indolentexistence

leonidass
hoşgelmiş yazardır.
espriden anlayan, gereksiz alınganlıklarda bulunmayacak biri gibi görünüyor.
arkadaşlar sözlüğün barajını ve müzesini gezdirsinler.
kozmos
tam da sen bilir kişi misin sen uzman mısın sen kimsin lan diye afakanların bastığı sırada aklıma geldi girdilerini google'da aratmak.. bir de ne göreyim..
Senelerdir sözlüklerde, forumlarda ve bloglarda yazarlık yaptım, renk renk, çeşit çeşit insan gördüm, gördük hepimiz ama, böyle bir kişilik nadir gelir dostlarım. Zira kendisi Kamu spotu kıvamında bir kişilik.(bu kavram yazının sonunda değişecektir)
yarattığı intihale ekşi'den 2-3 kişide rastlamıştım sadece. Arakladığı girdilerle yarattığı persona bütününe işlemiş. Uzatmayayım Doluşun.
*
10.01.2019 tarihinde yazdığı klasik müzik girdisini de, doğan günay'ın aynı günde yazdığı bir yazıdan çalmıştır.

''şu son günlerdeki tartışmaları duyunca yıllar önce okuduğum bir kitabı anımsadım. cezayir'in fransızlardan kurtarılmasında önemli bir işlev gören ahmed ben bella diye zat-ı muhterem var.

onun anıları türkçeye çevrilmişti. kütüphanemde bulamadım. bulsaydım ilgili yeri sizin için yazacaktım. o kişi diyor ki, "her müslüman mutlaka john sebastian bach dinlemeli, mutlaka güzel sanatlarda kendini yetiştirmeli". yani müslümanın belli bir güzelduyusu (fr. esthétique) olmalı diyor.''
*
19.03.2019 tarihinde yazdığı yatırım aracı olarak filantropi girdisinin tümü 05.09.2016 tarihinde bülent tanju adlı biri tarafından manifold'da yazılmış ve kaynak gösterilmeden kaynağından çalınmıştır.

''Kullanım değerinin öngörülemeyen sonucu olarak ortaya çıkan “öteki”ne ya da öteki türlere yönelik bir diğerkâmlık, asla gündeme gelmemeli. Buna karşılık, meta pazarının serbest akışkanlığını çoğaltacak, bu sıvıya yeni malzeme —yani yeni meta— katma potansiyeli olan ve fakat gelişmek için sermayeye gereksinen her inovatif girişime yapılması yüreklendirilen “yardım”, bu türün filantropi anlayışıdır: Filantropik yatırım. bir yandan teknoloji ve yapay zekânın gelişimine, öte yandan ise söz konusu gelişimin ulaşacağı varsayılan geri dönüşü olmayan teknolojik noktadan [technological singularity] sonra ortaya çıkacak insan-sonrası [posthuman] varoluşa yapılan bir yatırım.''
*
18.03.2019 tarihinde yazdığı reality tv girdisini, 16.01.2019 tarihinde şebnem baran adlı biri tarafından manifold'da yazılmış ve kaynak gösterilmeden kaynağından çalınmıştır.

'Gerçeklik' kavramına atıfla ismini alan bu tür 1960 ve 1970'lerde popülerlik kazanan belgesel gerçekçilik dalgasıyla ilişkilendirilebilir. Kaliforniyalı bir ailenin, ABD'ye yayılan hayatını izleyen An American Family belgeseli bu bağlamda akla ilk gelen örneklerden. Fakat, günümüzdeki şekliyle reality TV, 1990'ların sonunda artan özel kanalların ucuz içerik arayışına cevap olan bir program türü. Özellikle Hollanda ve İngiltere menşeli formatların başarısıyla tanınan ve küresel popülerlik kazanan reality TV programları, profesyonel oyuncu ve yazarların kullanılmadığı düşük bütçeli yapımlar. Az masrafa çok izleyici kazanan Pop Idol ve Big Brother —bizde uyarlanan isimleriyle Pop Star ve Biri Bizi Gözetliyor— ile başlayan bu furya pek çok benzer formatla tüm dünyaya yayıldı.
*
11.03.2019 tarihinde yazdığı delilik girdisi, 08.09.2017 tarihinde aysu arıcan adlı biri tarafından manifold'da yazlmış ve kaynak gösterilmeden kaynağından çalınmıştır.

Deliliğin, biz adını koydukça, sınırlarını çizdikçe, kategorize ettikçe kaçan bir yanı olduğunu düşünüyorum. Öte yandan toplumların delilik ve deliler üzerine geliştirdiği söylemler ve pratikler daha rahat analiz edilebilir. Michel Foucault'nun ipuçlarını takip ederek güzide memleketimizin kolektif belleğinde delilerin izini sürmem bu sebeptendir.2 'Deli kimdir?' gibi basit bir sorudan yola çıktığımda aklıma ilk düşen çocukluğumdaki sokaklardan hayal meyal hatırladığım 'mahallenin delisi' figürüydü.
*
20.03.2019 tarihinde yazdığı yemek girdisi, 25.08.2016 tarihinde ezgi tuncer adlı kişi tarafından manifold'da yazlmış, ancak kaynak gösterilmeden kaynağından çalınmıştır.


“hem kullanım değeri olan bir nesne, hem de fetiş değeri olan bir meta olarak yemeğin de gösteri üretebileceği keşfedildi; bir başka deyişle, meta-fetişizmin sürekliliğini arzulayan kapitalizm, bu sefer de tüketiminin bitmeyeceği bu nesneyi başrole çıkarttı ve parlattı.
özellikle medya üzerinden —tv kanalları, yemek programları, bloglar, instagram hesapları, sosyal medya grupları, gazete ve dergiler vs.” https://www.academia.edu/…a_spectacle_and_foodwaste
*
20.03.2019 tarihinde oruç hakkında yazdığı girdi, 30.01.2017 tarihinde ezgi tuncer adlı kişi tarafından manifold'da yazlmış ancak kaynağı gösterilmeden çalınmıştır.

“açın halinden anlamak amacıyla tutulan oruç, açlıkla nefsi terbiye etmeyi ve istemli olarak bedenin açlıkla çilekeş biçimde yüzleşmesini sağlar. ancak bu eylem, bedeni bile isteye teolojik yasaların iktidarına maruz bırakması, bedeni üzerinde kendi tahakkümünü uygulaması ve onu aç bırakarak disipline etmesi bakımından aynı zamanda politik bir tercihtir.” manifold sitesinden alıntı: https://manifold.press/…ir-eylem-alani-olarak-yemek
*
20.03.2019 tarihinde yazdığı diyet girdisi, 30.10.2017 tarihinde ezgi tuncer adlı kişi tarafından manifold'da yazılmış, ancak kaynağından çalınmıştır.

“yemeğin miktarının ve çeşitlerinin sınırlandırılması yoluyla uygulanan geçici bir açlık hâli. belirli kurallara göre bedeni beslemeyi gerektirir. i•stemli olarak bedeni zayıflatmayı bir kısmımız denemiş olsak da, bir başka güç tarafından mutlak biçimde aç bırakılmak büyük çoğunluğumuzun bilmediği bir tanıklık biçimi.”
*
20.03.2019 tarihinde yazdığı masalsı muğlaklık the witness girisi, 09.02.2017 tarihinde çağıl ömerbaş adlı kişi tarafından manifold'da yazlmış ancak kaynak göstermeden alıntılanmış, çalınmıştır.

“2016 yılında yayınlanan oyunlar arasında en çok dikkat çekenlerden biri, jonathan blow'un kurduğu thekla inc. şirketinin hazırladığı puzzle/adventure türündeki the witness oldu.

uyarmam gerekiyor: oyundaki bazı bulmacalar gerçekten zor. oyunu oynarken, tahta kalemiyle denemeler yapabilmem için ekrana yapıştırılmış bir asetat kâğıdı ve neredeyse tamamı denemelerle doldurulmuş, bir ortalı kareli bir defter önümde duruyordu.”
*
*
ve diğerleri.
site yetkilileri veya doğan günay ile iletişime geçmeyi düşünüyorum, kendileri nasıl bir yol çizmek isterse indolentexistence'yi de haberdar ederler. insanlar bir girdiyi, bir metni yazabilmek için bazen günlerini veriyor. yok öyle kolay lokma.
ontolojik sancilarimin merhemi
Msj fasilitesi sıkıntı çıkarıyor. Buradan yazalım o hâlde.





“insanlar her türlü sebepten dolayı bilime ilgi duyabilirler. tercihsel sebebi belki de en yaygın ve belirgin olarak, bazı indirgeyici ya da ontolojik naturalizm biçimlerinin felsefi sonuçlarından derin bir memnuniyetsizlik olarak tanımladığım durum üzerine odaklanmış gibi görünmektedir." 

bu cümlede belirtilen tercih aslında aristo zamanından kalmadır. o zamanlarda bilim ile felsefe beraber hareket ediyordu. zaten bilim thales ile başlar ve mısır'a olan ziyaretinde nil'in taşma zamanının hesaplanabilmesi, tarım için kullanılan geometrik yöntemler falan filan tanrı'nın varlığına gerk duymama fikrini doğurur. akabinde öğrencisi anaksimandros ile tartışmaları da hipotez kavramını doğurmuştu. bunlar temel bilgiler. adamların tanrı ile olan derdi o zamanlarda bitiyor ki belirttiğin memnuniyetsizlik o zamanlarda da var, yeni bir şey değil. öğrenip de gel.


"gerçeklikle olan tek kavgamız nedensel açıklamalar ise, o zaman ajan olma duygumuzu, norm ve değerlere olan bağlılığımızı, hakikatin normatif kuvvetine olan inancımızı ve kendimizi olma şeklimizi nasıl hesaba katacağız? kavramları uygularken ve inançları gerekçelendirirken rasyonel davranmak? bilim açıkça dünyayı açıklamak için inanılmaz güçlü bir araçtır. ancak hiçbir insan girişimi, en azından dolaylı olarak, bir insan hayatını bundan daha etkili bir şekilde yönlendirmenin ne olduğu konusundaki algımızı sorgulamak için görünmemektedir."

başta şunu belirteyim gerçeğe giden yol 3 boyutludur, ki bunun üzerine konuşmak söz konusu olacaksa nereden yola çıktığın önemli. pozitivist düzlem mi, inanç çizgisi mi, neresi? belirttiğin nedensel açıklamaların yeri pozitivist düzlemde bulunmuyor maalesef. bilimin en temel sorusu "nasıl?"dır. süreci anlamaya çalışır, nedenlerle ilgilenmez. determinizmin bilimde yeri heisenberg ile sona erdi. istersen burada kuatum da konuşabiliriz, hatta basit düzeyde kuantum mekaniği problemleri de çözmeye çalışabiliriz ( bir mühendis olarak nadiren hobi olarak basit soruları çözmeye çalışıyordum. cidden zevkli tavsiye ederim ) ama sorunumuz bu değil. bilimsel yöntemde hegel'in determinizmi zaten yok, açıkça karl popper'ın yanlışlanabilirlik ilkesi ve yalanlar üzerinden giden bilim çok daha açıklayıcı. bunları uzun uzun da yazabilirim sıkıntı değil. bu arada hegel'in determizmi tez, antitez ve sentez üçlüsü ile anlatılmaz, ki yazımda bunu anlatmaya gerek de duymadım. hegel amiyane tabirle ortada ne varsa onu anlatma derdindedir. iki tarafta da şunlar şunlar var, durum bundan ibaret der ve sonuca gitmez. şimdi hegel'i anlamak için de spinoza'ya girmemiz gerek. hegel'in ardından gelenler onu arka plana atmaya çalıştılar, her neyse konu dağılacak ve sen yine anlamayacaksın.

şimdi felsefe tam anlamıyla determinizm ile ilerlemez, bunu elbette biliyorum. az önce bahsettiğim hegel'in ortaya bir sonuç çıkarmayan anlayışı buna çok güzel bir örnek. zıtlıkların çarpışması yol almak için yine de güzel bir araçtır. zihinde çarpışan karşıt düşüncelerin insanı götürdüğü yerlerin hatırına bunu görmezden gelemem. felsefe gerçeği bulmayı da vaad etmez, gerçeği açıklamayı bırak, söylemek bile imkânsız. olsa olsa ancak gerçek üzerinde konuşmak mümkün gibi bu da felsefenin oyun alanı. bunu yaparken bilim kadar soğuk değil tabii. işin içinde bahsettiğin nedensellik kavgası var. mana arayan birinin içini ısıtmak konusunda felsefe yardımcı olabilir, aynı şekilde bunu inanç da yapabilir. yalnız burada sorun felsefenin insan aklındaki sorulara cevap veremeyecek olması. arayış var lâkin kesinlik yok. şimdi burada pragmatizme girmek gerecek ve sen yine yeniden anlamayacaksın. peirce, ontolojik metafiziğin neredeyse tüm önermelerinin anlamsız ya da saçma olduğundan bahseder ki sonu gelmek bilmeyen ontolojik tartışmalar insanı bir yer götürmez. bunun hakkında uzun uzun yazarım da görüyorum ki şu an lüzumsuz. kısaca felsefe ile insan olmanın tabiatını idrâk etmek umut verse de gidilen yol itibariyle insanın aklını daha fazla yoracağı için huzur verici olmaz. benim bahsettiğim bu idi. yine de tercih meselesidir. isteyen, böyle bir yolu izleyebilir.
İsteyen, kendisine ait olmayan felsefi metinleri oradan şuradan çalıp, paylaşabilir. İsteyen, çaldığı girileri silip, kendisini, okuyanların yazdıklarına artık şüphe ile yaklaşmayacağını sanabilir. İsteyen, kendini bir halt sanarak ona buna anlamadığı konular hakkında ”çomar, yobaz” gibi yaftalarda bulunabilir. Madem yarın öleceğim, arsızlığın dibine vurayım bari diye de düşünebilir. Ben de tüm bunların ötesinde duygusal ve kompleksli olarak devam edebilirim yazmaya. (:


Ha bu arada! neden ille de ağdalı bir üslup kullanmak için kendini kasar ki insan. böyle bir tutumla ancak entel olunur, ki entelektüel hassasiyet karmaşık olan mefhumları basite indirgemeyi gerektirir. Hoşça kal, güle güle. (: