sanat

indolentexistence
''Marx'a göre kapitalist ile işçi arasındaki “ekonomik ilişki”, emeğin “sanat vasfını kaybetmesi”yle doğru orantılı biçimde gelişmiştir. Bununla kastı, emeğin kullanıldığı işin veya ürünün mahiyetinin artık bir anlam taşımamasıdır. Marx, çalışmanın sanatsal niteliğini kaybetmesini modern ücretli emeğin belirleyici özelliği olarak görür. Buna karşılık sanatsal yaratım “kişinin kendi gizilgüçlerini hayata geçirip geliştirebildiği emek türü”dür. Emeğin soyutlaştırılması kapitalizmin kurucu özelliğidir ve işçinin yerine makinenin geçirilmesiyle bu süreç son raddesine taşınmıştır. Ama bu özümsenme sanat üretiminde yaşanamaz çünkü sanat eseri ücretli emekle yeniden üretilemez.''
(bkz:http://www.mediationsjournal.org/articles/on-art-and-real-subsumption)
sos
önceden bir insanı sevmesem bile sanatını sevebiliyordum. fakat artık bir insanı sevmiyorsam sanatını da sevemiyorum.
ihtiras limani
" bizim, estetik adını verdiğimiz tabiatla birlikte olma hali, ruhun devamlı yüklenen hayat endişesinden kurtuluşu bir çeşit mutlak sükunettir. ” her şiir, bir başka aleme açılmış penceredir” diyor edgar poe, bu anlamda sanat bir kurtuluş, ebediyete bir sığınmadır. Görevi bizi değiştirmek, bize geçici olarak benliğimizi unutturmaktır.öyle geliyor ki, hiç değilse kaynağı itibariyle onu varlık sebebi, ruhun bu kurtuluşunda aranmalıdır. sanat eseri, bizi bütünüyle gerçeğe yaymak suretiyle bir nevi özetler ve bütün varlığımızın kurtuluşunu sağlar "
ontolojik sancilarimin merhemi
sanat, oluştuğu evren bakımından sınır tanımayan, amaç boyutunda değerlendirilirken bir kalıba sokulamayan, ifade edildiği dünya bakımından maddeye bağımlı olan bir varoluş anlatımı. sanatın ortaya çıktığı evren insanın düşüncelerini, duygularını, gözlemlerini, algılarını içeren bir evren. böyle bir evrenin içinde sınırlar çizmek pek de mümkün değil ve de bu evrene açılan, onu besleyen kapıların sadece içinde bulunduğumuz dünya olduğunu ileri sürmek fazla cüretkar. insanın iç ve dış dünyalarının bir bütün olarak etkileşiminden doğan sanatın bu iki dünyanın sadece birinden doğması mümkün değildir. bir sanatçı sadece iç dünyasına yönelirken diğeri dış dünyaya odaklanır fakat ikisinde de diğer dünyanın etkileri görülür. sadece iç dünyaya yönelmeye çalışan bir sanatçı reel dünyada yaşadığı olayların etkisini de yansıtır. diğer yandan dış dünyayı betimlemek isteyen bir sanatçının çalışmasında o sıralarda ruh halinin etkileri vardır. insan kendi başına bir evren. bu evrenin sınırlarını çizebilmek nasıl mümkün değilse sanatın sınırlarını çizip de onun doğduğu evreni bilinen boyutlara mahkum etmek olası değildir.

görsel ve plastik sanatlar, sessel(fonetik) sanatlar, ritmik sanatlar, karma sanatlar gibi başlıklar altında bir çok türü amaçsal anlamda salt kalıplara sokmakta mümkün değil. sanatçının amacı eğlendirmek olabilir, düşündürmek olabilir, gerçekliği kendince ifade etmek olabilir, sadece kendini ifade etmek olabilir, bunun ötesinde sanatçı kendi amacını da bilmeyebilir. bir şair ortaya koyduğu dizeleri neden yazdığını bilemeyebilir, bir ressam fırçasını tuvalde dans ettirirken ne yaptığını bilemeyebilir. yani salvador dali'ye kendi resimlerini sorsalar ne anlatmak istediğini kendisi de bilemeyebilir. bunları bilmemekle beraber sadece dehayı ortaya koymak için sanatını icra etmiş olabilir.

son olarak sanat maddeye ifade edilmesi yönüyle bağımlıdır. sanat eseri evreninde doğup kendine bir amaç bulduktan sonra maddesel dünya da ifade edilmek ister. belki de bu sanatın kendisine ait bir varoluş sıkıntısıdır. çaresi yoktur, bir şekilde reel dünyanın içinde bulunan maddeler üzerine tutunup başka insanlara yani başka evrenlere uzanır. resim için boyaya, tuvale, palete ihtiyaç vardır. tiyatro için sahneye ve dekora, sinema için bir çok unsura ihtiyaç vardır. insan şiiri ya da şarkıyı bir yere yazmasa bile bunlar duyurmak için dile, kelimelere ve ses tellerine ihtiyaç vardır. yani sanat ifade edilmek istendiğinde mecburen maddeye tutunur ve ona bağımlıdır.