....Kürsülerin ortasında, oturan zatın biri ayağa kalkıp:
-Beşeriyet gelmiş! Bize bir soru soracakmış. Uygun bulursanız gelsin, dedi.
Orada bulunanlar uygun bulduklarını söylediler. Konuşma
yapan zatın emri üzerine Beşeriyet'i odaya aldılar.
"Beşeriyet" adındaki bu adam sakat ve sefil bir zavallıydı.
Üzerindeki eski püskü elbiseleri ve sararmış yüzü, meclisin durumuyla büyük bir tezat oluşturuyordu. Başkan vekili ona:
-Ey Beşeriyet! Otur, rahat et ve sorunu sor! dedi.
Fakat Beşeriyet oturmadı ve dedi ki:
-Oturmak, rahat etmek mi? Yazık! Yüzbinlerce senedir oturup, rahat edecek zamanın oldu mu diye bir sorun hele. Bir taraftan geçim derdi, diğer taraftan hastalıklar rahat etmek için vakit
mi bırakıyor? Bu kadar sefil olmama rağmen, yine de intihar edemiyorum. Ben alçağın biriyim.
Bunları söylerken hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Bu durumdan son derece etkilenen meclisi hazin bir sessizlik kaplamıştı.
Beşeriyet derin bir ah çekti ve:
-Doğru, Doğru!.. Lütfen bana söyleyin, merhamet edin. Madem ki hayattan tiksiniyorum, ama onsuz da yapamıyorum. Öyleyse saadetin ne olduğunu bana söyleyin, dedi.
Beşeriyet derin bir ah çekti ve:
-Doğru, Doğru!.. Lütfen bana söyleyin, merhamet edin. Madem ki hayattan tiksiniyorum, ama onsuz da yapamıyorum. Öyleyse saadetin ne olduğunu bana söyleyin, dedi.
O sırada başkan geldi. Meseleyi anladı ve oradakilere:
-Haydi bakalım, şu zavallının sorusunun cevabını verin! dedi.
Oradakilerin bazıları şu şekilde cevap verdiler:
Hz. İbrahim:
-Saadet; çalışıp kazanmak ve kazanılanları başkalarıyla paylaşmaktadır.
Hz. Musa:
-Saadet; nefsi, Firavun'un tutkuları gibi tutkulardan kurtarmaktadır.
Hz. Adem:
-Saadet; şeytana ve Havva'ya uymamaktadır.
Konfıçyüs:
-Bir tencere pirinç pilavına bütün lezzetleri sığdırmaktadır.
Platon:
-Daima yüce şeyleri düşünmektedir.
Aristo:
-Mantık! İşte saadet!
Zerdüşt:
-Saadet, karanlıkta kalmamaktadır.
Brahma:
-Saadet mi? Zannedilen şeyin aksidir.
Hz. İsa:
-Saadet; Maziyi unutmak, içinde bulunulan anı iyi değerlendirmek, geleceği düşünmemekle mümkündür.
Lokman Hekim:
-İnsanlar bu kelimeyi bütün dertlerini bir sözle ifade etmek
için icat etmişlerdir.
Hızır Aleyhisselâm:
-Saadet, tutkuların giremediği gönüllerde aniden görülen bir
hayalettir.
Bu sözler üzerine Buda öfke ile ayağa kalkıp:
-Ey Beşeriyet! Saadet, yok olmanın güzel isimlerinden biridir.
Nirvana! Ey Beşeriyet! Nirvana! dedi.
Sonunda Beşeriyet yorgun bir hâlde yere düşüp:
-Oooff! Hangisi? Hangisi? diye söylendi kendi kendine.
İşte o zaman Başkan ayağa kalktı ve:
-Ey Beşeriyet! Saadet, hayatı olduğu gibi kabul edip, insana
yüklediği yüklere razı olup, bunun daha iyi olması için gayret etmektir, dedi.
O sırada Beşeriyet ayağa kalktı ve:
-Ey Fahr-i Âlem Efendimiz! Beşeriyet'in dertlerini anlayan ve bunun ilacını bulan yalnızca sensin! dedi.
Gözlerimi açtığımda, boşu boşuna Aynalı'yı aradı gözlerim.
Derken yanımda bir kâğıt parçası gördüm. Üzerinde şunlar yazılıydı:
"Elveda! Kim bilir gün gelir belki yine görüşürüz."
Mezarlıkta akşama kadar ağladım...
-Beşeriyet gelmiş! Bize bir soru soracakmış. Uygun bulursanız gelsin, dedi.
Orada bulunanlar uygun bulduklarını söylediler. Konuşma
yapan zatın emri üzerine Beşeriyet'i odaya aldılar.
"Beşeriyet" adındaki bu adam sakat ve sefil bir zavallıydı.
Üzerindeki eski püskü elbiseleri ve sararmış yüzü, meclisin durumuyla büyük bir tezat oluşturuyordu. Başkan vekili ona:
-Ey Beşeriyet! Otur, rahat et ve sorunu sor! dedi.
Fakat Beşeriyet oturmadı ve dedi ki:
-Oturmak, rahat etmek mi? Yazık! Yüzbinlerce senedir oturup, rahat edecek zamanın oldu mu diye bir sorun hele. Bir taraftan geçim derdi, diğer taraftan hastalıklar rahat etmek için vakit
mi bırakıyor? Bu kadar sefil olmama rağmen, yine de intihar edemiyorum. Ben alçağın biriyim.
Bunları söylerken hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Bu durumdan son derece etkilenen meclisi hazin bir sessizlik kaplamıştı.
Beşeriyet derin bir ah çekti ve:
-Doğru, Doğru!.. Lütfen bana söyleyin, merhamet edin. Madem ki hayattan tiksiniyorum, ama onsuz da yapamıyorum. Öyleyse saadetin ne olduğunu bana söyleyin, dedi.
Beşeriyet derin bir ah çekti ve:
-Doğru, Doğru!.. Lütfen bana söyleyin, merhamet edin. Madem ki hayattan tiksiniyorum, ama onsuz da yapamıyorum. Öyleyse saadetin ne olduğunu bana söyleyin, dedi.
O sırada başkan geldi. Meseleyi anladı ve oradakilere:
-Haydi bakalım, şu zavallının sorusunun cevabını verin! dedi.
Oradakilerin bazıları şu şekilde cevap verdiler:
Hz. İbrahim:
-Saadet; çalışıp kazanmak ve kazanılanları başkalarıyla paylaşmaktadır.
Hz. Musa:
-Saadet; nefsi, Firavun'un tutkuları gibi tutkulardan kurtarmaktadır.
Hz. Adem:
-Saadet; şeytana ve Havva'ya uymamaktadır.
Konfıçyüs:
-Bir tencere pirinç pilavına bütün lezzetleri sığdırmaktadır.
Platon:
-Daima yüce şeyleri düşünmektedir.
Aristo:
-Mantık! İşte saadet!
Zerdüşt:
-Saadet, karanlıkta kalmamaktadır.
Brahma:
-Saadet mi? Zannedilen şeyin aksidir.
Hz. İsa:
-Saadet; Maziyi unutmak, içinde bulunulan anı iyi değerlendirmek, geleceği düşünmemekle mümkündür.
Lokman Hekim:
-İnsanlar bu kelimeyi bütün dertlerini bir sözle ifade etmek
için icat etmişlerdir.
Hızır Aleyhisselâm:
-Saadet, tutkuların giremediği gönüllerde aniden görülen bir
hayalettir.
Bu sözler üzerine Buda öfke ile ayağa kalkıp:
-Ey Beşeriyet! Saadet, yok olmanın güzel isimlerinden biridir.
Nirvana! Ey Beşeriyet! Nirvana! dedi.
Sonunda Beşeriyet yorgun bir hâlde yere düşüp:
-Oooff! Hangisi? Hangisi? diye söylendi kendi kendine.
İşte o zaman Başkan ayağa kalktı ve:
-Ey Beşeriyet! Saadet, hayatı olduğu gibi kabul edip, insana
yüklediği yüklere razı olup, bunun daha iyi olması için gayret etmektir, dedi.
O sırada Beşeriyet ayağa kalktı ve:
-Ey Fahr-i Âlem Efendimiz! Beşeriyet'in dertlerini anlayan ve bunun ilacını bulan yalnızca sensin! dedi.
Gözlerimi açtığımda, boşu boşuna Aynalı'yı aradı gözlerim.
Derken yanımda bir kâğıt parçası gördüm. Üzerinde şunlar yazılıydı:
"Elveda! Kim bilir gün gelir belki yine görüşürüz."
Mezarlıkta akşama kadar ağladım...