kısa öykü denemeleri

ihtiras limani
Seine nehrinin üzerindeki taş köprülerin en uzun ve en karanlığı üzerinde, çıplak gökyüzü altında uzaklarda fenerleri yakılı gemileri izliyordum. Şehrin arkamda kalan kısmında ışıklar çoktan sönmüştü ve bacalardan yükselen dumanlar tütmez olmuştu. önümde ise gittikçe yoğunlaşan ışıklar vardı, belli belirsiz gelen ama geldiği yerin kalabalıklığını anlatan sesleri sezebiliyordum. İçtiğim sigaranın son nefeslerinden sonra, bir ölü gibi suyun üzerinde sürünerek ilerleyen kayığı izledim, uyuyamayan insanlar için hiç fena bir şey değildi.

Çok uzaklardan ailesinin ve köylülerinin yaptığı şarabı getirip satan küçük bir dükkanın önünde birkaç kadeh içmek için durdum. Sokağın köşesinde birkaç çingene, bütün gün çalmış ve oynamış olmanın yorgunluğu ile ağır bir gitar parçasıyla şarkı söylüyordu. Şimdiden sarhoş olmuş insanlar ara sokaklarda evlerinin yolunu düşe kalka arıyordu. Diğer yandan atlı arabalar sert ve kararlı kamçı darbeleriyle hızlanıyor, hanımefendileri ve beyefendileri şehrin bayağılaşmaya başlayan kısmından nezih bahçelere taşıyordu. İşçiler eşleriyle, zenginler de kimi buldularsa, ve kimseyi bulamayanlar hayalleriyle ama herkes aklında sevişme varmışçasına şehrin ışıklı kısmını boşaltıyordu. Henüz tanışmış ve şimdilik birbiriyle eğlenmenin derdinde olan aşıklar ve yalnız insanlar hala dans ve eğlence arıyordu.

- Aşık olduğum kadını kaybettim genç adam dedi kır saçlı bir adam, sarhoş ve sallanan haliyle, aşık olduğum kaybettim… sonra da duvara çarparak yığılıverdi. Başını kaldırıp bana sordu :
- Sen hiç aşık olduğun kadını kaybettin mi ?
- Ben fazlasını kaybettim ?
- Karşılıklı aşk hissettiğin kadını mı kaybettin ?
- Beni boşver, Nasıl bir kadını kaybettin ?
- Tablo gibi bir kadındı.. anlatsam melek zannedersin. Ya sen ?
- Ben şiir gibi bir kadını kaybettim sanırım. İçimde şiirleştikçe anlıyorum bunu. Söylesene bayım, hiç edebiyat gibi bir kadın tanıdınız mı ?
- Doğrusu genç adam ben kadınların kiraz dudaklarına, hayat fışkıran kahkahalarına, kıvrak kalçalarına ve cilvelerine aşık olmayı tercih ediyorum. Sen benden de yaşlısın ha ? anlatsana, nasıl oluyor söylediğin şey ?
- Doğrusu, kadın olmasına her kadından güzel ve çekiciydi. Orası başka. Güzel romanlar okursunuz değil mi bayım ? bize bizim de bildiğimiz hayatı öyle bir anlatırlar ki, öylece akıp gider. Çok güzel zarif bir yelkenlinin süzülmesi gibi. Hayatı boyayarak anlatmak gibi, her şey zarif, hoş bir hal alır. Hep güzel bir şarkı çalar sanki. İnsanların içinde yaşarız. Hisleri, ruhları, izlemek gibi bir şey değil mi roman okumak. Ya da şiir.. ya da hikaye. Hiç şiir gibi yaşadınız mı bayım ? hiç yürüyüşü yüksek ruhlardan bir nehrin akışı gibi olan bir kadın gördünüz mü ? bir kadınla anınızı yeniden düşününce çok şarabi bir hikayeyi okuyor gibi hissettiniz mi kendinizi ? bir kadının gözünden görünen dünya, en fantastik ve en tatlı romanların atmosferi gibi geldi mi ? kendinizi hiç roman karakteri gibi hissettiniz mi bayım ? bir kadının sözlerini, satırlarını etinden daha çok arzuladınız mı hiç bayım ?
- Bir kadının etini satırlarına tercih etmek mi, ben de kendimi deli zannederdim. Hayatı henüz tanımamışsın genç adam.
- Hayır tanıdım ama, çok farklı bir hayatı tanıdım. Şimdi diğer türlüsü çok anlamsız geliyor.
- Bence ayılamayacaksın genç adam.
- Bu dünya böyle daha güzel.
- Peki o kadını nasıl kaybettin ?
- Bir roman karakteri gibi sevdim. Ve basit bir serseri gibi, kendi içimin karanlığını kustum bir kez. Ruhunu kirletmeme izin vermedi.
- Ben ruhlar nasıl temizlenir bilmem genç adam, şarap lekesi dışında hiçbir leke dikkatimi çekmiyor.
Gülümseyerek, sessizleşen şehirde kendi hayallerimizi ceplerimize doldurup köprünün iki yanına doğru yürüdük. .
bu başlıktaki tüm entryleri gör