geçenlerde bu konuya dair bir arkadaşımla konuşurken şöyle bir şey dedi farkında olmadan, "senin içinde olan, keşfetmeye çalıştığın şey de zaten dış faktörlerin etkisinde oluşuyor bu yüzden de ne olduğunu keşfetmek yerine istediğini zannettiğin her neyse ona inandırıp kendi kendini yaratıyorsun."
Bu bakış açısı, neredeyse psikanalizin gelişmeye başladığı 1920'li yılların insana bakış açısını andırıyor. kendi kendini yaratan insanın büyük bir yenilgiye uğradığı zamanlar bunlar. özellikle freud'un "bilinçdışı" kavramıyla birlikte (ki soren bunu daha kendi zamanında sezgisel olarak keşfetmiş gibiydi), insan dediğimiz şeyin aslında tahammül edemediği sırlarla birikte var olduğunu anladık. hepimiz iyi birer sır saklayıcıyız. sır saklayamaz hale geldiğimizde antidepresan kullanır, analiste gideriz. işte bu anlamda kendini tanımak veya keşfetmek aslında imkansız. çünkü ne olursa olsun, insanın kendisine dair bilmeye tahammül edemeyeceği şeyler var ve bunlar, "bilinmemeleri için" bilincin dışında istif ediliyorlar. sokrates "kendini bil." öğretisini yankılarken, freud bir anti-sokrates yaratıyor bu söylemle. hayatın bir keşif değil, yüzleşme senaryosu olduğunu söylüyor. dolayısıyla "dış faktörler" diye tanımlana etkeni öteki veya diğerleri olarak ele alırsak, bir noktada haklı hale geliyor. öteki hep bir tahammül meselesi, hep biçimi belirleyen sınır gibidir bu açıdan.
soren'a gelince, onun içebakış kavramı dışa bağlı değil. doğuştan bir yönelimden bahseder hep; benim gibi içine kapanık insanların, aslında doğuştan bu yönelimi taşıdığını söyler. ancak ben bunun, ötekini ya da dış faktörleri, extrovert bir insanın ünlediğinden daha şiddetli bir şekilde ünlenmek anlamına geldiğini düşünüyorum. bilemeyiz, belki de soren'ın yönelimi gerçek bir içten kaynağa sahiptir...
Bu bakış açısı, neredeyse psikanalizin gelişmeye başladığı 1920'li yılların insana bakış açısını andırıyor. kendi kendini yaratan insanın büyük bir yenilgiye uğradığı zamanlar bunlar. özellikle freud'un "bilinçdışı" kavramıyla birlikte (ki soren bunu daha kendi zamanında sezgisel olarak keşfetmiş gibiydi), insan dediğimiz şeyin aslında tahammül edemediği sırlarla birikte var olduğunu anladık. hepimiz iyi birer sır saklayıcıyız. sır saklayamaz hale geldiğimizde antidepresan kullanır, analiste gideriz. işte bu anlamda kendini tanımak veya keşfetmek aslında imkansız. çünkü ne olursa olsun, insanın kendisine dair bilmeye tahammül edemeyeceği şeyler var ve bunlar, "bilinmemeleri için" bilincin dışında istif ediliyorlar. sokrates "kendini bil." öğretisini yankılarken, freud bir anti-sokrates yaratıyor bu söylemle. hayatın bir keşif değil, yüzleşme senaryosu olduğunu söylüyor. dolayısıyla "dış faktörler" diye tanımlana etkeni öteki veya diğerleri olarak ele alırsak, bir noktada haklı hale geliyor. öteki hep bir tahammül meselesi, hep biçimi belirleyen sınır gibidir bu açıdan.
soren'a gelince, onun içebakış kavramı dışa bağlı değil. doğuştan bir yönelimden bahseder hep; benim gibi içine kapanık insanların, aslında doğuştan bu yönelimi taşıdığını söyler. ancak ben bunun, ötekini ya da dış faktörleri, extrovert bir insanın ünlediğinden daha şiddetli bir şekilde ünlenmek anlamına geldiğini düşünüyorum. bilemeyiz, belki de soren'ın yönelimi gerçek bir içten kaynağa sahiptir...