nekyia

kozmos
odysseia'nın 11. bölümü, ölüler ülkesidir. odysseus'un hades'i ziyaret ettiği, teiresias ile konuştuğu ve oidipus efsanesine dair ilk izlere rastlanılan ölüler diyarı.
``
''....işte böyle acı acı konuşuyorduk, karşıdan karşıya,
ben bir yanda, kılıcımla bakıyordum o kana değmesin diye,
öte yanda boyuna konuşup duruyordu onun görüntüsü.
bir de baktım, geçmiş göçmüş anamın ruhu çıkageldi,
ulu yürekli autolykos'un kızı, laertes'in karısı antikleia'nın ruhu,
oysa kutsal ilyon'a giderken sağ bırakmıştım onu,
görünce bir acıdım, bir yandım, bir ağladım..

ama ne kadar büyük olursa olsun benim acım,
gene bırakmadım öne geçsin, yanaşsın kana,
teiresias sorularıma karşılık verene dek.
o zaman yaklaştı thebai'li tiresias'ın ruhu,
''-çok kurnaz odysseus, laertesoğlu, tanrıların beslediği,
ne diye bıraktın sanki bahtsız adam, güneşin ışığını,
ne diye geldin bu ölüleri, bu pis ülkeyi görmeye?
çekil çukurun üstünden, kaldır sivri kılıcını,
içeyim bu kandan bırak ve gerçeği diyeyim sana...''

o böyle dedi, ben de çekildim geri geri,
gümüş kakmalı kılıcını soktum kınına.
kusursuz tanrı sözcüsü, geldi içti kara kandan
ve sonra seslendi bana şu sözlerle, dedi ki:

-''bir dönüş özlüyorsun, şanlı odysseus, bal gibi tatlı,
oysa bir tanrı sana çok zorluk verecek bu yolculukta,
yeri sarsan tanrı sana olan kinini sannam unutsun,
onun sevgili oğlunu sen kör etmedin mi?
ama gene de varabilirsin sılaya, acı çeke çeke,
gemlersen kendi yüreğini ve yoldaşlarının yüreğini,
siz kaçınca menekşe rengi denizden,
yanaştırınca sağlam yapılı gemiyi `çatal adası`'na,
otlayan inekler göreceksiniz ve besili koyunlar,
her şeyi gören ve işiten güneş tanrınındır onlar,
aklın fikrin dönüşte olursa, dokunmazsan bu sürülere,
belki varırsın o zaman ithake'ye, çile doldura doldura,
ama dokunursanız onlara, peşin söyleyeyim bak,
gerin de, arkadaşların da bil ki yok olacak,
sen kurtulsan bile, çekeceksin çok acılar,
bir tek arkadaşın kalmayacak, yitireceksin hepsini,
yabancı bir gemiyle çok geç varacaksın yurduna,
karşılaşacaksın evinde nice dertlerle,
bir de bakacaksın, yasa bilmez adamlar
yemedeler senin malını mülkünü,
armağanlar getirip karına talip olmadalar...
evine vardığında o zorbalardan öç alacaksın elbet,
ama öldürdüğün zaman konağında o talipleri
ya tuzakla ya da sivri kılıcınla güpegündüz,
senin bir daha yola çıkman gerekecek,
bir daha sarılman gerekecek avuca yatkın küreklere,
denizi bilmez adamların ülkesine varana dek,
hiç tuz komazlar yemeklerine bu adamlar,
kırmızı aşıboyalı gemileri hiç bilmezler,
avuca yatkın kürekleri hiç bilmezler, gemilere kanat olan.
sana apaçık bir işmar vereyim de unutma,
bir başka yolcuya rastlayacaksın yolunda o gün,
nedir diye soracak, sana o yolcu
güçlü omzunda taşıdığın şu harman küreği,
hemen oracıkta kaz toprağı, göm küreği oraya,
ve çok güzel kurbanlar kes poseidon efendimize:
bir koç, bir boğa ve dişileri aşabilen bir erkek domuz,
kutsal yüzlük kurbanlar da kesmelisin evine döndüğünde,
engin gökte oturan ölümsüz tanrılara, sırayla,
bunu yaparsan denizin dışında gelecek sana ölüm,
öyle bir tatlı ölüme kavuşacaksın ki bir gün,
yalnız parlak ihtiyarlık alt edebilir seni,
dört bir yanında halkların, hepsi de mutlu.
olacak bu dediklerim, gerçekleşecek bütün bunlar.-

o böyle dedi, ben de karşılık verdim, dedim ki:
-demek tanrılar bana bu kaderi dokudu.
sen bir de şunu söyle bana, teiresias, anlat açıkça:
şurda görürüm anamın ölmüş göçmüş ruhunu,
işte kanın dolayında sessiz sedasız durur,
ama ne oğlunun yüzüne bakabilir, ne konuşur,
nasıl anlatayım, efendimiz, kendimi ona?-

ben böyle dedim, o da hemen karşılık verdi, dedi ki:
-amma yaptın, bundan kolay ne var,
ölmüşlerden kimi yaklaştırırsan kana,
o gerçeği söyler sana olduğu gibi,
kimi yaklaştırmazsan, gerisin geri döner yerine.-

böyle dedi teiresias'ın ruhu, girdi gene hades'e,
açıklamıştı efendimiz bize tanrı sözlerini.
bense olduğum yerde bekledim anam gelsin diye,
gelsin ve içsin kara kara tüten kandan.
anam içince kanı hemen tanıdı beni,
ve şu kanatlı sözleri söyledi inleye inleye:

-nasıl geldin, çocuğum, sisli karanlıklar ülkesine, diri diri?
yaşayan insanlar kolay kolay göremez buraları,
büyük ırmaklar var arada, korkunç akıntılar var:
önce okeanos var, bulamazsın bir sığ yerini,
sağlam yapılı bir gemin yoksa aşamazsın onu.
söyle bakalım, sen neden şimdi gelirsin troya'dan,
bunca zaman gemin ve arkadaşlarınla nerelerde dolaştın ki?
gitmedin mi ithake'ye, evini, karını görmedin mi?-

o böyle dedi, ben de karşılık verdim, dedim ki:
-hades'e gelmek zorundaydım, anacığım,
soru sormam gerek thebailı teiresias'ın ruhuna.
daha varamadım akhais ülkesine,
ayak basamadım topraklarına yurdumun,
savaşmak için troyalılara karşı,
peşine takılıp tanrısal agamemnon'un
güzel kısraklı ilyon'a geldiğim günden bu yana,
dolaştım durdum, çok acılar çektim.
sen şimdi şunu söyle bana, anlat açıkça:
seni hangi kader alt edip attı acıklı ölüme,
uzun süren bir hastalık mı attı,
ok saçan artemis mi attı yoksa,
söyle, tatlı oklarıyla o mu öldürdü seni?
babamdan, orada bıraktığım oğlumdan söz et bana,
sahip çıktılar mı onlar krallığıma benim,
yoksa onur payım başka bir adamın eline mi geçti,
artık beklemezler mi beni, kestiler mi umudu benden?
ne düşünür asıl karım, ne ister?
kaldı mı çocuğumun yanında o,
göz kulak oldu mu malıma mülküme,
yoksa soylu bir akha alıp götürdü mü onu?-
ben böyle dedim, hemen karşılık verdi ulu anam:

-karın büyük bir sabırla bekler seni evinde,
gündüzleri ağlaya ağlaya tüketir kendini,
bir geceler geçirir ki düşman başına,
güzelim krallığına el koymadı hiç kimse,
telemakhos yönetir varlığını rahat rahat,
alır töreli şölenlerden eşit payını,
yargı hakkı olanlar arasında o da çağrılır şölenlere.
babansa hiç inmez kente, kırlarda yaşar,
artık hiçbir şey istemez onun canı,
ne yatak döşek, ne yorgan, ne tiril tiril çarşaf.
kışın yatar uşaklarının kaldığı evde,
ocağın dibinde yatar, küllerin içerisinde,
sırtında eski püskü rubalar.
ama yaz ve güze gelip, palatınca yemişleri,
dökülen yapraklarla örtülünce bağların yamaçları,
serer kendine yerde yapraklardan bir yatak,
acılar içinde yatar orada, düşünür seni,
bekler durur senin dönüşünü, büyür yüreğindeki yas,
üstüne bir ihtiyarlık çökmüştür ki babanın, tariflere sığmaz.
ben de kaderime boyun eğmiş de ölmüş değilim:
konağıma gelip tatlı oklarıyla öldürmüş değil beni
ok saçan keskin gözlü tanrıça,
bir hastalık da çökmüş değil benim üstüme,
bedeni kemire kemire insanın canını alan,
senin yüzünden öldüm ben, şanlı odysseus, senin hasretinden,
senin sevgindir beni bal gibi canımdan eden.-

0 böyle konuştu, benim gönlümse bir tek şey istiyordu:
kucaklamak geçmiş göçmüş anamın ruhunu.
üç sefer atıldım üstüne, ah dedim anama bir sarılsam,
üç seferinde de uçtu gitti kollarımın arasından,
üç seferinde de bir gölge gibi, düş gibi,
yüreğimdeki keskin acı her seferinde büyüdü.
ve geldim, şu kanatlı sözleri söyledim ona:

-neden kaçarsın, anacığım, kucaklayayım bırak seni,
sarılalım kollarımızla birbirimize, hades'te de olsa, gel,
hıçkıra hıçkıra çıkaralım ağlamanın tadını.
güçlü persephone bir görüntü mü çıkardı karşıma,
daha da artırsın diye iniltilerimi, acılarımı?-

ben böyle dedim, ossaat karşılık verdi ulu anam:
-insanların en kara bahtlısı, canım yavrum,
sanma ki oyun eder sana persephone, zeus'un kızı,
ölümlülerden biri öldü mü, yasadır bu,
can ayrılır ayrılmaz ak kemiklerden,
kaslar artık etleri, kemikleri tutmaz olur,
yok eder onları ışıldayan ateşin zorlu gücü,
ruh uçar gider kanatlanan düş gibi.
ama sen tezelden yönelt isteğini ışığa,
bütün bunları aklında tut iyicene,
kavuştuğunda anlatasın karına bir bir.-

biz böyle alıp verirken kadınlar yaklaştı,
güçlü persophone yolluyordu onları bize doğru,
hepsi de karıları, kızlarıydı soylu kişilerin.
geldiler yığın yığın, toplandılar kara kanın çevresinde,
bunlara ben ayrı ayrı nasıl ve neler sorsaydım ki,
sonunda şu göründü gözüme, kararın en iyisi:
çektim kalçamın kaba eti boyunca uzun, sivri kılıcımı,
önledim hepsinin birden içmelerini kara kandan,
geldiler birbiri ardından, içtiler sırayla,
her biri anlattı soyunu sopunu, söylettim böylece hepsini.
ilkin gördüm soylu bir babanın kızı tyro'yu,
doğduğunu söyledi kusursuz salmoneus'tan,
ve aiolos'un oğlu kretheus'a vardığını.
ama tanrısal enipeus ırmağı'nı severmiş o,
en güzeliymiş enipeus, yeryüzünde akan ırmakların,
onun güzel akışları boyunca gezinirmiş tyro.
bir gün ırmağa benzetmiş kendini poseidon, yeri sarsan,
anaforlu ırmağın ağzında yatmış onunla,
bir köpüklü dalga yükselmiş yanlarında, dağ gibi,
kapanmış üstlerine, örtmüş ikisini de,

tanrı da çözmüş kadının kuşağını, uyku dökmüş üstüne.
bitirir bitirmez işini poseidon tanrı,
almış tyro'nun elini eline, diller dökmüş:

-hoşnut ol bu birleşmeye, ey kadın, hoşnut ol!
güzel çocuklar doğuracaksın, yıl geçmeden,
çocuksuz bittiği görülmüş değil sevişmesi ölümsüzlerin,
sen beslersin onları, sen büyütür, sen yetiştirirsin.
dön şimdi evine, dilini tut, kimseye verme adımı,
poseidon tanrı'yım ben, yeri sarsan, bunu bir sen bil böyle
dedi, daldı köpüklü denizin altına.
tyro da gebe kaldı, doğurdu pelias'la neleus'u,
yüce zeus'un güçlü uşakları oldu ikisi de:
pelias sürüleriyle yaşardı engin ovalı iaolkos'ta,
kardeşi neleus da kumsal pylos'ta yaşardı.
kretheus'tan da çocukları oldu kadınlar kraliçesi tro'nun,
aison, pheres, arabasıyla savaşan amythaon.
sonra antiope'yi gördüm, asopos'un kızını,

''zeus'un kollarında yatmışım ben.'' der, övünür durur,
iki çocuk doğurmuştur o, amphion'la zethos'u,
onlardır yedi kapılı thebai'ı ilk kuranlar,
yiğittiler, ama gene de bir surla çevirmişlerdi kenti,
kolay değildi oturmak engin thebai ovası'nda.
sonra da akmene'yi gördüm, amphitryon'un karısını,
büyük zeus'un koynunda yatmış, birleşmişti onunla,
doğurmuştu herakles'i, o atılgan güçlü, aslan yürekliyi.
megare'yi gördüm, üstün canlı kreion'un kızını,
varmıştı amphitryon'un gücü dipdiri oğluna.
oidipus'un anasını gördüm, güzel epikaste'yi,
bilmeden büyük bir suç işlemiş, evlenmişti oğluyla,
oidipus öldürmüştü babasını ve koynuna girmişti anasının,
tanrılar da açıklamıştı bunu insanlara ansızın.
oidipus yönetti gene de kadmosoğulları'nı güzel thebai'de,
amansız tanrıların buyruklarıyla acılar çeke çeke.
epikaste'yse engin kapılı hades'e inmişti kaygı içinde,
yüksek damından sarkıttığı kemende bağlayıp kendini,
bir sürü de bela bıraktı arkada oidipus'a,
ne kadar bela gelirse anasının öcünü alan perilerden, hepsini.
khloris'i de gördüm, kadınların en güzelini,
bir vakitler neleus vurulmuştu onun güzelliğine,
bol bol armağanlar vermiş, kendine almıştı onu...''