idol
akılla duygu ve çatışma ve cansıkıntısı
en ince ayrıntılarla yeniden yaratılan
çağdaş bin tanrı... bin tanrı daha.
seni nasıl sevmeli..?

i̇nsanın insanı doğurduğu bir öğle vakti
- kil ya da kaburga kemiğinden değil -
mermer serinliğinden
bir ırmak akışından
kuşların ötüşünden
ışık selinden
insanın insanı doğurduğu...

sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
turkuaz nerden ulaşır çarşılara bilmeden
sorgulamadan geçitsizliği
seni nasıl sevmeli?

düşlerin mavi sağanağında bir gece
anladım ne zaman düşürdüğümü
göğsünde ürküntüsüz tek denizi taşıyan
o güvercini.

dağları da yitirdim
vitrinlerle kuşatılmış bir şehrin
salgınına kaptırıp kendimi.

kimbilir kaç kadından birikmiş turkuaz
güneşin tutsak yanı
seni nasıl sevmeli..?

zerrin taşpinar
turuncu gemi
muhteşem bir edip cansever şiiridir;

çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
ön dişleriyle belli belirsiz
bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz
evet mi hayır mı pek anlamadan.
ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız
bir tayın dişinde ince taflan
az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının
yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından
dönüp iç çekmesine gece kuşlarının.
sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan
süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların.
turuncu gemi
erenköyü'nde bahar

cânan aramızda bir adındı,
şîrin gibi hüsn ü âna unvan,
bir sahile hem şerefti hem şan,
çok kerre hayâlimizde cânan
bir şi'ri hatırlatan kadındı.

doğmuştu içimde tâ derinden
yıldızları mâvi bir semânın;
hazzıyla harâb idim edânın,
hâlâ mütehayyilim sadânın
gönlümde kalan akislerinden.

mevsim iyi, kâinât iyiydi;
yıldızlar o yanda, biz bu yanda,
hulyâ gibi hoş geçen zamanda
sandım ki güzelliğin cihanda
bir saltanatın güzelliğiydi.

istanbul'un öyledir bahârı;
bir aşk oluverdi âşinâlık...
aylarca hayâl içinde kaldık;
zannımca erenköyü'nde artık
görmez felek öyle bir bahârı.

yahya kemal beyatlı
turuncu gemi
tersine müslüman

bulanık bir sabah
güneş çoktan doğmuş ama parlamıyor
metropolümüzün dışına - varsa - yürüyorum
yanımdan arabalı, çoluklu çocuklu aileler geçiyor
imanına kadar dolu trenler, vapurlar, minibüsler geçiyor

herkes o yana gidiyor
ben eve dönüyorum

süreyya berfe
turuncu gemi
çöl

son ufuk yitmiş de kervan bilmiyor;
çölde bin yol var da sarvan bilmiyor.
vahalardan gelmez artık ses ve su-
aşk ölüp gitmiş, şadırvan bilmiyor.

talât sait halman
kombiwankenobi
Benim için geç bir saat oldu
İyi geceler dünya.



Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Şehre simsiyah bir kar yağar
Yollar kalbimle örtülür
Parmaklarımın arasından
Gecenin geldiğini görürüm

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Çocuklar sinemaya gider
Yüzümü bir çiçeğe gömüp
Ağlamak gibi isterim
Derinden bir tren geçer

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Alıp başımı gitmek isterim
Bir akam bir kente girerim
Kayısı ağaçları arasından
Gidip denize bakarım
Bir tiyatro seyrederim

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Uzaktan bir bulut geçer
Karanlık bir çocukluk bulutu
Gerçeküstü bir ressam
Dünyayı değiştirmeye başlar
Kuş sesleri, haykırışlar
Denizin ve kırların
Rengi birdenbire karışır

Sana bir şiir getiririm
Sözler rüyamdan fışkırır
Dünya bölümlere ayrılır
Birinde bir pazar sabahı
Birinde sararmış yapraklar
Birinde bir adam
Her şeye yeniden başlar
turuncu gemi
beşikler vermişim nuh'a
salıncaklar, hamaklar,
havva ana'n dünkü çocuk sayılır,
anadoluyum ben,
tanıyor musun ?

utanırım,
utanırım fıkaralıktan,
ele, güne karşı çıplak...
üşür fidelerim,
harmanım kesat.
kardeşliğin, çalışmanın,
beraberliğin,
atom güllerinin katmer açtığı,
şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
kalmışım bir başıma,
bir başıma ve uzak.
biliyor musun ?

binlerce yıl sağılmışım,
korkunç atlılarıyla parçalamışlar
nazlı, seher-sabah uykularımı
hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
haraç salmışlar üstüme.
ne iskender takmışım,
ne şah ne sultan
göçüp gitmişler, gölgesiz!
selam etmişim dostuma
ve dayatmışım...
görüyor musun ?

nasıl severim bir bilsen.
köroğlu'yu,
karayılanı,
meçhul askeri...
sonra pir sultanı ve bedrettini.
sonra kalem yazmaz,
bir nice sevda...
bir bilsen,
onlar beni nasıl severdi.
bir bilsen, urfa'da kurşun atanı
minareden, barikattan,
selvi dalından,
ölüme nasıl gülerdi.
bilmeni mutlak isterim,
duyuyor musun ?

öyle yıkma kendini,
öyle mahzun, öyle garip...
nerede olursan ol,
içerde, dışarda, derste, sırada,
yürü üstüne - üstüne,
tükür yüzüne celladın,
fırsatçının, fesatçının, hayının...
dayan kitap ile
dayan iş ile.
tırnak ile, diş ile,
umut ile, sevda ile, düş ile
dayan rüsva etme beni.

gör, nasıl yeniden yaratılırım,
namuslu, genç ellerinle.
kızlarım,
oğullarım var gelecekte,
herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
kaç bin yıllık hasretimin koncası,
gözlerinden,
gözlerinden öperim,
bir umudum sende,
anlıyor musun ?

ahmed arif
turuncu gemi
hatırlama

sen akşamlar kadar büyülü, sıcak,
rüyalarım kadar sade, güzeldin,
başbaşa uzandık günlerce ıslak
çimenlerine yaz bahçelerinin.
ömrün gecesinde sükun, aydınlık
boşanan bir seldi avuçlarından,
bir masal meyvası gibi paylaştık
mehtabı kırılmış dal uçlarından.

ahmet hamdi tanpınar
turuncu gemi
baba bana bağırma

yol ıslanmasın diye
şemsiye açanlara...


baba bana bağırma
bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan
kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun
kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler
tenorlar kaçtı ses tellerinden
çevreye saçıldı yavru diktatörler
seni ne sopranolar istedi de vermedik baba
baba bana bağırma
bayrak direklerine konan kartalları anlat
uzun uzadıya
nasıl da göremediler avcıları
o keskin gözleriyle vah hah ha
şans yıldızlara özgü bir yalan baba
yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız
savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna

yalanları yazdım defterime hiç unutmadım
radyasyonu radyo istasyonu sanan bakanları
çiğleri, meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen
doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların

hiç unutmadım
sakallarını yüzlerinde
yüzlerini sakallarında unutan adamları
ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını
uğur mumcu'yu biz yapan bombanın

hiç unutmadım
uzak yakın tüm tuzakları baba
yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen
bir gam ağacısın
kar yüküne dayanamayıp kırılan
ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin
geri getirmediler
güneşin başına gelenleri
biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba


baba bana bağırma
bir kulağımdan giriyor sözlerin
öbür kulağımı tıkıyor
buenos aires'te olsaydım diyorum içimden
eva'nın peronunda
karanlıktan kuşlar çalan bir tren
bir bıçak kaçağı
tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte
ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
burada
bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde
burada, tam karşında
hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman
hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi
yol alırdı saatler
karılarının namuslarını dillerinde saklayan
adamlar vardı bir taraflarda
televizyon kanallarında yitirilen çocuklar
gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar
ve depolara indirilen lenin heykelleri vardı
sovyet rusya'da
kafandaki duvarları
niye cebine koymuyorsun sen baba


baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
bir posta puludur dünya
bir karadelik yutana kadar uzayda bizi
asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen
söylemenin tam sırası
ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin
partiler getirdi baba
ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
bir yaşamlık kaygı duruşundayım
yakın tarihimiz için


baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir
nereye kadar gidebilir
bana bağırma baba
kendine bağır
yoksa her şey bitebilir

akgün akova
turuncu gemi
anısı biz olalım bu sokakların
anısı biz olalım bu sokakların
öpüşmediğimiz tek saçak altı
hiçbir otobüs durağı kalmasın
biz yürüyelim kent güzelleşsin
gürültüsüz sözcükler bulalım
yeni sevinçlere benzeyen

biz gelince bir yağmur başlar
yüzün çizilir buğulanan camlara
bir uzun karartma biter
akasyalar köpürür birdenbire
ve her avluda adınla anılan
çiçekler sulanır akşamüstleri
bir arkadaş evine uğrarız yolüstü
bir fincan kahve içeriz, ısıtır bizi
başını sessizce omzuma koyarsın
gülüreyhan olur soluğun
biz kalırız kuşlar dönüp gelir
her balkonda bir menekşe sesi

belki yeniden güzelleştiririz
adları değiştirilen parkları
perdeleri hiç açılmayan evlerde
ışıklar yanar çocuk sesleri duyulur
tanıdık sevinçlerle dolar yeniden
kendi sesini kemiren alanlar
anısı biz olalım bu sokakların
ve hiç durmadan yağmur yağsın
biz gürültüsüz sözcükler bulalım
sarmaşıklar fısıldaşsın yine
gidersek birlikte gideriz
yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen

ahmet telli
turuncu gemi
ay gömülür
ardından resmin asılır işlek yerlerine kentin
piyangocunun yanında tahta çitlere yakıştırırım
gözlüklüsün, üç yaş büyüksün, rize'de büyümüşsün
başka adını da bilirim, hepsi yalan, o gülmen de
eski, küçük bir limandır gülmen, takalar sığınır

ardından resmin asılır işlek yerlerine kentin
denizle kavgalıdır kayalar, otururum, elim tuzlanır
fırlatırım çakıl taşını, kaç kez sektirebilirim
gömülmesin suya, sen tut, durma sonra bana yürü
bulutların yerini doldurur yürümen, kuşlar kıskanır

ardından resmin asılır işlek yerlerine kentin
birden boşanan yağmurda mağaza diplerindeyken
otobüsten inerken, hiç aklımda yokken karşımdasın
giderayak bir şey derdin, onu söyle işte, sonra sus
ıssız istasyon kampanası susman, yapraklar döker

ardından resmin asılır işlek yerlerine kentin
çardağa çıkarım, ay gömülür çalı çırpılara
tutuşturur sarmaşıkları, seyredişinden alınırım
uzak, içli şarkılar anımsarım, derken dönüp bakman
turaçlar çağırır bakman, bahçemde turunçlar açtırır

resmini astılar işlek yerlerine kentin
çarşı içinde bir zaman daha konuşuldun
su, sarnıçlardan bakraçlara çekiliyordu
güze hazırlanıyordu kızlar, dağlar dalgındı
gençtim, olur olmaz huylanışını sevdim en çok

akif kurtuluş
turuncu gemi
bir gün sevişmeyi bana

kandan
ve ceninden bir gün daha
başlarken
bir dalı kanatıyorum tırnaklarımla
ağzı açılmamış bir güle dokunuyorum

geceden kalma bir şeyle oynuyor kalbim
bugün biraz daha yorgun başlıyorum

sabah
yeni doğmuş çocuk çirkin ve sisli
vurdukça ilk ışıkları penceremden içeri
kımıldaşır içimin ölü dolu coşkusu
güneş bir ürkekliği gizliyemez
ne de olsa çözülmez yüreğimin kuşkusu
gün, o sevecen çığırtkan
beni yeni bir oyuna çağırıyor

yalnızlık yenilmeyen gladyatör
bana eski bir ölümü anımsatıyor

sabah
taşıyarak bir celladı odama
aşkımın ve bırakılmışlığımın celladını
hüznümle ve çirkinliğimle yargılamadan beni
tanıdığım bir ölümle tehdit ediyor
yalnızlık her sabah öldürüyor beni

çözerek gecenin ipliğini hızımla
hüznümü ve yalnızlığımı sarıyorum sabaha

adi bir etiketi yamayarak üstüne
boyna genişliyen bir orospu gibi
genişledikçe küçülen bir orospu gibi
aşksızlığım küçültüyor beni
korkum ve çirkinliğim utandırıyor beni
gecikilmiş bir aşkı yaşamıya
cinayet tek kurtuluşsa bir yanlışlıktan
önce acıya direnmesini öğrenmeliyim

eskitilmiş bir kurşunla kaplıyorum yüreğimi
acıya ve aşka hazırlıyorum


hergün yeniden yaşamak
boşalan bir birikimi kocamış acılarla
uzuyan bir ölümü bitimliyen vücudum
yani istek. o hep tiksinç görünen
çirkin ve güzel orospu. yeniyetme
bir çırpınışın yorgunluğu yüreğimde
o hep güzel görünen bana
çirkin ve güzel orospu
vücudum. seni seviyorum

acıyla büyütüyorum aşkımı
bir gün bana sevişmeyi öğreticek.

arkadaş zekai özger
turuncu gemi
yıkılma sakın

kötü şey uzakta olmak
dostlarından, sevdiğin kadından
yasaklanmak bütün yaşantılara
seni tamamlayan, arındıran
kapatıldığın dört duvar arasında
sağlıklı, genç bir adam olarak

neler gelmez ki insanın aklına
sevinçli, özgür günlere dair
kalmıştır yüzlerce yıl uzakta
onunla ilk kez öpüştüğün şehir
acı, zehir zemberek bir hüzün
kalbinden gırtlağına doğru yükselir

görüyorsun işte küçük adamları
köhnemiş silahlarıyla saldıran sana
kimi tutsak düşmüş kendi dünyasına
kimisi düpedüz halk düşmanı
diren öyleyse, diren, yılma
yürüt daha bir inatla kavganı

babeuf'u hatırla, nazım hikmet'i
bir umut ateşi gibi parlayan zindanlarda
hatırla danko'nun tutuşan kalbini
karanlıklari yırtmak arzusuyla
ve faşizme karşı, zulme, zorbalığa
düşün acılar içinde vuruşan kardeşleri

elbette vardır bir diyeceği, bir haberi
bir kaçağa çay sunan kürt kadınlarının
dağlar dilsizdir yalçındır
ama gün gelir bir diyeceği olur onların da
ve dağlar, ıssız tarlalar başladı mı konuşmaya
susmazlar bir daha, söz artık onlarındır

kötü şey uzakta olmak
dostlarından, sevdiğin kadından
yasaklanmak bütün yaşantılara
seni tamamlayan, arındıran
ama bir devrimciyi hakli kılan
biraz da acılardır unutma

yıkılma sakın geçerken günler
yaralayarak gençliğini
onurlu, güzel geleceklerin
biziz habercileri düşün ki
ve halkın bağrında bir inci gibi
büyüyüp gelişmektedir zafer.

ataol behramoğlu
turuncu gemi
acının duvarı asılınca

kendisi çatlamadan
toprağı çatlatamaz tohum
asmışım sinirini mutsuzluğun
ayrımsayamıyorum bile öyle mutsuzum
acısını artık duyamıyorum
ki kendim öyle bir acı olmuşum
nasıl görmezse göz kendini
kendimi arıyor bulamıyorum.

aziz nesin
turuncu gemi
mağara

mağaranın duvarına
hayvanları taştan oydum
kükrediler karanlıkta
türkülerle karşı koydum

karanlıktı mağara
ışığı taştan oydum
üşüyordum
bir de güneş koydum

aşk oydum mağaranın duvarına
aşk oydum
ağrıdı taşlar
yarıldı mağara

bülent ecevit
kombiwankenobi
bu gecemi yansıtan bir şiir,

Maviye,
Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine.
Rüzgarda asi,
Körsem,
Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
Ay karanlık...

İtten aç,
Yılandan çıplak,
Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille
Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N'olur gel,
Ay karanlık...

Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cigaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çiyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık...

ahmed arif
turuncu gemi
ara sokak

gözlerim kan denizi,
geleceğe sıçrıyor geçmişteki sızı.

bir lokma bir hırka olmasa da olur,
insanoğlu ancak acılarla yoğrulur.
dost, düşman yanyanalaştı;
tırafiği zor bir çamur kavşaktayız:
yaşamak geç, ölüm dur!

cahit ırgat
turuncu gemi
ölü

hangi mahallede imam yok,
ben orada öleceğim.
kimse görmesin ne kadar güzel,
ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.

ölüler namına, azade ve temiz,
meçhul denizlerde balık;
müslüman değil miyim, haşa,
fakat istemiyorum, kalabalık.
beyaz kefenler giydirmesinler,
sızlamasın karanlığım havada.
omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım,
ki bütün azalarım hülyada.

hiçbir dua yerine getiremez,
benim kainatlardan uzaklığımı.
yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar,
çılgınca seviyorum sıcaklığımı...

fazıl hüsnü dağlarca.
turuncu gemi
balkon

kuşları öldürmezdim pençelerim olsaydı bile
zaman zaman gelir sevincimizi artıran melek
bizi de ısıtır yoksulları ısıtan güneş

yüksek yaptılar evlerinin balkonlarını
birbirinden üstün olmak isteyen ahâli
güneşi yağmuru geçirmez kara şemsiyeleri

hüseyin avni cinozoğlu
turuncu gemi
gurbet
gurbet o kadar acı
ki ne varsa içimde
hepsi bana yabancı,
hepsi başka biçimde.

eriyorum gitgide;
elveda her ümide.
gurbet benliğimi de
bitirmiş bir içimde.

ne arzum, ne emelim...
yaralanmış bir elim
ben gurbette değilim,
gurbet benim içimde.

kemalettin kamu
2 /