gecenin şiiri

turuncu gemi
muhteşem bir edip cansever şiiridir;

çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
ön dişleriyle belli belirsiz
bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz
evet mi hayır mı pek anlamadan.
ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız
bir tayın dişinde ince taflan
az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının
yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından
dönüp iç çekmesine gece kuşlarının.
sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan
süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların.
turuncu gemi
turkuaz

düşlerin mavi sağanağında bir gece
sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
seni nasıl sevmeli?

i̇peksen çıldırır yüzlerce tırtıl kıvrımı
suysan tutulmaz bir uçarı nem
gülüşsen tam ortasından parçalanan bir çelik
seni nasıl sevmeli?

düşlerin mavi sağanağında bir gece
soluğun soluğu susturduğu afganistan

karanlık kayalarda saklı turkuaz
kuytu mağaralarda gizemli bir fısıltı
ateşi üfleyen dudak kadar kırılgan
her damla terin pusata dönüştüğü
dünyanın gözyaşı ve isyan.

toprağa gömülmüş kesik kollu bir heykel
renk, ses ve tatlarla yıkılan idol
akılla duygu ve çatışma ve cansıkıntısı
en ince ayrıntılarla yeniden yaratılan
çağdaş bin tanrı... bin tanrı daha.
seni nasıl sevmeli..?

i̇nsanın insanı doğurduğu bir öğle vakti
- kil ya da kaburga kemiğinden değil -
mermer serinliğinden
bir ırmak akışından
kuşların ötüşünden
ışık selinden
insanın insanı doğurduğu...

sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
turkuaz nerden ulaşır çarşılara bilmeden
sorgulamadan geçitsizliği
seni nasıl sevmeli?

düşlerin mavi sağanağında bir gece
anladım ne zaman düşürdüğümü
göğsünde ürküntüsüz tek denizi taşıyan
o güvercini.

dağları da yitirdim
vitrinlerle kuşatılmış bir şehrin
salgınına kaptırıp kendimi.

kimbilir kaç kadından birikmiş turkuaz
güneşin tutsak yanı
seni nasıl sevmeli..?

zerrin taşpinar
turuncu gemi
Günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni,
Kim bilebilir ki kimi, neyi eskittiğini?
Ben ne kadar önemserdim kendimi, hay Allah!
Sen ne kadar kumraldın aynalarda, hay Allah!
Temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa,
Gel bağışlayalım birbirimizi...

Turgut Uyar
turuncu gemi
Yanyana Dalgınlık - Melih Cevdet Anday

Gözlerine bakıyorum
Denizden çıkarılmış bir tabaktaki kuş resmi
Dağınık köy evleri gibi orda burda
Sepetteki sümbül soğanı gibi gölgeli

Yüreğimiz öylesine aşmış ki düşüncemizi
Yarışı başlatan tabanca sesi gibi
Dudaklarımız koşuya çıktıktan sonra
Duyuyoruz söylediklerimizi
turuncu gemi
baba bana bağırma

yol ıslanmasın diye
şemsiye açanlara...


baba bana bağırma
bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan
kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun
kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler
tenorlar kaçtı ses tellerinden
çevreye saçıldı yavru diktatörler
seni ne sopranolar istedi de vermedik baba
baba bana bağırma
bayrak direklerine konan kartalları anlat
uzun uzadıya
nasıl da göremediler avcıları
o keskin gözleriyle vah hah ha
şans yıldızlara özgü bir yalan baba
yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız
savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna

yalanları yazdım defterime hiç unutmadım
radyasyonu radyo istasyonu sanan bakanları
çiğleri, meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen
doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların

hiç unutmadım
sakallarını yüzlerinde
yüzlerini sakallarında unutan adamları
ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını
uğur mumcu'yu biz yapan bombanın

hiç unutmadım
uzak yakın tüm tuzakları baba
yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen
bir gam ağacısın
kar yüküne dayanamayıp kırılan
ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin
geri getirmediler
güneşin başına gelenleri
biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba


baba bana bağırma
bir kulağımdan giriyor sözlerin
öbür kulağımı tıkıyor
buenos aires'te olsaydım diyorum içimden
eva'nın peronunda
karanlıktan kuşlar çalan bir tren
bir bıçak kaçağı
tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte
ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
burada
bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde
burada, tam karşında
hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman
hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi
yol alırdı saatler
karılarının namuslarını dillerinde saklayan
adamlar vardı bir taraflarda
televizyon kanallarında yitirilen çocuklar
gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar
ve depolara indirilen lenin heykelleri vardı
sovyet rusya'da
kafandaki duvarları
niye cebine koymuyorsun sen baba


baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
bir posta puludur dünya
bir karadelik yutana kadar uzayda bizi
asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen
söylemenin tam sırası
ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin
partiler getirdi baba
ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
bir yaşamlık kaygı duruşundayım
yakın tarihimiz için


baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir
nereye kadar gidebilir
bana bağırma baba
kendine bağır
yoksa her şey bitebilir

akgün akova
turuncu gemi
“Çiçekli badem ağaçlarını unut.
değmez,
bu bahiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
ıslak saçlarını güneşte kurut
olgun meyvelerin baygınlığıyla parıldasın
nemli, ağır kızıltılar…
sevgilim, sevgilim,
mevsim
sonbahar…”
turuncu gemi
yırtarak geçiyor kalbimizden
hayatı da törpüleyen zaman

şuramızda birşey var
acıya benzer
umuda benzer
böyle günlerde herşey
hem acıya, hem umuda benzer

gün ölümle başlatıyor hayatı
her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor
her sabah ölümü anlatıyor gazeteler
sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf
yeni bir cinayetin rontgenini çıkartıyor gövdeme
beynim sabırla keskin
iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını

bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir
gelirsede bilinir nerden ve nasıl
böyle ölümün yücedir adı
ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası
çünkü ölümün kanıdır besleyen
bir başka baharın tohumlarını
şuramızda birşey var
bizi onduran birşey
acıya saran
umudu kuşatan

kalbim: kalbim mi desem
var kalbim :yaşayan ben
hayatla, ölümle, cinayetle
gazetelerle, radyolarla, eski üniversitelilerle
eski prof hocalarla
yaşayan ben :geç mi kaldık/ kabul edemem
ah benim sevgili annem
oğlun da elbet yurtseverden
birgün bırakır da sizi yüzüstü
yüzüstü değil :elbette bizüstü
bırakırda kötü sarmaşıkları, yaban güllerini
bırakır da sekizyüzlük hırtları,şunları bunları
giriverir senin sıcacık kucağına
yani hem sana karşı, hem senin için
giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına
ölüm mü dedin annem
ölüm senin gibi güzel annelerin
senin gibi güzel çocuklar feda etmiş
o tarih atlasında
bir kırmızı gül olur ancak
koksun diye çocukların bahçesi

şuramızda, tam şuramızda
kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da
bizi yaşatan
günler perişan

Arkadaş Zekai Özger
4 /