gecenin şiiri

turuncu gemi
Akşamüstüne doğru, kış vakti;
Bir hasta odasının penceresinde;
Yalnız bende değil yalnızlık hali;
Deniz de karanlık, gökyüzü de;
Bir acaip, kuşların hali.

Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;
-Akşamüstüne doğru, kış vakti -
Benim de sevdalar geçti başımdan.
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
Zamanla anlıyor insan dünyayı.

Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
Kötülükten gayri?

Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.
turuncu gemi
Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde,
Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!
Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde,
Sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde!

Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,
Hulyâ gibi yalnız gezinenler köye indi,
Ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi,
Gönlümle, hayâlet gibi, ben kaldım o yerde.
turuncu gemi
göz göze değilse bile yan yana seninle
bir akşamın
utançları perdeleyen sessizliğinde
gel seyrine koyulalım
birlikte koşturduğumuz bütün yolların
hani güneşle yükselip göklere
coşku saçan uçmaların ve çoğalmaların
gel seyrine koyulalım birlikte
bıçaklaşırken kağıt kağıt yırtılan
ve gittikçe sancılaşan tavırların

geçmişin umutsuzluk doğuran gecelerinde
sönmeden yanan kim
sonuçsuz sevinç ateşlerinde
tutuşmadan küllenen ve kaybolan kim
dünyanın bütün dil bahçelerinde
iki tek sözcük dolaşıyor yalnızca dilinde
hırs ve para
birinin
diğerinde kaybolduğu ihanet şarkısı
yüreği alıp mühürleyen
ve onurun
ölümüyle bütünleyen iyileşmez bir yara

varsın küllenen yürekler utansın
ne aşk giriyor artık sözlerine
ne dostluk
ne de inancımız olan kavga
konuştukça sayılar doluşuyor bakışlarına
konuştukça ayak oyunları
yalanlar
ve kurt dumanlı havaların

ben yine sevinçten ve coşkudan yana
bildikleri gibiyim dostların
iki çiçek büyütüyorum
yaz göğünü kucaklasın penceremde
bir gürültülü kokusuyla fesleğen
bir de haykıran moruyla menekşe
suladıkça diyorlar bana sessizce
aşkı tutsak edersen cüzdanlara çeklere
suların ışıklı türküsünü
bir daha taşıyamazsın çiçeklere

adnan yücel
turuncu gemi
ve nihayet ikimiz

kaçtığımız aşkların toplamıyız

sokakta yaralı bir it koşturuyor

iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç
milyon yıldır tutmadın ellerimi. benimle çıkmıyorsun
bu yolculuğa. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim.

bu resimden çıkıp gidiyorum. seni isteyen yanım
ölümsüz yanımdır. bulutsuz da yağan nedir? şimdi
öğreniyorum ki, gözyaşı! bu resimden çıkıp
gidiyorum. seni isteyen yanım aşk yanımdır.

babam romantik bir aşiret savaşçısıydı. çapraz fişeklik
duyardım yüzümde ona sarıldığım zaman. sonrası
jandarmalardı. ağıt kadınlardı. mezarlardı. o gün
bugündür sayrıyım. çünkü insan öldüğü yaşta kalır.

babam elin eskilerini giyerdi. ben bu yüzden ezik
olurum bayram sabahlarında. yani bir sömürgede
doğan kırılgan olur. çünkü insan öldüğü yaşta..

sokaktan askeri konvoylar geçiyor
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon
yıldır tutmadım ellerini. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim.

yaşadığım yitirdiklerim oluyor hep. oysa tuttuğum
elleri bırakmıyorum. sonra korkuyorlar hasletimden. ne
denli sevgiye değer olduğumu söylüyorlar. gidiyorlar
sonra. ve biçimlendiremediklerimiz biçim oluyor bize.

ve sen haftanın deniz ertesi günleri geliyorsun. bir çizgi
diyorsun. bir çizgideyim. sağım nere solum nere bilmiyorum..
seni şiir duraklarına bırakıyorum o zaman. güleç kalıyorsun.
dudakların kırışıyor kenarlarından. ellerin, minnacık
ellerin morarıyor. küçük küçük adımlarla gidiyorsun -sanki-
içimden. bir şiir durağından biniyorsun. zaten yorgunsun.

ben sancıyla kıvranıyorum geceleri sayrı bir yatakta. terli
terli seni içiyorum. çünkü yüzüme bakınca seni görüyorum.
çünkü yorgunsun.

parçalı bulutlu şiirler okuyorum sana. şiir gibi bir çiselti
başlıyor sonra. kanayan bir yara; yalnızlık. çıkıp kanıyorum.
çıkıp sokakta..

sokaktaki bütün kedileri eziyorlar
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç
milyon yıldır tutmadın ellerimi. ve ben sırf
bu yüzden ezilebilirim.

biz emeklerken sevmeyi öğrenmede, kolumuzdakiler
düşüyor. ki ölenler zafere en çok yakışanlardır! ki
ölenler zafere en çok yaklaşanlardır! oturup tuhaf
ağıtlar yakıyoruz onlara. ve söz veriyoruz yarını
kurtaracağımıza. ama yarına ertelemekle bugünü
yitiriyoruz zaten. ve zaten yenik sayılırız yaşamakla!

en gizli yerimize çağırıyoruz acıyı. ve hep yenik
düşüyoruz, çağırmakla!

sulara benziyorsun bu yüzden. sular ki dinginliğe
gelir ancak. ısınırsa uçar, soğursa kaskatı kesilir
teninden. sulara benziyorsun kapılmaya gelmez.
sulara.. bildik sulara..

sokaktan telsiz sesleri geliyor
iki buluşmadır koluma girmiyorsun ve birkaç milyon
yıldır tutmadım ellerini ve ben sırf bu yüzden kaybedilebilirim.

ihmal edilmeyen telefonlar bekliyorsun, dakik ve
ilgi dolu. anne oluyorsun bütün âşıklarına. ve
çocukların oluyorlar bilmeden. ve bu resimde
kalmayı bu kadar çok isterken, çekip.. çıkıp
gitmeli diyorum.

insanlar çoğalıyor etrafımda. sen yoksun.
ıssızlığımdan anlıyorum. çook uzakta oluyorum
onlar konuşurken. derken gece başlıyor. çayları
ödüyorlar ve bir parçamı alıyorlar karşılığında.

ve sen haftanın deniz ertesi günleri
geliyorsun. her aşk, yaşayamadıklarımızın
özetidir diyorum. gülüyorsun.

seni daha önce öpmüş olmalıyım. yoksa nasıl
bulurum yüzünde gülen ağzının yerini.

sokakta ölümsüz yanından yaralıyorlar birini.
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç
milyon yıldır tutmadın ellerimi...
turuncu gemi
ı-
bir tezgahtar parçasıyım ben
üç kuruşluk acıya müdahale edemem
kanatlarımda sigara yanıkları
gül diye okşadım onu yıllarca
sen istersen derdim müşterilerime
sen istersen kalbimin hepsi de melek olsun
inanırdım bazen bir kase bal bile umutsuzdur.
gül tutan bir adam aradım yıllarca
rakamlar büyür, şehir küçülürdü.
vazgeçtim, vazgeçtim sonra
beni anneme götürsün bindiğim bütün taksiler.
kalbim neden isli bir şehir?
kalbim! neden ben?
bir tek aşk sözü söylememiş gibiyim.

ıı-
bir tezgahtar parçasıyım ben
kendime alıştım bodrum katlarında
geceleri yokluğum karşıladı beni
kuru yapraklar sererdi merdivenlerine
viks sürdüm burnuma, coca-cola içtim
ağlamaklı oldum kaç kere çilek reçeli yüzünden.
büyülendim sibel can çalınan taksilerden
büyülendiğin şeyler,
büyülenmediğin şeyleri döverdi bilem.
neden sen böyle çocukluk resmiydin kalbim?
kendime alıştım bodrum katlarında
artık bir karanlık bağımlısıyım.
kezzap attı yüzüme sokak lambaları
tenekeden bir aydınlıkla kestim
hayatla ilgili bütün bağlarımı
hazırım ben
bir anne ismine bağlamayı her şeyi:
füsun...

ııı-
acıklı sözler kraliçesiyim ben
yağmur bir daktilo kız kadar hızlı
hızlı daha hızlı
fazla vaktim kalmadı
artık ifadem alınmalı.
asaletim de sizin olsun baylar, rezaletim de!
beni bir sutyen lastiğiyle asın.
inanın kendimin
"yokluğunda çok kitap okudum"
bana birkaç hayati meseleyi ödünç ver kalbim
görüş günlerinde seninle konuşabilmem için.
kalbim neden ben?
sırf sevinsin diye seni bir kere bile
elinden tutup parka götürmedim.

ıv-
melankoli ve kolonya şişesi
kalbim ile izmir aynı şey mi?
boyunlarında simsiyah birer halka
kumruların hepsi de dişi mi?
gugukguk yusufçuk
nerdesin? burdayım.
bekleyin, bekleyin geliyorum!
melankoli ve kolonya şişesi

hayatımın üstünde imkansız kuşlar uçuyor.

v-
kalbimi bıraktım bir yanıbaşımda
kanatlarımda hep böyle yalnız başıma
son şiirimi de kaybettim.
kalbim! neden ben?
son çocukluk resmimi de bir yabancıya gönderdim.
turuncu gemi
Beni yokluğunla eğitme,
Beni çıldırtma,
Beni kahretme…
Ben ne olduysam,
Sebep güzelliğindi.
Nereye vardıysam,
Seninle birlikteydim.
Sana alıştım diyorum,
Sensiz yemekler zıkkım,
Anla biraz.
Sensiz susuzum, açım,
Sensiz yaşamanın tadı yok,

Gel artık ,
Sana muhtacım .
turuncu gemi
erenköyü'nde bahar

cânan aramızda bir adındı,
şîrin gibi hüsn ü âna unvan,
bir sahile hem şerefti hem şan,
çok kerre hayâlimizde cânan
bir şi'ri hatırlatan kadındı.

doğmuştu içimde tâ derinden
yıldızları mâvi bir semânın;
hazzıyla harâb idim edânın,
hâlâ mütehayyilim sadânın
gönlümde kalan akislerinden.

mevsim iyi, kâinât iyiydi;
yıldızlar o yanda, biz bu yanda,
hulyâ gibi hoş geçen zamanda
sandım ki güzelliğin cihanda
bir saltanatın güzelliğiydi.

istanbul'un öyledir bahârı;
bir aşk oluverdi âşinâlık...
aylarca hayâl içinde kaldık;
zannımca erenköyü'nde artık
görmez felek öyle bir bahârı.

yahya kemal beyatlı
turuncu gemi
ben acılar denizinde boğulmuşum
işitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını
dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni
duyarım yosunların benim için ağladıklarını

ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını
bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
bütün gemiler söndürmüş ışıklarını

ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma
sularım tuzlu, sularım zehir zemberek
baksana;herkes içime dökmüş artıklarını

bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa
bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse
yılların içimde bıraktıklarını...

ümit yaşar oğuzcan
turuncu gemi
Pencerede saksılarım var benim de;
Kurulmuş asma bahçem göğün maviliğinde
Acep neden sade yaz günleri taşır
Bir demet çiçek gibi sevgilim.
Çiçekli bir şemsiye elinde?

Ah! Güzel şeyler düşünmeme rağmen
Muttasıl ağlamak geliyor içimden.

Oktay Rifat
turuncu gemi
gözlerin ipekyoludur ömrümün
akasya yüklü kervanlar geçer
çan sesleri arasında bir fener
yanar söner yanar söner yanar söner
gözlerin ipekyoludur ömrümün

kentin en kalabalık yerlerinde
dört nala koşan bir at gibi
çılgınlığa akan yalnızlığa ölüme
yazılmış şiirleri yeniden yazmak bütün
hayatı teğellemek yepyeni bir güne
ve sonra sökmek uzun uzun

gözlerin ipekyoludur ömrümün
yalnızlıktan gelir yalnızlıklara gider
düşülür her şeyin altına bir tarih
soluksuzum günlerdir geceler uzar
yaşamak dünyayı ödüllendirmektir artık
kendimi öldürdüğüm yerlerde beni kan tutar

başıma gelecekleri bile bile yürürüm
hilton oteli'nde hu çekerim huu...
işte hırkam ben de bir dervişim
asamı vestiyerde bırakmak zorunda kalırım
nescafeyi konyakla kardığım günler gecelerdir

bakarım gözlerine eğnim silkelenir
döktüğüm acılar yıllar kederlerdir
alnıma bir avuç tuz atılır düşünemem
konuşamam ağlayamam bağıramam
neden gece her gecenin ardından gelir

gözlerin ipekyoludur ömrümün
gözlerin tarihçesi yaşayıp öldüğümün
ıhlamur ağaçları altında bir saraybosna hatırası
sen ben ve deniz bir de rüzgarın örttüğü gençliğimiz
sen ben ve deniz. sen ben ve deniz..
turuncu gemi
yalnızlık

şemsiye yapımcıları
ıslanmaktan
tek kişiyi koruyacak genişlikte
kesince kumaşları
yağmur değil
yalnızlıktır yağan

daha da hüzünlendirir her gece
kentin sokaklarını
bekçinin nefesiyle
düdüğün içinde dönen
nohut taneciğinin
yalnızlığı

ne çok sevinirim bilseniz
bir yılan
mezarıma girerde
göğüs kafesimin kemikleri içinde
kış uykusuna
yatarsa

sunay akın
turuncu gemi
altı satır

bana dengeden söz edecekseniz
durun, bir kaya alayım yerden

bana geçmişten söz edecekseniz
bırakın sarınayım düşlere

ama insandan söz edecekseniz
işte çırılçıplak karşınızdayım

mehmet taner
turuncu gemi
balkon

kuşları öldürmezdim pençelerim olsaydı bile
zaman zaman gelir sevincimizi artıran melek
bizi de ısıtır yoksulları ısıtan güneş

yüksek yaptılar evlerinin balkonlarını
birbirinden üstün olmak isteyen ahâli
güneşi yağmuru geçirmez kara şemsiyeleri

hüseyin avni cinozoğlu
turuncu gemi
ara sokak

gözlerim kan denizi,
geleceğe sıçrıyor geçmişteki sızı.

bir lokma bir hırka olmasa da olur,
insanoğlu ancak acılarla yoğrulur.
dost, düşman yanyanalaştı;
tırafiği zor bir çamur kavşaktayız:
yaşamak geç, ölüm dur!

cahit ırgat
turuncu gemi
muhteşem bir ismet özel şiiridir;

sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
seni çünkü dik tutacak bilirim
kabzenin, çekicin ve divitin
tutulduğu yerden parlayan şiir.

zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı
sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan
acılar bile duymadım kof yürekler önünde
beynim her sabah devrimcinin beyniydi
ayaklarım donukladı gelgelelim
sağlığın yerinde mi?

yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
halkın doğurgan dünyasına dalmakla
onların güneşe çarpan sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşmazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?
boşuna mı sokuldu bankalara
petrol borularına kundak
kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak
bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir
ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
sevgiyle hatırlansa bile hatta.

köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün devrimcilerin çektikleri
biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama budandıkça fışkıran da bizleriz
ölüyoruz, demek ki yaşanılacak...
turuncu gemi
bu anıyı anlatmak isterdim...
ama nasıl solgun... hiç bir şey kalmamış gibi-
çünkü uzaklarda gömülü, ilk gençliğim yıllarında.

yaseminden gerilmiş bir ten...
o
ağustos gecesi? ağustos muydu? - o gece...
yalnız gözleri hatırımda hayal meyal; gözleri, sanırım
maviydi...
evet, evet mavi, gökyakut mavisi.

çeviri: barış pirhasan

konstantinos kavafis
turuncu gemi
Balıklar için deniz lazım,
Sevişmek için işsiz olmak
Ve geceleri yatakta
Duymamak için tabanların sızısını
Zengin olmak lazım.
Halbuki ıslık çalmak için
Birşey lazım değil.

Melih Cevdet Anday
turuncu gemi
ayırmışlar seni benden
aramızda cam bölme
biliyorum ordasın sen
şu camın arkasındasın
şu incecik
şu zavallı
renkli camın ardındasın
yapayalnızsın

uzanmışsın soylu çıplaklığınla
ama çıplak değilsin
pembesin
yeşilsin
morsun
kızılsın
saçlarınla oynuyorsun durmadan
sabah kesip kısa kısa
akşam uzatıyorsun
gözlerinle oynuyorsun durmadan
gözyaşın değişmiyor
gülüyorsun pencereden sokağa
kuytuda ağlıyorsun
bekliyorsun ağlayarak
o mavi kuşu

biliyorum
biliyorsun dilini duvarların
kapıların karanlığa kapanışını
gece köpek seslerini yolcu uçaklarını
filmin öbür yarını
sonun ardını
çiçekli balkonların gizli yanlızlığını
aşkın kedi çığlığını ıslaklığını
içkinin yasalara amansız düşmanlığını
duyuyorsun
biliyorum
yaşıyorsun çırılçıplak
ama işte ardındasın şu camın
kozanın içindesin
saçlarınla oynuyorsun durmadan
gözlerini boyadıkça artıyor dalgınlığın
bekliyorsun
biliyorum
bekliyorsun ağlayarak
a mavi kuşu

bense öbür yüzünde zavallı camın
vangölü'nün karanlık sularını çılgınca
çılgınca kulaçlıyorum kavuşmak için sana:
-tamarraaaa
ah tamarraaa
güzel tamarraaa!

bitmiyor su
bitmiyor su
kıyı kaçıyor
çığlıklarım karışıyor karanlık dalgalara

varıyorlar bizden sonra seninle bana
anlıyorlar bizden sonra seninle beni
sen bir avuç barut külü bir yanda
ben bir avuç ateş külü bir yanda
durur küller arasında yalnız ve uzak
o incecik
o zavallı
cam bölme.....

hasan hüseyin korkmazgil
turuncu gemi
günde içimden bir yerlerden 16-17 defa okuduğum şiirdir. çalışırken bile insanlar yüzüme bakıp bir şeyler anlatırken o an içimden bu şiirin okunduğu olur. ama bilmezler. bilseler de bir bok anlamazlar zaten. ankara'dan 600 km ve 2.5 yıl uzakta etimde bir mangal gibi okunuyor bu şiir.

tekmil ufuklar kışladı
dört yön,onaltı rüzgar
ve yedi iklim beş kıta
kar altındadır.

kavuşmak ilmindeyiz bütün fasıllar
ray, asfalt, şose, makadam
benim sarp yolum, patikam
toros, anti-toros ve asi fırat
tütün, pamuk, buğday ovaları,çeltikler
vatanım boylu boyunca
kar altındadır.

döğüşenler de var bu havalarda
el, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
ümit, öfkeli ve mahzun
ümit, sapına kadar namuslu
dağlara çekilmiş
kar altındadır.

şarkılar bilirim çığ tutmuş
resimler, heykeller, destanlar
usta ellerin yapısı
kolsuz,yarı çıplak venüs
trans-nonain sokağı
garcia lorca'nın mezarı,
ve gözbebekleri pierre curie'nin
kar altındadır.

duvarları katı sabır taşından
kar altındadır varoşlar,
hasretim nazlıdır ankara.
dumanlı havayı kurt sevsin
asfalttan yürüsün aralık,
sevmem, netameli aydır.
bir başka ama bilemem
bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat
kalbim, bu zulümlü sevda,
kar altındadır.

gecekondularda hava bulanık puslu
altındağ gökleri kümülüslü
ekmeğe, aşka ve ömre
küfeleriyle hükmeden
ciğerleri küçük, elleri büyük
nefesleri yetmez avuçlarına
-ilkokul çağında hepsi-
kenar çocukları
kar altındadır.

hatıp çay'ın öte yüzü ılıman
bulvarlar çakırkeyf yenişehir'de
karanfil sokağında gün açmış
hikmetinden sual olunmaz değil
"mucip sebebin" bilirim
ve "kafi delil" ortada...

karanfil sokağında bir camlı bahçe
camlı bahçe içre bir çini saksı
bir dal süzülür mavide
al - al bir yangın şarkısı,
bakmayın saksıda boy verdiğine
kökü altındağ'da, incesu'dadır.
turuncu gemi
özleyen

gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde,
sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!
dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde,
sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde!

akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,
hulyâ gibi yalnız gezinenler köye indi,
ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi,
gönlümle, hayâlet gibi, ben kaldım o yerde.

yahya kemal beyatlı
turuncu gemi
aynı zamanda büyük müzisyen ahmet kayan muhteşem şekilde bestelediği cam kırığı hissiyatında nazım hikmet şiiridir;

saat 21'i vuranda
burada kan panalar çalardı
burada…
burada hasret ve dert
sen nerdeydin?

bugün…
bugün görüş günümüz
herkes geldi, sen nerdeydin?

aynı daldaydık
aynı daldaydık
aynı daldan düştük ayrıldık
aramızda yüzyıllık zaman
yol yüzyıllık.

tam yüzyıl..
tam yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli
gözlerin içimde durmayalı.
dokunmayalı sıcaklığına karnının
tam yüzyıldır bekler beni bu şehirde bir kadın
aynı daldaydık
aynı daldaydık
aynı daldan düştük ayrıldık
aramızda yüzyıllık zaman
yol yüzyıllık.
turuncu gemi
eriyen adam

gözlerim gözlerinde dinlenirken eriyor,
eriyor yaklaşırken dudağına dudağım.
zerrelerim çözülmüş gibi sesler veriyor,
ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım.

yanında damla damla bittiğimi duyarım,
yoklarım yerinde mi yüzüm,alnım,saçlarım?
bir göğüs geçirerek derim ki:'yine varım,
fakat bir rüya gibi şimdi kaybolacağım'

bir gün,için içimde neyim varsa alacak,
varlığım bir su olup kabından boşalacak,
benden nişan olarak kucağında kalacak
boş bir yığın:elbisem,gömleğim,boyunbağım.

faruk nafiz çamlıbel
turuncu gemi
göğsün papatya tarlası
ah, sarardın beni
sevgilim, sevgilim
kolların nerde şimdi

kirpiklerinin ucuna
asmıştım yüreğimi
mavisinde yittiğim
gözlerin nerde şimdi

bilgeceydi dostluğun
sevgiydi sunduğun
yıldız gözlüm, gündüzüm
ışığın nerde şimdi

turgay fişekçi
turuncu gemi
bu ne çoğul yaşamak yeryüzündeki
bu ne kırmızı yüz kere kırmızı
bu ne mavi bin kere mavi
bu ne karanfil bu ne yoğun karanfil böyle
bu ne zulüm işkence
bu ne ölmezlik insandaki

edip cansever
3 /