17 Mayıs 2006'da danıştay'a yapılan saldırıda hayatını kaybeden danıştay 2. daire üyesi, yargıç, hukuk şehidi. Evli ve iki çocuk babasıydı.
danıştay 5.daire başkanı salih er'in dokunaklı konuşması:
sayın başkanlarım
sayın başsavcılarım
sevgili meslektaşlarım,
değerli konuklar...
"türban" konusunda aldığı kararla, şeriatçı basının baş hedefi durumuna gelen danıştay ikinci dairesine, 17 mayıs günü yapılan silahlı saldırı, hepimizi derin bir acı ve kedere boğdu.
yaşamını yitiren değerli üyemiz mustafa yücel özbilgin ve saldırıya uğrayan mustafa birden, kamuran erbuğa, ayfer özdemir, ayla gönenç ve ahmet çobanoğlu ile beraber, o gün aynı binaya girdik. danıştay ailesi yeni bir güne başlıyordu.
cumhuriyetin yargıçları, birbirlerine günaydın deyip yerlerini aldılar. çaylarını içiyorlardı, belki siz de gördünüz. dosyaları tartışıyor, karar veriyorlardı; belki siz de gördünüz. saatlerin 09.51'i gösterdiği anda, karanlık bir adam, devletin egemenlik alanında, kurşunlarını hak ve adalete, hukukun üstünlüğüne sıkmaya başladı.
mustafalar oradaydı; kamuran, ayfer, ayla, ahmet oradaydı.
ayrılık, mustafa'nın masanın üzerinde dirseğini dayadığı yerdeydi.
sizler orada yoktunuz, ben de yoktum. danıştay saldırıya uğramıştı. ve mustafa'nın gözleri, dumanlı dağ gölleri gibi kapandı ağır ağır.
danıştay 141 yıllık bir kuruluş. dile kolay, 141 yıl
bir kurumun 141 yıl yaşayabilmesi, toplumun gereksinimlerini karşılamasıyla olanaklı. size danıştayı tanıtmama gerek yok, siz zaten o'nu tanıyorsunuz. temel hak ve özgürlüklerin korunması, savunma hakk, hak arama özgürlüğü, sosyal güvenlik hakları, memur güvencesi, eşitlik konularında verdiği kararlarla tanıyorsunuz. hukukun üstünlüğü inancının yerleşmesindeki, hukuk devletinin gelişip güçlendirilmesindeki çabaları ve katkıları sonucu toplumda kazandığı saygınlığı ile tanıyorsunuz. anayasanın ikinci maddesinde anlatımını bulunan cumhuriyetin niteliklerine sahip çıkmadaki kararlığı ile tanıyorsunuz.
neden danıştay sorusuna yanıt arıyorsunuz, yanıtı yukarıdaki belirttiğim çerçevenin içinde saklıdır.
türkiye'de türban sorunu yokken, bu konuyu kaşıya kaşıya günümüze taşıyanlar, bu saldırı karşısında bu gün de düşünmelidirler.
düşünerek yada düşünmeden edilen sözlerin, kurulan tümcelerin sonunun nereye vardığını görerek, bir kez daha düşünmelidirler.
yargı mensupları yerine ulemayı koyanlar, onlara danışarak hareket edenler, bulundukları makamın ağırlığını, sorumluluğunu duymaktan uzak olanlar, bu gün yeniden düşünmelidirler.
öte yandan, katilin geçmişi söylemleri üzerinden sonuca varmayı yeterli görenler, bilgi kirliği ve yönlendirmeler karşısında, düşünce pencerelerini biraz daha aralamalıdırlar.
mustafa'nın yitirilişi bizlere büyük bir acı verirken, diğer yandan hukukçuların kenetlenmesini sağladı. bu duygu seli öncesi pek önemsenmeyen birlik ve beraberliği yeniden tanımlanmasına ışık tuttu. bu cinayeti her koşulda kınayan hukukçuların, artık tek derdi var. karanlık noktaların aydınlatılması ve adaletin sağlanması.
bizler, adalet ve hakkaniyet dağıtan yönetsel yargı çalışanlarıyız. cumhuriyetin yargıçları ve savcılarıyız. en yüce değerlerimiz arasında yer alan adalet duygusu, vazgeçilmelerimizin önündedir. toplumda sarsılan adalet duygusunun, siyasal emeller doğrultusunda, korku salınarak yönlendirilmek, eritilmek istenen adalet duygusunun, mutlak gerçek yerini alacağına ben inanıyorum. sizler de inanın. şimdi gidip göreceğiz ki, mustafa hepimizden çok inanıyor.
dün bir düş gördüm
ülkemin başbakanı, danıştay'a sahip çıkıyor, türban kararından sonra, "bunlar bu gidişle evin içine de karışacaklar", "efendi bu senin işin değil, diyanetin işi", yasamada yürütmede bazı adımları atarız ama yargıdaki adımı bizim atmamız mümkün değil. açık konuşuyorum, danıştay'da bir çok engelle karşı karşıyayız." diyenleri hukukun üstünlüğünü tanımaya çağırıyordu.
ülkemin başbakanı, yargı kararlarına saygı duymayı herkesin içine sindirmesi gerektiğini söylüyor, "saldırganlığa zemin hazırlamamak için başbakan nasıl konuşmalı"nın dersini veriyordu.
ülkemin savcıları, insan onuruna sahip çıkıyorlar, soruşturmaların gizliliği konusunda büyük duyarlılık gösteriyorlardı. sabahın erken saatlerinde evlerin arandığı, anlatımların yandaş basına aktarıldığı, devlete yıllarca hizmet etmiş kişilerin gözaltına alınma sürecinde örselenmiş ruhların bırakıldığı, ceplerinde kalbi kırık ömürler ve tansiyon hapıyla dolaşmaların yaratıldığı dönemleri kınıyorlardı.
geleceğin türkiyesi soruşturmasının savcısı, insan onurunu güvence altına alan bütün kuralların, insan hakları kapsamında olduğunun dersini veriyordu.
dün bir düş gördüm
namusun, yalnızca kadınlarda bulunması gereken bir değer olmadığı; kadınlarımızın, genç kızlarımızın töre cinayetlerine kurban gitmediği; güldünyanın, şemsenin, nicelerinin adının soğuk mezar taşlarına yazılmadığı, pervasız esintili sabahlarda çocukların örselenmediği;
irk, renk, etnik köken, uyruk, din, cinsiyet yada cinsel yönelim ayrımının olmadığı; etnik ve kimlik baskısının yapılmadığı;
yaşı bir gecede büyütülüp idam edilen gençlerin bulunmadığı, "asmayalım da belgeyelim mi diyenlerin", devlet büyüğü muamelesi görmediği;
borsanın, doların, silah, ilaç sanayinin, emperyal güçlerin egemen olmadığı;
özelleştirme adı altında rant transflerlerinin yapılmadığı, cumhuriyetin özellikle son yıllarda elden çıkarılan kazanımlarının gerçek sahiplerine, halka döndürüldüğü,
korku tünelinden özgürlüğün aydınlığına çıkan, sorunlarını demokratik parlementer rejim içinde çözen, hukukun üstünlüğüne inanan bir türkiye gördüm.
bu düş obamanın düşü değil; bizim düşümüz. ulaşmak uzun soluklu olsa da, bu düşün gerçekleşeceğine ben inanıyorum. biliyorum ki, sizler de inanıyorsunuz.
şimdi, bu inancımızı bir kez daha paylaşmak üzere anıt kabire, mustafa kemal'e gidelim.
Katil maşa alparslan Aslan'ın mahkeme ifadeleri ;
danıştay 5.daire başkanı salih er'in dokunaklı konuşması:
sayın başkanlarım
sayın başsavcılarım
sevgili meslektaşlarım,
değerli konuklar...
"türban" konusunda aldığı kararla, şeriatçı basının baş hedefi durumuna gelen danıştay ikinci dairesine, 17 mayıs günü yapılan silahlı saldırı, hepimizi derin bir acı ve kedere boğdu.
yaşamını yitiren değerli üyemiz mustafa yücel özbilgin ve saldırıya uğrayan mustafa birden, kamuran erbuğa, ayfer özdemir, ayla gönenç ve ahmet çobanoğlu ile beraber, o gün aynı binaya girdik. danıştay ailesi yeni bir güne başlıyordu.
cumhuriyetin yargıçları, birbirlerine günaydın deyip yerlerini aldılar. çaylarını içiyorlardı, belki siz de gördünüz. dosyaları tartışıyor, karar veriyorlardı; belki siz de gördünüz. saatlerin 09.51'i gösterdiği anda, karanlık bir adam, devletin egemenlik alanında, kurşunlarını hak ve adalete, hukukun üstünlüğüne sıkmaya başladı.
mustafalar oradaydı; kamuran, ayfer, ayla, ahmet oradaydı.
ayrılık, mustafa'nın masanın üzerinde dirseğini dayadığı yerdeydi.
sizler orada yoktunuz, ben de yoktum. danıştay saldırıya uğramıştı. ve mustafa'nın gözleri, dumanlı dağ gölleri gibi kapandı ağır ağır.
danıştay 141 yıllık bir kuruluş. dile kolay, 141 yıl
bir kurumun 141 yıl yaşayabilmesi, toplumun gereksinimlerini karşılamasıyla olanaklı. size danıştayı tanıtmama gerek yok, siz zaten o'nu tanıyorsunuz. temel hak ve özgürlüklerin korunması, savunma hakk, hak arama özgürlüğü, sosyal güvenlik hakları, memur güvencesi, eşitlik konularında verdiği kararlarla tanıyorsunuz. hukukun üstünlüğü inancının yerleşmesindeki, hukuk devletinin gelişip güçlendirilmesindeki çabaları ve katkıları sonucu toplumda kazandığı saygınlığı ile tanıyorsunuz. anayasanın ikinci maddesinde anlatımını bulunan cumhuriyetin niteliklerine sahip çıkmadaki kararlığı ile tanıyorsunuz.
neden danıştay sorusuna yanıt arıyorsunuz, yanıtı yukarıdaki belirttiğim çerçevenin içinde saklıdır.
türkiye'de türban sorunu yokken, bu konuyu kaşıya kaşıya günümüze taşıyanlar, bu saldırı karşısında bu gün de düşünmelidirler.
düşünerek yada düşünmeden edilen sözlerin, kurulan tümcelerin sonunun nereye vardığını görerek, bir kez daha düşünmelidirler.
yargı mensupları yerine ulemayı koyanlar, onlara danışarak hareket edenler, bulundukları makamın ağırlığını, sorumluluğunu duymaktan uzak olanlar, bu gün yeniden düşünmelidirler.
öte yandan, katilin geçmişi söylemleri üzerinden sonuca varmayı yeterli görenler, bilgi kirliği ve yönlendirmeler karşısında, düşünce pencerelerini biraz daha aralamalıdırlar.
mustafa'nın yitirilişi bizlere büyük bir acı verirken, diğer yandan hukukçuların kenetlenmesini sağladı. bu duygu seli öncesi pek önemsenmeyen birlik ve beraberliği yeniden tanımlanmasına ışık tuttu. bu cinayeti her koşulda kınayan hukukçuların, artık tek derdi var. karanlık noktaların aydınlatılması ve adaletin sağlanması.
bizler, adalet ve hakkaniyet dağıtan yönetsel yargı çalışanlarıyız. cumhuriyetin yargıçları ve savcılarıyız. en yüce değerlerimiz arasında yer alan adalet duygusu, vazgeçilmelerimizin önündedir. toplumda sarsılan adalet duygusunun, siyasal emeller doğrultusunda, korku salınarak yönlendirilmek, eritilmek istenen adalet duygusunun, mutlak gerçek yerini alacağına ben inanıyorum. sizler de inanın. şimdi gidip göreceğiz ki, mustafa hepimizden çok inanıyor.
dün bir düş gördüm
ülkemin başbakanı, danıştay'a sahip çıkıyor, türban kararından sonra, "bunlar bu gidişle evin içine de karışacaklar", "efendi bu senin işin değil, diyanetin işi", yasamada yürütmede bazı adımları atarız ama yargıdaki adımı bizim atmamız mümkün değil. açık konuşuyorum, danıştay'da bir çok engelle karşı karşıyayız." diyenleri hukukun üstünlüğünü tanımaya çağırıyordu.
ülkemin başbakanı, yargı kararlarına saygı duymayı herkesin içine sindirmesi gerektiğini söylüyor, "saldırganlığa zemin hazırlamamak için başbakan nasıl konuşmalı"nın dersini veriyordu.
ülkemin savcıları, insan onuruna sahip çıkıyorlar, soruşturmaların gizliliği konusunda büyük duyarlılık gösteriyorlardı. sabahın erken saatlerinde evlerin arandığı, anlatımların yandaş basına aktarıldığı, devlete yıllarca hizmet etmiş kişilerin gözaltına alınma sürecinde örselenmiş ruhların bırakıldığı, ceplerinde kalbi kırık ömürler ve tansiyon hapıyla dolaşmaların yaratıldığı dönemleri kınıyorlardı.
geleceğin türkiyesi soruşturmasının savcısı, insan onurunu güvence altına alan bütün kuralların, insan hakları kapsamında olduğunun dersini veriyordu.
dün bir düş gördüm
namusun, yalnızca kadınlarda bulunması gereken bir değer olmadığı; kadınlarımızın, genç kızlarımızın töre cinayetlerine kurban gitmediği; güldünyanın, şemsenin, nicelerinin adının soğuk mezar taşlarına yazılmadığı, pervasız esintili sabahlarda çocukların örselenmediği;
irk, renk, etnik köken, uyruk, din, cinsiyet yada cinsel yönelim ayrımının olmadığı; etnik ve kimlik baskısının yapılmadığı;
yaşı bir gecede büyütülüp idam edilen gençlerin bulunmadığı, "asmayalım da belgeyelim mi diyenlerin", devlet büyüğü muamelesi görmediği;
borsanın, doların, silah, ilaç sanayinin, emperyal güçlerin egemen olmadığı;
özelleştirme adı altında rant transflerlerinin yapılmadığı, cumhuriyetin özellikle son yıllarda elden çıkarılan kazanımlarının gerçek sahiplerine, halka döndürüldüğü,
korku tünelinden özgürlüğün aydınlığına çıkan, sorunlarını demokratik parlementer rejim içinde çözen, hukukun üstünlüğüne inanan bir türkiye gördüm.
bu düş obamanın düşü değil; bizim düşümüz. ulaşmak uzun soluklu olsa da, bu düşün gerçekleşeceğine ben inanıyorum. biliyorum ki, sizler de inanıyorsunuz.
şimdi, bu inancımızı bir kez daha paylaşmak üzere anıt kabire, mustafa kemal'e gidelim.
Katil maşa alparslan Aslan'ın mahkeme ifadeleri ;