tanrı kanıtının mantığı

ontolojik sancilarimin merhemi
kant efendinin kandırıcı mantıklarından biridir. öncelikle akıl zinciri ile hayallere hapsedilmiş bir tanrının neresi kusursuz? bu dünya dışı deneyimden bahsederken insan kendi zihnine ve hayallerine neden hapseder ve bu deneyimleri de yer yüzünde bırakır?

tanrının varlığına olan bir susamışlık, dünya ötesi bir tecrübedir. dünya dışına bağlı bir yaşam gayesinin zihinde oluşturduğu döngü akıldan gelmiş gibi görünebilir. bu sadece kalbe inenin görünen kısmıdır. arayışı başlatan sorular değil, inanmaya olan ihtiyaçtır. yoksa sadece tesadüf diyerek cevaplanmayan nasıl sorularını bir kenara atabilir, insan ki, cevaplanmamış soruların hepsine de cevabı bilim verecektir diyebilir. konuyu biraz farklı bir yöne çekmiş olsam da deme odur ki; kant kusursuz tanrısını mahkum etmiştir.

kant tanrının kusursuzluğuna eğilmek yerine azameti, kudreti üzerine eğilse daha sağlıklı bir sonuç elde edecekti. bana göre, tanrı kavramı için aklın sınırlarını kaldırmak gerekli olduğu için( ihlas suresi yeterli aslında da biz yine kant'ın zemininde konuşalım..) zihnin yaratabileceği hiçbir hayal bu tanrıyı tasavvur edemeyecektir. bu adete bir ön kabul. diyorsa ki sadece kusursuzdur, aklımda tanrıya yönelik böyle bir kavram var. bu kavramı açmadım ya da sadece kavramsal düzeyde tanımladım. mesela aklında geçen kusurların hiç birinin tanrıya atfedilemeyeceğini düşündü! o zaman da dünya dışında bir duyumsama söz konusu olabilir. hayallerimde derse tanrı sınırlanıyor ki sınırlanan da tanrı olamaz. çünkü hayallerde insan zihni ölçüsünde bir şeyler yaratır. bu da onlar için olağan sonuçta hz.isa'yı da tanrı olarak gören bir inanış rahatlılıkla tanrıyı hayalleri ile şekillendirmeye kalkabilir. azamet önemli! azametin sınırları sonsuza giderken tanrı kavramı bu dünyadan ve zihinlerden uzaklaşacaktır..