bunun çok büyük bir kısmı istanbul'dadır. şehir şehir değil resmen canlı bomba.
türkiye'deki sevgisizlik sorunu
kliŞe bir tabirle, 7'den 70'e herkesin sahip olduğu, ama ne hikmetse herkesin her fırsatta aksini iddia ettiği sorun.
ne hikmetse instagram'da, orada burada herkes mü-kem-mel yaşıyor. sosyal medya denen kara delik, akabinde toplumsal çarpıklıklar, yanlışlar insanları öyle sessizce yutmuş ki, akıl alır gibi değil. kabuk, çekirdekten daha önemli hale gelmiş bugün.
''mutlu/kaliteli/süperrr yaşıyorum'' imajını çizmek isteyen insanların sponsorluğunu instagram denen bok çukuru üstlenmiş.
sanki herkes tatilde, kimse sabah 7'de söve söve otobüse binmiyor, kimse vizeden kalmıyor, kimse bim'e gitmiyor, kimse kredi kartının sadece asgarisini ödemiyor..
kim lan peki bu vizeden kalanlar? kim bu minibüse, otobüse binenler, bime yağmur gibi yağan insanlar, kredi kartı denince suratını ekşiten insanlar?
gerçekten, kültürünü almadan teknolojisini almak konusu, türkiye gibi ülkelerde üzerine itinayla eğilinilmesi gereken konulardan.
yahu insanlar güne güzel başlamıyor, uyanmak, yataktan çıkmak dahi istemiyor.
insanlar iştahsız, canı kahvaltı yapmak istemiyor, ya da geçiştiriyor kahvaltıyı ve kendini sokağa salıyor.
daha evde kötü başlanan günü, işe/okula gitmek için yürünen yolda karşılaşılan insanların yüzlerindeki soğukluk ve her an patlayacak bir pompa gibi gergin haller daha da zorlaştırıyor.
her şey soğuk, yürünen yol bile soğuk. betonlar, kaldırımlar soğuk.
binilen metro/otobüs/tramvay tıka basa dolu, insanlar tahammülsüz, her saniye kavga etmeye hazır, anlayışsız ve soğuk.
gidilen okulda eğitim adı altında bir nesil ziyan ediliyor, yanlış eğitim politikalarının bedelini ruhen ve bedenen çocuklar ödüyor.
gidilen iş yerindeki insanların yüzlerindeki ifade ise hiç de ''dünyanın en güzel günü bu olabilir!!'' dedirtmiyor insana. çalışma şartları ve gelir noktasında ülkedeki bir çok meslek grubunda sakatlıklar diz boyu.
bu çerçeve ile işten/okuldan çıkan bu insan, daha doğrusu bedensel ve ruhsal olarak adeta neşterlenmiş bu insan yine aynı yolu yorgun insan yüzlerine bakarak, anlayışsız insan yüzlerine bakarak dönüyor.
hala izliyorsa, televizyonu güzel bir şeyler görme umuduyla olmasa da, rahatlama isteğiyle açıyor, tabii ki hemen ya da en fazla 10 dakikaya dayanamayıp onu da kapatıyor.
günün %90'ı çoktan bitti bile. saat 21.00, uyku 24 olsa, 3 saat kaldı geriye.
kitap okumak, şarkı söylemek, müzik dinlemek, dans etmek, enstrüman çalmak, resim yapmak, tiyatroya, operaya gitmek, yazı yazmak, dışarı çıkıp temiz hava almak ise 3 saate sığmıyor.
1 haftaya da sığmıyor dolayısıyla.
''üniversiteye kapağı at'' saçmalığıyla beyni hortumlanmış, ''bir an önce mezun ol paranı kazan'' tarzında kötü motivasyonla üniversite yılları da ayak üstü hale getirilmiş ve sonunda mezun olup sabah 8 akşam beş işine giren bir insanın kendisini dahi inceleme, hayatın tadını çıkarabilme şansı yok.
insanlar mutsuz, kalbinde sevgi yok. olması için uygun ortam yok.
babalarımız dahi sevmedi. ''baba'' figürüne atfedilen o ciddi özellikleri taşıyabilmek adına kalbindeki sevgiyi olağanca çıplaklık ve samimiyetle açmadı. her zaman gergin, sinirli, ciddi.
ne olacak bilmiyorum.
ne hikmetse instagram'da, orada burada herkes mü-kem-mel yaşıyor. sosyal medya denen kara delik, akabinde toplumsal çarpıklıklar, yanlışlar insanları öyle sessizce yutmuş ki, akıl alır gibi değil. kabuk, çekirdekten daha önemli hale gelmiş bugün.
''mutlu/kaliteli/süperrr yaşıyorum'' imajını çizmek isteyen insanların sponsorluğunu instagram denen bok çukuru üstlenmiş.
sanki herkes tatilde, kimse sabah 7'de söve söve otobüse binmiyor, kimse vizeden kalmıyor, kimse bim'e gitmiyor, kimse kredi kartının sadece asgarisini ödemiyor..
kim lan peki bu vizeden kalanlar? kim bu minibüse, otobüse binenler, bime yağmur gibi yağan insanlar, kredi kartı denince suratını ekşiten insanlar?
gerçekten, kültürünü almadan teknolojisini almak konusu, türkiye gibi ülkelerde üzerine itinayla eğilinilmesi gereken konulardan.
yahu insanlar güne güzel başlamıyor, uyanmak, yataktan çıkmak dahi istemiyor.
insanlar iştahsız, canı kahvaltı yapmak istemiyor, ya da geçiştiriyor kahvaltıyı ve kendini sokağa salıyor.
daha evde kötü başlanan günü, işe/okula gitmek için yürünen yolda karşılaşılan insanların yüzlerindeki soğukluk ve her an patlayacak bir pompa gibi gergin haller daha da zorlaştırıyor.
her şey soğuk, yürünen yol bile soğuk. betonlar, kaldırımlar soğuk.
binilen metro/otobüs/tramvay tıka basa dolu, insanlar tahammülsüz, her saniye kavga etmeye hazır, anlayışsız ve soğuk.
gidilen okulda eğitim adı altında bir nesil ziyan ediliyor, yanlış eğitim politikalarının bedelini ruhen ve bedenen çocuklar ödüyor.
gidilen iş yerindeki insanların yüzlerindeki ifade ise hiç de ''dünyanın en güzel günü bu olabilir!!'' dedirtmiyor insana. çalışma şartları ve gelir noktasında ülkedeki bir çok meslek grubunda sakatlıklar diz boyu.
bu çerçeve ile işten/okuldan çıkan bu insan, daha doğrusu bedensel ve ruhsal olarak adeta neşterlenmiş bu insan yine aynı yolu yorgun insan yüzlerine bakarak, anlayışsız insan yüzlerine bakarak dönüyor.
hala izliyorsa, televizyonu güzel bir şeyler görme umuduyla olmasa da, rahatlama isteğiyle açıyor, tabii ki hemen ya da en fazla 10 dakikaya dayanamayıp onu da kapatıyor.
günün %90'ı çoktan bitti bile. saat 21.00, uyku 24 olsa, 3 saat kaldı geriye.
kitap okumak, şarkı söylemek, müzik dinlemek, dans etmek, enstrüman çalmak, resim yapmak, tiyatroya, operaya gitmek, yazı yazmak, dışarı çıkıp temiz hava almak ise 3 saate sığmıyor.
1 haftaya da sığmıyor dolayısıyla.
''üniversiteye kapağı at'' saçmalığıyla beyni hortumlanmış, ''bir an önce mezun ol paranı kazan'' tarzında kötü motivasyonla üniversite yılları da ayak üstü hale getirilmiş ve sonunda mezun olup sabah 8 akşam beş işine giren bir insanın kendisini dahi inceleme, hayatın tadını çıkarabilme şansı yok.
insanlar mutsuz, kalbinde sevgi yok. olması için uygun ortam yok.
babalarımız dahi sevmedi. ''baba'' figürüne atfedilen o ciddi özellikleri taşıyabilmek adına kalbindeki sevgiyi olağanca çıplaklık ve samimiyetle açmadı. her zaman gergin, sinirli, ciddi.
ne olacak bilmiyorum.