gerçeklere giden yolun kapısını hayal kurmanın araladığını bilir, istediğin şeyin gerçekleşmesi için gözlerini kapatıp yumruklarını yeterince sıkman yetecekmiş gibi hissedersin. sonra sımsıkı gözlerinde imgeler belirmeye başlar. zamansızlık, mekansızlık ve kimsesizlik içinde giderek netleşir ve gerçeğe daha da yaklaşırlar. işte oradadır, elini atsan tutuverecekmişçesine yakın. paulo coelho'nun da dediği gibi, bir şeyi yürekten istersen, o gerçek olacaktır zaten. aşağıdaki masal tam da bununla ilgili:
eski ya da çok yeni zamanın birinde yaşayan bir 'hayalci kız'ın öyküsüdür bu. hayalci kız aklımıza ilk geldiği üzere çok hayal kurduğu için değil, hayal sattığı için 'hayalci' diye anılırmış. onun yaşadığı yerde ve zamanda insanlar hayal kurmayı ya unuttuklarından, ya çok zor bulduklarından ya da başkalarının hayallerini yaşamaya bayıldıklarından hayalci kız'a çok ihtiyaç varmış.
hayalci kız, satacağı hayalleri bazen kendiliğinden, bazen sipariş üzerine kurarmış. eli her işe yatkın olduğundan ve hızlıca gerçekleşsin diye hayallerin kah resmini yapar, kah ayrıntısını yazar, bunların hepsini hayalhane'de görücüye çıkarırmış. hayal peşinde koşanlar sık sık hayalhane'ye uğrar, duvardaki resimlere göz atar, hayal defteri'nden seçmece hayalleri okurlarmış. bir hayali satın almaya karar verdiklerinde, hayalci kız onları dinler, seçtikleri hayali kişiliklerine göre baştan yazar ya da çizer, hayalperestlerin içine sinince de güzel bir fiyata satarmış.
masal bu ya ve bütün masallarda olur ya, bir gün hayalhane'ye bir delikanlı gelmiş. hayal defterini pas geçip duvardaki resimlere yönelmiş. "işte", diye sevinçle söylenmiş kendine. "işte benim hayalim bu olmalı!"
"bunu bana verir misin?"
delikanlılarla arası işiyle olduğu kadar iyi olmayan bizim hayalci kız, yeni yazmakta olduğu hayallerden başını bile kaldırmadan cevaplamış:
"küçük hayallerin değeri küçük altın, büyüklerinkiyse büyük altın. siz küçük bir hayal seçtiniz, altını lütfen buraya ödeyiniz."
delikanlı şaşkın, bakakalmış. "hayalin küçüğü büyüğü olmasına mı şaşmalı, altınla satılmasına mı? ben bu hayali çok sevdim, ama altınım yok. ne yapabilirim?"
sinirden küplere binmiş bizim hayalci kız.
"sizin gibi çulsuz hayalperestler yüzünden zaten, piyasada kala kala kaldım bir ben. eskiden rekabet vardı, en büyük hayali kurup satan parsayı toplardı. her şeyin bir bedeli olmalı. karşılıksız hayal mi kaldı?"
"benim geldiğim topraklarda", demiş delikanlı, "hayal de bedava altın da. ikisinin değeri aynı olduğuna göre, ben de sana hayal vereyim bir kere. üstelik benimki büyük olacak, belki bu hayalhane'ye sığmayacak."
"vaktim fazla yok, karnım da senin hayaline pek tok. hayalini şuraya bırak, sonra da yoluna bak."
"peki", demiş delikanlı. çizivermiş oraya zihnindeki hayali, kırık ayrılmış hayalhane'den yüreği.
günler geçmiş sonra, aylar belki; hayalhane'yi temizlerken hayali buluvermiş bizimki. hiç görmediği renklerle bezeliymiş kağıt. kalbe benzer şekillerle, içinde en çok güneşin parladığı yıldızlarla, kendi boyu kadar çiçeklerle… bu kadar güzelliğe alışık olmayan hayalci kız gözlerini kapatmış, diğer bütün duyularını açmış: yıldızlara dokunmuş, çiçekleri dinlemiş, göğe kaldırmış başını, yağmurun tadına bakmış, eğilmiş toprağı koklamış. kalbe benzer şekillerin tam da kendi yüreği olduğunu fark etmiş sonra, afallamış. yıllardır minik hayalhanesinde ısmarlama hayaller peşinde kazanmışken parayı, nasıl da yok sayıverdiğini hatırlamış bizim delikanlıyı.
masal bu ya ve bütün masallarda olur ya, boyu kadar çiçeklerden güne en çok bakanı oluvermiş bizim delikanlı.
"sana", demiş "kalbimi sunmuştum işin başından aşkınken. benim geldiğim topraklarda yaşanacak hikayeler mutlaka tamamlanır ve hep mutlu sona ulaşır. aç şimdi gözlerini. karşında bulacaksın beni."
hayalci kız tereddütle açmış gözlerini, karşısında bulmuş delikanlıyı ve bütün sevgisini.
"ben" demiş delikanlı, "ders çıkarmayı çok severim her olaydan. sen söyle bakalım ne çıkarmalıyız bundan?"
"mutlu olmak için çok neden vardır" diye başlamış genç kız. "ne mutlu ki bunlardan en güzeli hayallerin aslında bedava olmasıdır."
"istediğin zaman gözlerini kapa ve açıver duyularını. tam da o an aralayacaksın hayallerine giden tüm kapıları."
eski ya da çok yeni zamanın birinde yaşayan bir 'hayalci kız'ın öyküsüdür bu. hayalci kız aklımıza ilk geldiği üzere çok hayal kurduğu için değil, hayal sattığı için 'hayalci' diye anılırmış. onun yaşadığı yerde ve zamanda insanlar hayal kurmayı ya unuttuklarından, ya çok zor bulduklarından ya da başkalarının hayallerini yaşamaya bayıldıklarından hayalci kız'a çok ihtiyaç varmış.
hayalci kız, satacağı hayalleri bazen kendiliğinden, bazen sipariş üzerine kurarmış. eli her işe yatkın olduğundan ve hızlıca gerçekleşsin diye hayallerin kah resmini yapar, kah ayrıntısını yazar, bunların hepsini hayalhane'de görücüye çıkarırmış. hayal peşinde koşanlar sık sık hayalhane'ye uğrar, duvardaki resimlere göz atar, hayal defteri'nden seçmece hayalleri okurlarmış. bir hayali satın almaya karar verdiklerinde, hayalci kız onları dinler, seçtikleri hayali kişiliklerine göre baştan yazar ya da çizer, hayalperestlerin içine sinince de güzel bir fiyata satarmış.
masal bu ya ve bütün masallarda olur ya, bir gün hayalhane'ye bir delikanlı gelmiş. hayal defterini pas geçip duvardaki resimlere yönelmiş. "işte", diye sevinçle söylenmiş kendine. "işte benim hayalim bu olmalı!"
"bunu bana verir misin?"
delikanlılarla arası işiyle olduğu kadar iyi olmayan bizim hayalci kız, yeni yazmakta olduğu hayallerden başını bile kaldırmadan cevaplamış:
"küçük hayallerin değeri küçük altın, büyüklerinkiyse büyük altın. siz küçük bir hayal seçtiniz, altını lütfen buraya ödeyiniz."
delikanlı şaşkın, bakakalmış. "hayalin küçüğü büyüğü olmasına mı şaşmalı, altınla satılmasına mı? ben bu hayali çok sevdim, ama altınım yok. ne yapabilirim?"
sinirden küplere binmiş bizim hayalci kız.
"sizin gibi çulsuz hayalperestler yüzünden zaten, piyasada kala kala kaldım bir ben. eskiden rekabet vardı, en büyük hayali kurup satan parsayı toplardı. her şeyin bir bedeli olmalı. karşılıksız hayal mi kaldı?"
"benim geldiğim topraklarda", demiş delikanlı, "hayal de bedava altın da. ikisinin değeri aynı olduğuna göre, ben de sana hayal vereyim bir kere. üstelik benimki büyük olacak, belki bu hayalhane'ye sığmayacak."
"vaktim fazla yok, karnım da senin hayaline pek tok. hayalini şuraya bırak, sonra da yoluna bak."
"peki", demiş delikanlı. çizivermiş oraya zihnindeki hayali, kırık ayrılmış hayalhane'den yüreği.
günler geçmiş sonra, aylar belki; hayalhane'yi temizlerken hayali buluvermiş bizimki. hiç görmediği renklerle bezeliymiş kağıt. kalbe benzer şekillerle, içinde en çok güneşin parladığı yıldızlarla, kendi boyu kadar çiçeklerle… bu kadar güzelliğe alışık olmayan hayalci kız gözlerini kapatmış, diğer bütün duyularını açmış: yıldızlara dokunmuş, çiçekleri dinlemiş, göğe kaldırmış başını, yağmurun tadına bakmış, eğilmiş toprağı koklamış. kalbe benzer şekillerin tam da kendi yüreği olduğunu fark etmiş sonra, afallamış. yıllardır minik hayalhanesinde ısmarlama hayaller peşinde kazanmışken parayı, nasıl da yok sayıverdiğini hatırlamış bizim delikanlıyı.
masal bu ya ve bütün masallarda olur ya, boyu kadar çiçeklerden güne en çok bakanı oluvermiş bizim delikanlı.
"sana", demiş "kalbimi sunmuştum işin başından aşkınken. benim geldiğim topraklarda yaşanacak hikayeler mutlaka tamamlanır ve hep mutlu sona ulaşır. aç şimdi gözlerini. karşında bulacaksın beni."
hayalci kız tereddütle açmış gözlerini, karşısında bulmuş delikanlıyı ve bütün sevgisini.
"ben" demiş delikanlı, "ders çıkarmayı çok severim her olaydan. sen söyle bakalım ne çıkarmalıyız bundan?"
"mutlu olmak için çok neden vardır" diye başlamış genç kız. "ne mutlu ki bunlardan en güzeli hayallerin aslında bedava olmasıdır."
"istediğin zaman gözlerini kapa ve açıver duyularını. tam da o an aralayacaksın hayallerine giden tüm kapıları."