the crown

turuncu gemi
ingiliz kraliyet ailesinin hayatını ve o dönemki bütün politik gelişmeleri muhteşem bir senaryo ustalığı, titiz bir kurgu, dikkat çekici bir ayrıntıyla anlatan dizidir.
dizinin bütün oyuncuları ustalığını sergilemekte birbirleriyle yarışır.
izlediğim yüzlerce görsel sanat yapımları içinde, sanat yönetmenliği bu kadar ince ve mükemmele yakın olan hiç bir yapım izlemedim.

dizinin 1. sezon 7. bölümünde kraliçe, başbakan winston churchill'e anayasa kitapçığı fırlatıyor. demek ki demokrasilerde temsili otoritenin bazen bunu yapması gerekiyor. ama bu olay üzerine britanya'da dolar iki katına fırlamıyor.
turuncu gemi
beni kraliçe 2. elizabeth'in gençliğine aşık eden dizidir. hüzünlü ve güzel kraliçem, sarayı, memleketi ve bunak hükümeti idare ediyor bu genç yaşında. hepsinin üzerine bir de şaşkaloz herifi de idare ediyor.

londra beni bulsun!!!
turuncu gemi
daha önce bu ortamlarda bir çok yönden defalarca övdüğüm dizidir. lakin ikinci sezonda, büyük halkçı lider cemal abdul nasr'ı histerik bir manyak gibi göstermeleri beni çok üzmüştür. cemal abdul nasr, her zaman halklarının çıkarını gözeten vatansever güzel bir arkadaşımızdı. the crown gibi bir diziye bu oryantalist bakış açısı hiç yakışmamıştır.
bizim siyasal islamcılarımız, ekseri müslüman kardeşler geleneğinden geldiği için, nasr'ı sevmezler. zaten siyasal islam ve vatan severlik kavramları çok da yan yana gelecek kavramlar değildir.

bir de demek istiyorum ki; eyyy prens philip , sen kimsin yaaa? senin haddine mi düşmüş benim genç ve güzel kraliçemi bu kadar üzmek? altın dişin kırılsın senin it oğlu it. kraliçem insan gibi insan ki seni boğdurtmuyor. gerçi boğdurtmak falan tarzı değildir sayın elizabeth'in. genelde cinayetlerine trafik kazası süsü verir.

londra beni bul, londra beni bulsun.