Georg Wilhelm Friedrich Hegel

ontolojik sancilarimin merhemi
karl marx'ın akıl hocası.

sistem'ini teşkil eden beş fikirden daha ilki olan "felsefe bilimsel olmalıdır ki, rasyonel ve sistematik olabilsin." teziyle sıçar. ikincisi geist ( tin ya da ruh) olup, tanrısal olanı, bütün insanların içindeki tek aşkın gerçekliği temsil eder ona göre. üçüncüsü tarihle ilgilidir ve tarihin sadece bir olaylar kronolojisi olmadığını; bir çeşit "ilerleme" sergilediğini söyler. 2. ve 3. maddenin sentezi olarak, tarihin, geist'in aşamalı olarak tanınması gibi bir amacı olduğunu söyleyebiliriz. dördüncüsü diyalektiği açıklar: tarih, bir aşamadan ( tez ), ona zıt olan başka bir aşamaya ( antitez) gider. bu sırada üçüncü aşama olan sentez de, halihazırda insanlığın sıhhatini bekliyordur (!). beşinciye gelince, o da özgürlüğe dairdir ve özgürlüğü, toplumun içinde kendini gerçekleştirme gücü olarak tanımlar. hatta bunu biraz da, daha sonra dillere düşeceği milliyetçi duygularla yapar. soren kierkegaard'ın lanetini de tam bu noktada üzerine toplar.


bir kere birincisi, felsefenin rasyonel ve sistematik olma gibi bir zorunluluğu yoktur. bu, felsefeyi statize etmek demektir; durdurmak ve sonra da itmeye çalışmak anlamına gelir. halbuki felsefe durdurulmadığı sürece, devinebilme yetisine zaten sahiptir. akıl ve nesnel gerçeklik arayışının popüler olduğu dönemin batı felsefesine egemen olan hegelci sistem, ne olursa olsun, aklın ve nesnelliğin sınırlarını kavrayamaz. çünkü elzem olan, -benim için- oluş halinde olan gerçeği; "uğrunda yaşayıp ölebileceğim fikri" bulmaktır. sözde nesnel gerçekliği bütün felsefi sistemler üzerinde çalışarak keşfetmek ve nihayetinde içinde yaşamadığım bir devlet teorisini ortaya koymak; sonuçta başkalarının desteğiyle ayakta duran bir dünya kurgulamak beni tatmin etmez. yaşamıma bir şekilde dokunamayacak, en az hegel'in basuru kadar kuru "nesnel" gerçeği ne yapabilirim? nöral kapasiteyle sınırlanmış akıl ve bu akıldan türeyen algıyla sınırlanmış nesnellik olgularının karşısına, sınırlanması imkansız tutku ve öznellik kavramları konuşlanır ve onları, hiç de çok aşamalı olmayan bir süreç içinde yok eder.


gelelim geist kavramına. bu kavram dahilinde, batı'da individual diye tanımlanan özne, bertaraf edilmiş durumdadır. individual olan birey ile birey olan birey çok farklı; o yüzden ayırma gereği duydum. bundan sonra da buradaki birey için, "özne" kavramını kullanacağım. hegel'de bireyler, kendi çağlarının temsilcilerinden başka bir şey değildir; öznel bakış açısına yer yoktur. şıçanzi de burada ortaya çıkar esasen. hegel'in, bugün de popüler olan tarihsel bilinci, öznenin kendisini anlamasından, kendisine yaklaşmasından ziyade, ondan kaçması demektir. hegel, özneyi mutlak bir soyutlamanın içinde eritir ve sisteme mal eder. tanrı da bu arada geist'e indirgendiği için, dinselliği kolaylaştırma refleksi gözden kaçmaz.


tarihe gelince, filozofların söylediği gibi, yaşam geriye doğru anlaşılır sözü tam olarak doğrudur. ancak, yaşamın ileriye doğru yaşanması gerektiği önermesini unuturlar (soren ).


hegel, çelişki halindeki görüşlerin sentezlenebileceği iddiasıyla, öznenin seçim yapma seçeneğini ortadan kaldırır. bütün seçeneklerin bir araya getirilebileceğini öne sürer. özne, kendi yaşamına yön verebilmek adına, seçimler yapabilmelidir ve bir bileşime kurban gitmemelidir. kierkegaard'ın enten/eller'ı da buna güzel bir göndermedir esasen.


son olarak hegel'in, bireylerin kendi çağlarının rasyonel ideallerini onaylaması olarak ortaya koyduğu "pozitif özgürlük" kavramı, ayrı bir rezalettir. neden ben çağın rasyonel idealine hapsolunayım ki? üçüncü tekil şahısların sorumluluk almaktan kaçış denemelerine "pozitif özgürlük" denemez. öznel özgürlük, bütün bunlardan önce gelir.