İtalyanca bir terim olan Sfumato, “fuma” (duman) sözcüğünden türetilmiş bir kelimedir ve 15. yüzyılda yağlıboyanın keşfiyle, neredeyse algılanamayacak ton ve renk geçişlerini adlandırmak için kullanılmıştır. Tonların birbiri içinde eritilmesiyle yumuşak etki yaratmayı amaçlayan bir boyama tekniği olan Sfumato, ilk kez Leonardo da Vinci tarafından uygulanmış ve 15. yüzyılın keskin dış çizgili biçimleri bu sayede belli bir yumuşaklık kazanmıştır.
Film tadında klibi eğlenceli bir havaya girmemizi sağlayan bir a-ha şarkısıdır.
Hayao Miyazaki, Japon manga ve anime sanatçısıdır. Elli yılı aşkın bir süredir animasyon dünyasının içindedir ve en yakın çalışma arkadaşı Isao Takahata ile birlikte Studio Ghibli adlı animasyon stüdyosunun kurucusudur.
(Bunları geçecek olursak kimilerimizin çocukluğunun veritabanını oluşturan (bkz:ben) BÜYÜK USTA.)
Soundtrack ları da ayrı ayrı duygu yüklüdür.
(Bunları geçecek olursak kimilerimizin çocukluğunun veritabanını oluşturan (bkz:ben) BÜYÜK USTA.)
Soundtrack ları da ayrı ayrı duygu yüklüdür.
DENİZ MEZARLIĞI
( The Graveyard By The Sea )
I
Üstünde güvercinler gezen şu rahat damın
Kalbi atar ardında birkaç mezarla çamın
Şaşmaz öğle zamanı ateşlerle yaratır
Denizi, denizi, hep yeni baştan denizi
Tanrıların sükunu çeker gözlerimizi
Bir düşünceden sonra, ah o ne mükafattır.
II
İnce pırıltıların o ne saf hüneridir
Bir seçilmez köpükte nice elmas eritir
Nasıl bi sükun sanki peyda olur o demde
Ve güneş uçurumun üstüne gelir durur
Ebedi bir davanın saf marifeti budur
Zaman kıvılcım, hülya bilmek olur âlemde.
III
Basit Minerva mabedi tükenmeyen hazine
Yığın halinde sükun, göz önünde define
Kaşlarını çatan su, bi alev perde altı
Kendine nice uyku saklayan göz, ey bana
Mukadder olan sükut... Ruhta yükselen bina
Fakat bin kiremidi yaldızlı dam, ey çatı.
IV
Bir tek ahın içinde belli zaman mabedi
Etrafımda denize bakışlarımın bendi
Çıkarım o saf yere artık bütün bütüne
Ve bütün tanrılara son adağım olarak
Asude bir meneviş dağıtır kucak kucak
Şahane bir istihkar irtifalar üstüne.
V
Nasıl ağızda yemiş zevk olup da erirse
O yokluğunu nasıl lezzete çevirirse
Varsın şekli mahvolsun, orda içime siner
Benliğimin ilerde duman olacak özü
Eriyen ruha söyler bir şarkıyla gökyüzü
Nasıl değişmededir ulu sahiller...
VI
Güzel gök, gerçek gök, gör bende değişmeyi
Ne kaldı onca gururumdan, ve hünerliyse de
Gör aylaklığımdan geriye ne kaldı şimdi
Kapıldım ışıl ışıl boşluk derinliklerine
Ölülerin evleri üzerinden gölgem geçmede
Alıştırarak beni o ince, o tüy ilerleyişe.
VII
Güneşin alevleri altında böyle ruhum
Ey güzelim adalet sana tutunuyorum
Senin o ışıktan amansız silahına
Ruhum! Getirmekteyim seni ilk durumuna
Gör kendini! Ama bil, dönüşsen de ışığa
Bir gölgesin, donuksun işte yarı yarıya.
IX
Bilir misin, yaprak ve dalların düzme tutsağı
O cılız parmaklıkları yiyen girinti
Yumulu gözlerimi kamaştıran gizler
Hangi ten çekmekte tembel sınırına beni
Hangi tutkudur o kemikli toprağa sürükler?
Bir kıvılcım tende anar yitişlerimi.
X
Örtük kutsal maddesiz bir ateşle
Bağrını vermiş şu toprak köşesine
Bayılıyorum üstünde meşaleler yükselen
Bu yere ki altındandır, taştan, loş ağaçlardan
Ne mermerler titreşir uyup da gölgelere
Uyur vefalı deniz, mezarlarımın üstünde!
XIV
Korkularına karşı elinde tek ben varım!
Pişmanlıklarım, kuşkularım, ayak bağlarım.
Hepsi de o senin iri elmasının kusuru
Ama onların o ağır mermer gecelerinde,
Ne olduğu bellisiz bir kavim bitki köklerinde
Nicedir usul usul senden yana doğruldu.
XV
Kopkoyu bir yoklukta eriyip gitti,
İçti kırmızı, kil beyaz niteliği,
Ve çiçeklere geçti yaşama yeteneği!
Nerede sözcükleri ölülerin, o senli benli
Kişisel yol yordam, tek tek kişiler nerde?
Kurt düşmüş gözyaşlarının doğduğu yere.
XX
Belki tiksinme kendimden, öz sevgisi belki,
Görünmez dişleriyle bana öyle yakın ki!
Akla gelen her ad uygun düşmekte ona;
N'olsa görüp istiyor, düşlüyor, dokunuyor!
Ben uyurken hatta, gövdemden hoşlanıyor.
Temelden ilişkindir yaşamam o canlıya.
XXIV
Rüzgar çıkıyor… Yaşamaya dadanmak gerekir!
Sonsuz meltem kitabımın sayfalarını çeviriyor.
Toz toz kayalardan fışkırıp durur sular;
Uçun, hadi uçun, göz kamaştıran sayfalar;
Yıkın dalgalar; şenlikli sularınızı akıtın.
Yelkenlerin yemliği şu rahat çatıyı yıkın!
Paul Valery
( 1871 - 1945 )
( Fransa )
( The Graveyard By The Sea )
I
Üstünde güvercinler gezen şu rahat damın
Kalbi atar ardında birkaç mezarla çamın
Şaşmaz öğle zamanı ateşlerle yaratır
Denizi, denizi, hep yeni baştan denizi
Tanrıların sükunu çeker gözlerimizi
Bir düşünceden sonra, ah o ne mükafattır.
II
İnce pırıltıların o ne saf hüneridir
Bir seçilmez köpükte nice elmas eritir
Nasıl bi sükun sanki peyda olur o demde
Ve güneş uçurumun üstüne gelir durur
Ebedi bir davanın saf marifeti budur
Zaman kıvılcım, hülya bilmek olur âlemde.
III
Basit Minerva mabedi tükenmeyen hazine
Yığın halinde sükun, göz önünde define
Kaşlarını çatan su, bi alev perde altı
Kendine nice uyku saklayan göz, ey bana
Mukadder olan sükut... Ruhta yükselen bina
Fakat bin kiremidi yaldızlı dam, ey çatı.
IV
Bir tek ahın içinde belli zaman mabedi
Etrafımda denize bakışlarımın bendi
Çıkarım o saf yere artık bütün bütüne
Ve bütün tanrılara son adağım olarak
Asude bir meneviş dağıtır kucak kucak
Şahane bir istihkar irtifalar üstüne.
V
Nasıl ağızda yemiş zevk olup da erirse
O yokluğunu nasıl lezzete çevirirse
Varsın şekli mahvolsun, orda içime siner
Benliğimin ilerde duman olacak özü
Eriyen ruha söyler bir şarkıyla gökyüzü
Nasıl değişmededir ulu sahiller...
VI
Güzel gök, gerçek gök, gör bende değişmeyi
Ne kaldı onca gururumdan, ve hünerliyse de
Gör aylaklığımdan geriye ne kaldı şimdi
Kapıldım ışıl ışıl boşluk derinliklerine
Ölülerin evleri üzerinden gölgem geçmede
Alıştırarak beni o ince, o tüy ilerleyişe.
VII
Güneşin alevleri altında böyle ruhum
Ey güzelim adalet sana tutunuyorum
Senin o ışıktan amansız silahına
Ruhum! Getirmekteyim seni ilk durumuna
Gör kendini! Ama bil, dönüşsen de ışığa
Bir gölgesin, donuksun işte yarı yarıya.
IX
Bilir misin, yaprak ve dalların düzme tutsağı
O cılız parmaklıkları yiyen girinti
Yumulu gözlerimi kamaştıran gizler
Hangi ten çekmekte tembel sınırına beni
Hangi tutkudur o kemikli toprağa sürükler?
Bir kıvılcım tende anar yitişlerimi.
X
Örtük kutsal maddesiz bir ateşle
Bağrını vermiş şu toprak köşesine
Bayılıyorum üstünde meşaleler yükselen
Bu yere ki altındandır, taştan, loş ağaçlardan
Ne mermerler titreşir uyup da gölgelere
Uyur vefalı deniz, mezarlarımın üstünde!
XIV
Korkularına karşı elinde tek ben varım!
Pişmanlıklarım, kuşkularım, ayak bağlarım.
Hepsi de o senin iri elmasının kusuru
Ama onların o ağır mermer gecelerinde,
Ne olduğu bellisiz bir kavim bitki köklerinde
Nicedir usul usul senden yana doğruldu.
XV
Kopkoyu bir yoklukta eriyip gitti,
İçti kırmızı, kil beyaz niteliği,
Ve çiçeklere geçti yaşama yeteneği!
Nerede sözcükleri ölülerin, o senli benli
Kişisel yol yordam, tek tek kişiler nerde?
Kurt düşmüş gözyaşlarının doğduğu yere.
XX
Belki tiksinme kendimden, öz sevgisi belki,
Görünmez dişleriyle bana öyle yakın ki!
Akla gelen her ad uygun düşmekte ona;
N'olsa görüp istiyor, düşlüyor, dokunuyor!
Ben uyurken hatta, gövdemden hoşlanıyor.
Temelden ilişkindir yaşamam o canlıya.
XXIV
Rüzgar çıkıyor… Yaşamaya dadanmak gerekir!
Sonsuz meltem kitabımın sayfalarını çeviriyor.
Toz toz kayalardan fışkırıp durur sular;
Uçun, hadi uçun, göz kamaştıran sayfalar;
Yıkın dalgalar; şenlikli sularınızı akıtın.
Yelkenlerin yemliği şu rahat çatıyı yıkın!
Paul Valery
( 1871 - 1945 )
( Fransa )
Hollandalı sanatçı. 15.yy Flaman Okulunun temsilcisidir. Resimlerinde yaşadığı dönemin toplumsal sorunlarını,dinsel ve politik karmaşaların yarattığı baskıları ve ruhsal bunalımları ELEŞTİREL bir dil kullanarak anlatır. Eleştirel bir dil kullanırken FANTASTİK bir anlatıma yer verir.İnsanoğlunun zayıf iradesini,işlediği günah ve suçlar nedeniyle güçsüzlüğünü,bazen de öbür dünya kavramlarıyla bezenmiş sahnelerde yorumlamıştır. 'Ortaçağ düşüncesine göre,insanların en büyük korkularını böyle açık ve net bir biçimde gözler önüne serebilen kişi bir büyücü ya da bir deli olmalıydı ; hatta belki de bizzat Şeytan'ın aracıydı.' Daha sonrasında Bosch 'un Ortaçağ a ait en kötü şeylerin temsilcisi olduğununu söylediler. Ölümünden sonraki 5 yy boyunca Bosch'u ve eserlerini yorumlayan yazarlar onun bir Şeytan İmalatçısı olarak ünlenmesine neden oldular.
Hayao Miyazaki'nin filmlerini bir yemek olarak görürsek Joe Hisaishi kesinlikle o yemeğin tuzu biberidir .
İbrahim Selim yok. YIKILDIM... Stolk Bey olmadan nasıl olacak acaba ?
en en en sevdiğimdir, sarılmanın zamanıdır , sıcacık kahvenin , arkadaşlarla üşüye üşüye sigara içmenin, çok üşüdükten sonra sıcacık battaniyenin altına girmenin ve daha nicesinin en samimi olduğu zamandır.
Geçtiğimiz nisan ayında 21 saat yol çekip Erzurum'a gittikten sonra "ingiliz çayı var mı ?" diye sorduğumuz ve dayak yemeden döndüğümüz muhterem insan. Hayatta ki amacı beni muavinlerin elinden kurtarmak olan canım arkadaşım.
Teknolojiyi kullanarak teknolojiyi eleştiren, her bölümü ayrı ayrı film gibi hissettiren canımız dizimiz . Çoğu zaman ağızları açık bıraktırdığı doğrudur.
Hüznün suyla karıştırılmış halidir...
(bkz:rakı şişesinde balık olsam )
(bkz:rakı şişesinde balık olsam )
Bir çeşit sevgi patlaması olabilir bir an her yerde o melekleri görmek istersiniz. (bkz:ben)
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
Hiçbir şey karanlık bir oda da siyah bir kedi aramak kadar zor değildir.Hele odada siyah bir kedi yoksa.
Her hafta acaba Stolk Bey bugün ne yayınlamış diye youtube a girme sebeplerimden . Öylesine samimi öylesine şapşik bir adam daha görmedim
Bu ne ya neden böyle çekmişler gözlerim kanadı diyenlerin ağzına kürekle vurdurtan, benim için bir şaheser kıvamında olan aylardır beklediğim ve sonunda bayıla bayıla izlemiş olduğum mükemmel film.
Daha nasıl öveceğimi şaşırdığım doğrudur . Sanat sever ve ilgisi olan herkesin izlemesini şiddetle tavsiye ediyorum.
Daha nasıl öveceğimi şaşırdığım doğrudur . Sanat sever ve ilgisi olan herkesin izlemesini şiddetle tavsiye ediyorum.
sonu acilde serum yiyerek biten haftalar bütünü .
Hayatımda deneyimlediğim en mükemmel duygu.Birde mırlaması yok mu sanki bebeğimmiş gibi hissettiriyor .