the gargoyle

rene
gothik mimaride kullanılan taştan heykeller, yüzleri korkutucu olur, şeytani bir varlık imajı verirler. Bir çok fantastik konulu oyunda ve filmde düşman yaratık olarak karşımıza çıkarlar. Özellikle vampir miti konu edinen film ve oyunlarda gargoyleyi bir yerlerde dekor olarak veya şeytani bir yaratık olarak görürsünüz.
cisi gelen sanat tarihcisi
andrew davidson ağabeyimin yazdığı bu roman, okuduğum en güzel kitaplardan birisiydi.
Öncelikle, bu roman hakkında bilgi vermeden önce, kitaba başladığım zamanı da anlatmak istiyorum ben.


Geçen yılın 15 Ocak civarı, Biletimi aylar öncesinden aldım, Antalya'dan İstanbul'a dönmek için tek başıma havalimanına girdim, x-ray'den geçtim ve oturup telefonda facebook'ta takılıyorum.

Bu arada, sabah 3 uçağı benimkisi ve ben 10 gibi oradayım, yani "erken gideyim de oturur beklerim" insanıyım kısacası ben. Saatler var daha...

Neyse, saat 11 oldu, 12 oldu, 1 oldu falan derken gittim check in yaptırdım, sonra tekrar oturdum, hem şarjım bitmeye başladı,hem de canım sıkıldı. Eco ağabeyimizin Orta Çağ serisinden şövalyeler, şehirler ve katedraller isimli kitabından biraz katedral mimarisi öğreniyorum. O sırada check-in yaptırılırken türk hava yollarının bulunduğu check-in standı karıştı.

Malatya'dan gelmiş olan bir kafile, "daha ne kadar rötar yapabilir bir uçak! allah sizi kahretsin, 5 saattir buradayız!" diye bağırmaya başladı, ortalık daha da karıştı ve ellerinde ne varsa, su, ekmek, kalem, defter falan hepsini türk hava yolları çalışanı garibanlara fırlatıyorlar. hatta o kadar büyüdü ki kavga, artık millet siper almaya başladı korkudan, biliyorsunuz dış ve iç hatlar terminali antalya'nın birleşik, ayrı binalar değil. alamanlar, ingilizler, baya siper alıp "öööğ may gaaaaaaaağ! deetz söğ bılödeey!" falan diyorlar, ruslara bakıyorum onlar artık tamamen biz olmuşlar sanki, gülüyorlar kavgaya "da pıretza pıreje" falan bir şeyler söylüyorlar. Ben de yerimden kalktım, olayları video almaya başladım. güvenlikler koşuşturuyor, dış hatların oralardan "nöööööööööööğ!" nidaları yükseliyor, malatya kafilesi "*mına kodugum çocugu!" diye bağırıp su fırlatıyor, thy standı çalışanları korkudan içeriye kaçmışlar falan.

o sırada baktım olaylar yatıştı, yavaş yavaş merdivenleri çıkmaya başladım, biletimi gösterip bir sonraki x-ray geçmek üzereyken, kavganın daha da büyüdüğünü gördüm.

oranın çalışanları merdivenin ucundan olayı öyle bir izliyorlar ki, bir çekirdek çıtlamadıkları kalmış. o sırada bir amcanın yanına yaklaştım, "özür dilerim, ben de izleyebilir miyim?" diye sordum. adamcağız "tabii tabii." dedi, baktım hakikaten ortalık fena.

her neyse, hikayenin ilginç kısmı bundan sonra, orada çalışanların konuşmalarına denk geliyorum, birisi diyor ki "ya bi çocuk da kamera kaydı almış, polis onu arıyor, yasak biliyorsun, onu daha fena yapacaklar." falan.

bir an olduğum yerde kaldım. kıyafetlerimi değiştirmem imkansızdı, zira bildiğiniz üzere check in yaptırırken bagajımı da vermiştim. hemen x-ray'den geçirdim bilgisayarımı ve çantamı, uçağın kalkacağı 8 numaralı perona ilerlemeye başladım. tabii bu sırada çoktan sildim o kayıtları ve skype indirdim telefonuma.

planımı yapmıştım, d&r'a girecek ve orada bir tabureye oturup kitap okuyacak, bu sırada yüzümü gizleyecek ve uçağın kalmasına son 30 dakika kala perona koşacaktım...

ama olmadı, zira gecenin ikisinde d&r kapalıydı. tuvaletlere gitmek de istemiyordum, zira öyle bir durumda polislerin de güvenliğin de gideceği tek yer tuvaletlerdi.

derin derin bir nefes aldım. bu durumda yapılacak en harika şeyin, en az şüpheli gösterecek olanı yapmak olduğuna karar verdim ve polislerin oldugu yöne doğru ilerlemeye başladım.

2 güvenlik ve 2 polis kendi aralarında konuşuyorlardı. ben de onlar yakınlaştıklarında, ön kamerayı açtım, kendime çevirdim telefonu, biriyle konuşuyormuş gibi yapmaya başladım, gülümsedim, "tamam kapatalım hadi, ya kapatsana kızım uçak kalkacak birazdan, gerek yok karşılamana, tamam hadi babama selam söyle." dedim. kameraya doğru el salladım ve kamerayı kapattım, sonra da skype'a girdim. o sırada polisler tam önümdeydi, benim çektigimi anlamışlardı. yanıma doğru geldiler, "telefonunuzla havalimanında izinsiz kayıt almışsınız sanıyorum ki" dedi bir tanesi. diğeri sert sert bana bakıyordu, 2 güvenlik görevlisi de nefesini tutmuş bizi izliyorlardı.

"ne? ben skype'ta kardeşimle konuşuyordum, dilerseniz arama izniniz olmadığı halde size telefonumu vereyim, bakın konuşmalara. isterseniz alın gbt'ye de bakın..." diyerek kimliğimi uzattım, polislerden birisi gözlerimin içine baktı. "kayıt mayıt yok yani şimdi? aman diyim kardeşim, bizim de başımızı ağrıtırlar sonra." dedi, "yoo abicim, benden çok ingilizlere falan baksaydınız keşke." dedim. sonrası politik kısa birkaç sohbet, gülümsemeler ve "iyi sabahlar dilerim, uçağım kalkacak" diyerek perona ilerleme...

işte o gün, uçağa bindiğim ilk an, oturup çantamı açtıktan sonra içinde bana gülümseyen zebani kitabını okumaya başladım.


kitabımızın konusu şöyle: porno yıldızı bir ağabeyimiz var, bu ağabeyimiz, bir gün eğlenip kokain partisi yaptıktan sonra, viskisini pantolonunun üzerine döküyor.

kafası güzelken atlıyor arabasına, eve dönmek üzere gaza basıyor, ama gördüğü halüsinasyonlar yüzünden kaza yapıyor, arabası alev alıyor ve vücudu yanıyor, tabi viskinin etkisinden dolayı da en çok hasar alan yeri kesinlikle erkeklik organı oluyor.

ağabeyimiz yanık ünitesinde gözünü açıyor, öyle kötü ki, onu zengin eden erkeklik organı artık yok, saçları yok, yüzünün büyük bölümü yanmış, vücudu da öyle.

ağabeyimiz burada ayağa kalkmak için çırpnıırken, bir o kadar da depresyona giriyor ve ölmeyi düşlüyor. 1 hafta öncesinde yanında olan herkes, bir anda hiç kimseye dönüşüyor ve yalnız kalıyor. yanık ünitesinden taburcu oluyor, ama fizik tedavi şart bu ağabeye, yürüyemiyor, o sırada bir gün, uyandığı zaman hemen yanında, karanlıkta oturan birine denk geliyor.

bir kadın sesi duyuyor, kadın sesi ona "senin için bu son gelişim, bu kez ikinci ve son, çok güzel şeyler olacak..." diye fısıldıyor ona ve kalkıp gidiyor.

ikinci kez geldiğinde, adının marianne engel olduğundan bahsediyor, ruh ve sinir hastalıklarının olduğu bölümden kaçıp geldiğinden bahsediyor ve kendisini önceki yaşamında tanıdığından bahsediyor.


sonrası mı? orta çağın en tuhaf hikayeleri, bol bol dante ve bir o kadar da hoş bilgi elbette.