Bütün yolculuk onları izledim. Bir trenin aynı kompartmanını paylaştığım iki kişiyi. Ayrı ayrı saatlerde geldiler. Erkek olan gelip oturduktan sonra, önce hiçbir yere bakmadı. Biletine baktı, saate. Kaşları çatık, hareketleri kesin ve keskin, tereddütsüz. Zaman ilerleyip, tren dolup hareket saati yaklaştıkça gözü camdan dışarı doğru uzandı. Kaçtı adeta trenin içinden bakışları. Önce heyecanla, merakla, tedirgin mi heyecanlı mı bilemediğim bir halde istasyonu taradı. Her yüzün her kıpırtının her hareketliliğin üzerinde bir müddet durdu, aradı, bulamadıkça beklemeye devam etti. Annesini kaybetmiş bir hayvan yavrusunu andıran bu bakışlar, zamanla yerini kederli bir donukluğa bıraktı. İstasyonun girişine bakıyordu fakat o an gördüğü şeyin başka olduğuna eminim. Başka zaman dilimlerinde olduğuna da. Üzerine sinen, yaşlı, ümitsiz fakat yine de gözü yolda insanların, ölümle beraber ümidi de arayan bakışlardı.
Derken kompartmandan içeri bir kız girdi. İlk göz göze gelişlerinde ürkek bir şaşkınlık, çarpılıp kalma hali, artık ikisinin de orada olduğu fikri kafalarına yerleşince yerini kafaları başka yöne çevirip kaşları çatmaya bıraktı. Kız beresini çıkardı, üstündeki erimeden kalan son kar parçalarını silkeledi, bavulunu koyup çocuğun karşısına oturdu.
Dikkatimi en baştan beri çektikleri için artık kitap okuyor, camdan dışarıyı izliyor gibi olsam da onları takip ediyordum. her nereye gidiyorlarsa beraber gitmek için bilet almışlar, planlamışlar ama anladığım kadarıyla sonra darılmışlardı. Fakat ikisi de gitmekten vazgeçmemişti. Nedeninin izlerini yüzlerinde aradım durdum. Çocuk kızı görmek istiyordu, bu gelmeyeceğini düşündüğünde yüzündeki halden belliydi. Ama kızgındı, çatık kaşları ve suskunluğu bunu söylüyordu. Kız da geldiğine göre, en azından planlanan şeye sadık kalmış veya onu görmek istemişti. Gittikleri yer belki ikisinin de hislerinden üstteydi. Sevgililer miydi, arkadaşlar mıydı bunu çözemedim. Ama kızgın ve yakınlardı.
Ne zaman birinin bakışı koridordan geçen birine dönse, ne zaman biri elini çantasına atsa, diğerinin tetikte olan bakışları harekete geçiyor, karşısındakinin hareketinin nesnesini yakalamaya çalışıyordu. göz ucuyla izliyorlardı birbirlerini. Ufak tefek bunu belli eden şeyler olmaya başladı tabi. Çocuk kızın düşen kalemini aldı, kız güneşten kitabına bakamadığını anlayınca çocuğun, perdeyi çekti.
-otel değiştirilmiş, herkes önceden adı geçen otelde kalacakmış. Dedi çocuk.
Kız bir kaşını kaldırdı, onun sesiyle irkilmiş, gözlerini tam olarak gözlerine dikmiş, alnında dalgaları andıran çizgilerle rahatsız, katı bir halde çocuğa bakıyordu. Bu şok, dalga dalga bir iç yumuşaklığına döner gibi karşılıklı kesik özet cümlelerle yayıldı içlerine. Sonra kafalarını tekrar indirdiler, biri kitabına, biri müziğine ve camdan görünen manzaraya gömüldü. İç dünyaları iki denizin ilk kez karşılaşması gibi dalgalarla birbirine hakim olmaya çalışıyordu adeta. Bu halleriyle, yapay duvarların ardında, bekliyorlardı aslında duvarın yıkılmasını.
Öğlen çocuk yemeğe gitmek için kalktı, durdu, pek kıza bakmadan
- Yemek yiyecek misin ? diye sordu
- olur geleyim, Oldu kızın cevabı.
Bu garip mecburiyet halini anlamadım. Hiçbiri yemek yemek için birbirine ihtiyaç duymadığı halde gizli bir şeye sadık kalır gibi, hislerinin üstünde bir bağla birbirlerini sürüklüyorlardı. Yemekten döndüklerinde, ellerinde sıcak çay vardı, gülümsediler birbirlerine, kız sonra neşeyle elindeki kitaptan bir şeyler anlatmaya başladı. Çocuk gözleri parlayarak dinledi. Her şeylerine dokunuyor gibi bir halleri vardı. Manevi bir sarılma hali. Son istasyona varıp herkes dağıldığında, istasyondan çıkarken gördüm onları son kez. Tek bir kişi yürüyormuş gibi yürüyorlardı. Bir bedenin iki bacağı gibiydiler.