Anlatayım mı öldüğüm günü? İlkinde, evin kapısını döven yumrukla öldüm ben. İlk defa orada çaresizdim, sahipsiz bir yavru köpek gibi. Bütün kötülüklere gebe bir çıkmaz sokakta sıkışıp kalmıştım. Atamadım üstümden o korkuyu hiç. Kapı zili, kapı tokmağı, kapı, kap hiçbir şey görmek istemedim uzunca bir süre. Denk mi geldi tetiklendi mi bilmem? O sıra apandisit ameliyatı olmaya hastaneye yatırdılar beni. Birkaç saçma olay akabinde kendimi bir hastanenin kapısından, tekerlekli sandalye ile alınır vaziyette buldum. Korkudan içim sökülüyordu on dakika öncesine kadar. Sağlıkta piyasalaşmanın etkisini ilk o zaman gördüm. Param ile özel hastanede, özel ilgiye sahip olacağım gerçeğini bilmek, hastane kapısını cennet kapısı yapmıştı. Huzur aramaya ilk o zamanlar başladım, çünkü o kapının eşiğinde, tekerlekli sandalyenin üstünde tattım ilk defa. Sonra birkaç tetkik, hooop ameliyathane yolları. 1,2,3,4,5 ve zzz… derin bir uyku. Çıktığımda narkoz etkisiyle ereksiyon falan olmuşum, mavi ameliyat önlüğü ile, olaya bak. Manzarayı tahayyül etmeye dahi utanıyorum hala. Hasta bakıcı ve hemşireler kıkırdaya kıkırdaya yatırmışlar beni yatağa. Normal, ben olsam bende kıkırdardım. Çünkü komik. Ama ergenliğin baharı ya, yadırganmadan kıkırdanıyor sana falan. İki gün geçti hastanede, ziyarete gelen birkaç arkadaştan bir iki tane sigara aldım, tuvalete çıkmamı dört gözle bekliyor millet taburcu etmek için, ben habire tuvalete gidiyorum. Her çıktığımda soruyorlar, 'naptın, yapabildin mi' diye, bende yalanımız çıkmasın ortaya diye 'yanlış alarm' diyorum. Bizimkiler de yemiyor tabi ama yemiş gibi yapıyorlar. Kötü zamanlar yaşıyorum sonuçta ve dikişliyim. Anlayış ile karşılıyorlar sigara tüttürmemi. Tuvaletteki o yangın fışkıyesi nasıl çalışmadı bilmiyorum? yani Hollywood filmleri olmasa fışkiyelere olan inancımı yitireceğim neredeyse. Neyse ikinci gün sonunda doktor artık eve gidebilirsiniz dedi. döndüm babama ve ağlamaklı gözlerle 'bir gece daha kalayım burada' dedim. Korkuyordum eve gittiğimde kapı çalar diye. Evet pahalıydı ama umrumda değildi, bir gece daha huzur istiyordum. Borç harç kaldım bir gece daha hastanede. Cennetten de kovulmuştum yani parasızlıktan. Sonrası korku nöbetleri, belirli saatlerde gelen falan. Akabinde babamın cezaevi serüvenleri ve ailenin -nedendir bilinmez günah keçisi ben. Cepte bir kuruş parasız, ev ile cezaevi arası mekik dokumalar. Sonra cezaevlerinden korkmaya başladım bende. Çünkü babamı aldılar ve bir ton sorumluluk bindi üstüme. Anneme göz kulak olacak, üniversitede olan abimin içini rahatlatacak cümleler kuracak, babama battaniye taşıyacak, kira-elektrik-su-mutfak masrafları için eş-dosttan borç para tahsilatına çıkacaktım. Vel hasıl öyle de oldu. Bende cezaevlerinden korkmaya başladım. Başıma açtıkları derde bakar mısın? Sonra uzaklaştım, yani kaçtım. Babam çıktı içeriden, çok yatmadı. Bende okula gidiyorum ayağına attım kendimi korkularımdan uzağa. Hırpalandım biraz. Parasızlıktan epey saçma işlerde çalışmak zorunda kaldım falan. Koymaz ama her emekçi çocuğu yaşıyor bunu sonuçta. Benim derdim korkularımı bırakamıyor oluşum oldu. Şimdi ben geldim, kaçtım ama, ya sevdiğim insanlar. Ya onlarda ben kadar kapılardan falan korkuyorsa düşüncesi… ilk bunalım diyorum ben buna. Sonra bunalıma girmeyi öğrendim. Kalp çarpıntıları vesaire, bunlar Edip Cansever'den öğrendiğim şeyler değil. Onun kadar yaşadım, eminim.
Ölmek öyle ha deyince, kolay değil. Anlatacağım bunun devamını, bir kere değil on kere bu düzenin beni öldürdüğünü.
Ölmek öyle ha deyince, kolay değil. Anlatacağım bunun devamını, bir kere değil on kere bu düzenin beni öldürdüğünü.